Hayırda aktivite

Güncelleme Tarihi:

Hayırda aktivite
Oluşturulma Tarihi: Ocak 15, 1999 00:00


Haberin Devamı

Tekamülün boyutları ve tekámül yolu sonsuzdur. Bu yolun en önemli aşamalarından biri de başkalarına zararlı olmamak veya bizim kullandığımız ifade şekliyle şerde pasivitedir. Hiç kimseye zararı olmamak ve kötülüğünden şikáyet edilmeyen bir insan olmak gerçekten bir mertebedir. Bu mertebe, muazzez Peygamberimiz tarafından dile getirilirken şöyle denmiştir: ‘‘Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kişidir.’’

Ancak Kuran ve Muhammedi şuur bu mertebeyi mükemmel insanın ölçüsü saymaz. Kuran'ın insanı bunun ötesine geçmek zorundadır. Kimseye zararlı olmamak yeterli değildir. Muhammedi mümin, herkese yararlı olmak, hayır ve rahmet ulaştırmak zorundadır. Yani şerde pasivite, Kuran'sal kemal için yetmez, hayırda aktivite lazımdır. ‘‘Benim kimseye zararım yok’’ yolun yarısıdır. Kemal odur ki, benim herkese yararım var diyecek noktaya gelirsiniz. İşte bu kámil mertebe, son Peygamber tarafından şöyle ifade edilmiştir: ‘‘İnsanların en hayırlısı, insanlara en fazla yararı dokunandır.’’

Hayırda aktivite bizi şu gerçekle yüz yüze getirir: Hayattan ve insandan kaçmak yaraşmaz. Hayırda aktif olacak ruh, hayatın içine, insanın ıstıraplı dünyasına dalmak, çamurlu ve dikenli patikaları insanla birlikte yürümek zorundadır. Hayırda faal olmanın bu yanını insanlığa gösterirken şöyle konuşuyor Peygamberimiz: ‘‘İnsanların içine girip onların eziyet ve ıstıraplarına muhatap olan mümin, insanlardan kaçarak onların eziyet ve ıstıraplarından emin yaşayan müminden daha değerlidir.’’

İslamiyet, bu gerçekten hareketledir ki, insanın eziyet ve ıstırabına maruz kalmamak için meydan yerinden bir kaçış olan ruhbaniyete, manastır hayatına, fildişi kuleye çekilip kendi halinde yaşamaya onay vermemiştir. Çünkü insandan uzak kalan benlik, büyük meydandan çekilen ruh, şerde pasif kalmakta başarılı olursa da hayırda aktiviteden nasiplenemez.

Sonsuzluk yolunun kemal basamaklarına ulaşmış ölümsüzler, fildişi kulelerinden yere iner, insanı kucaklar, onunla birlikte düşüp kalkarak kitleyi, her türlü kahır ve eziyeti göğüslemek pahasına yukarılara çekerler.


Anne ve babaya çok iyi davranın!

‘‘...Anaya-babaya çok iyi davranın: Onlardan birisi yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına gelirse sakın onlara 'öf' bile deme, onları azarlama, onlara tatlı-iltifatlı söz söyle. İndir onlar için rahmetten tevazu kanadını ve de ki: Rabbim, merhametli davran onlara, tıpkı küçüklüğümde beni koruyup büyüttükleri gibi.’’ (İsra 23-24; En'am 151; Lukman 14; Ahkaf 15; Ankebût 8; Bakara 83; Nisa 36).

Bu buyrukta Allah'a şirk koşmamanın hemen ardından ebeveyne güzellikle davranma emredilmiştir. Kullanılan kelimeler ihsan (güzel anlamındaki hüsn kökünden), rahmet ve hafz'dır (alçakgönüllülükle kanat indirmek).

Bunların tümü titizlik ve dikkatle hizmet etmek, acıyıp korumak, gücendirmemeye özen göstermek anlamlarını taşıyor.

İsra 24. ayet, anne-babaya güzel davranmayı, onların çocuklukta bize davranışlarına yollama yaparak emrediyor. Anne-babanın küçük yavrusuna bakış ve kucak açışı ile evladın anne-babaya bakış ve kucak açışı aynı psikolojiye oturmalıdır.

İlgili ayetlerin bazıları, özellikle annenin yavrusu için katlandığı zorluklara dikkat çekmektedir.

İSMAİL DERDİ:

1690 tarihli bu levhada tek ve çok tanrılı pekçok dinin geçmişinde yer alan ve Kur'an-ı Kerim'de de geçen Esháb-ı Kehf sözkonusu edilmektedir. 'Yedi uyurlar' olarak bilinen Yemliha, Mekselina, Misliha, Mernuş, Debernuş, Şazenuş, Kefeştatayuş ve köpekleri Kıtmir'in isimleri bu levhada gemi biçimi verilerek yazılmış; altın, siyah ve yeşille renklendirilmiştir. İsmail Derdi'nin bu levhası Topkapı Sarayı'ndadır.


Soru: Peygamberlere iman hakkında neler söylenebilir?

Cevap: Allah'ın melekler aracılığıyla insanlığa gönderdiği mesajları (vahyi) insanlık dünyasına duyurmak ve hayata mal etmek için bir aracıya, bir orta varlığa ihtiyaç vardır. Bu varlık, yaratıcılık ve yaratılmışlığın tam ortasında duran ve bu iki kutbun özelliklerinin kesişme noktasını temsil eden bir aracıdır. O, Kuran'ın deyimiyle bir nebi (Türkçesi: Haberci, Farsçası: Peygamber) bir resuldür (elçi). O, Yaratan'dan yaratılana ve yaratılandan da Yaratan'a bir elçidir.

O halde peygamberin en tipik özelliği, sadece insan veya sadece melek niteliklerini taşımak değil, bu iki varlığın özelliklerine aynı anda sahip olmaktır. Bu, mantıksal ve doğal bir zorunluluktur. İnsanı bilmek için insanın, Allah'ı bildirmek için de Allah'ın özelliklerinden haberdar olmak şarttır. İnsanoğlu kendisini sonsuza çağıranları insan niteliklerinden sıyrılmış, ayakları yere değmeyen varlıklar olarak görmeye çok düşkündür. Bu tavır ve eğilim, Kuran tarafından kınanmakta ve putperest cehaletin bir belirtisi olarak gösterilmektedir (Bk. Furkan suresi, özellikle ilk 20 ayet).



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!