Hayat bir oyundur! (IV)

Güncelleme Tarihi:

Hayat bir oyundur (IV)
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 31, 2003 13:45

Sokak çocukluğu ile ilgili mektuplar yağmur gibi gelmeye devam ediyor.

Bu hafta yine okur mektuplarının sadece bir kısmını yayınlayabiliyorum. Bu yazı da dizinin son yazısı!

* * *

Mektup 1:

‘‘11.05.2003, Pazar günü yayınlanan 'Hayat bir oyundur' yazınızdan dolayı size çok teşekkür ederim. Çünkü, geçmişiyle konuşması, onu anması hiç bitmeyen, ruhu o büyülü cocukluk günlerinin çentikleriyle şekillenmiş ben, yazınızla tekrar o günlere döndüm.

1973 doğumluyum. Benden iki yaş büyük ablam, gerçek, süzme birer sokak çocuğuyduk. Boğaz'ın şirin semtlerinden birinde oturmanın avantajı ile, yaz gecelerinin en geç saatlerine kadar erik kokulu sokak aralarında saklambaç oynayabilen şanslı azınlıktandık. Ve biz de güzel annemizi balkonlardan camlardan avaz avaz bağırtan ekoldendik. Ablama göre daha feminen bir tip olan ben bile, fistolu elbiselerini erik çalarken kirleten bir sokak kızıydım.

....Kural denebilir mi bilemem ama bizim mahallede müthiş bir takas ekonomisi vardı. Mesela benim ilk arabam, patenlerime karşılık aldığım muazzam bir bilyeliydi.

...Küçük tüp ve Ramazan ayında pide almaya ekip halinde gidilirdi... Eğer birine aşıksan bu mutlaka diğer arkadaşların arsız şakalarıyla açığa çıkardı...

...Ve bizim mahallede halı yıkama işi kesinlikle biz çocuklara aitti. Aynı gün birkaç evin halısı, trafiği daha az işlek olan arka sokağa yayılır, hortumlar, fırçalar, omolar, arap sabunları hazırlanır ve şenlik musluğun açılmasıyla başlardı. Aslında biz halı yıkamıyor artistik buz pateni yapıyorduk...

Daha çok şey hatırlattınız ama bu kadar yeter.‘‘

Mektup 2:

‘‘Benim çocukluğum sizinki kadar eskilere dayanmasa da paylaşmaya dair söylenecek sözlerim var. Ben çocukluğumu sürekli mekan değiştirmelerle hatırlarım... Babam devlet memuruydu. Yüzlerce çeşit insan tanıdım. Her tabakadan her seviyeden. Ve çocukluğumda bitmek tükenmek bilmeyen sohbetlere tanıklık ettim. İnsanların birbirlerini çıkarsız, ne denli sevebildiklerini gördüm. Benden yaş itibariyle büyük olan Kenan ağabeyimin, biz mutlu oluyoruz diye saatlerini bizim için nasıl da zevkle harcadığını gördüm. 18'imdeyken onun ölüm haberini bir yerlerden aldım... Henüz 28'indeydi. Günlerce ağladığımı hatırlıyorum. Çocukluğumun en güzel adamına ağlıyorum. Yüzümü en çok güldüren adamına... Beni yalnız bıraktığı için, çocukluğumuza ihanet ettiği için kızıyorum içten içe...'

* * *

Mektup 3:

‘‘Yaşamadan bilemez insan. Dinler, anlar ve ekstra olarak tahmin eder belki ama asla bilemez sokağa çıkmak için kuralları yıkmam gerektiğini. Sokak çocuğu olmamam için nasıl çabaladığını canım annemin. Ve içimdeki çocuğu kendi kendime büyütmek zorunda kalışımı.

Bana göre iyi olmakla, aileme göre iyi olmak arasında o kadar büyük bir uçurum vardı ki, ben 42 annem 65 yaşına geldik ve hala aşamadık o uçurumu.

İşte ailemin kurallarından sadece birkaçı:

Sokağa çıkmak yasak (pencereden oynayanları seyretmek değil ama... Ağzımın suyu aksa bile seyrederek tatmin olmaya çalışırdım.)

Yemekten önce bir şey yemek yasak (canımın istediği zaman değil de herkese uygun zamanda yemek zorunluluğuna karşı yıllarca zayıf olmamdan şikayet edip gece 12'de çiğ yumurta ve ballı sütü, kokusundan nefret ettiğim için burnumu tıkayarak içmezsem bir de üstüne dayak yerdim.

Büyüklerin sözüne karışılmazdı. Gerçekte var olmayan ve hep hayali ile yaşadığım kendime ait bir odanın bile eşyalarının rengini seçme hakkı büyüklerindi. Böyle bir odam hiçbir zaman olmadı.

Yemeğin en güzel en etli tarafı babalara verilirdi.

Altın Kural: Derdini ve isteklerini söylememek..‘‘

* * *

Mektup 4:

‘‘Benim çocukluğum üç mahallede geçti. Oturduğumuz çevrede oyun alanı yoktu. Ama; her horoz kendi çöplüğünde öter misali, sokak ayırımı vardı. Diğer sokaktaki kızlara; 'Bizim sokağımızdasın, ona göre; ayağını denk al' imajı çizerdik. Genelde bina aralarındaki kömürlük üstleri, merdiven tepelerinde alabildiğine tepinmek. Eski kilimlerimiz, annelerimizin verdiği eski tencere, kaşık vs. Şimdiki gibi, her çeşit oyuncak, güzel bebekler alınmıyordu. Bizim için, plastik bir tane bebek yeterliydi. Annem yünden pantolon ve hırka örmüştü, onları giydirirdim bebeğime. Bir ev ortamı hazırlayıp, evcilik oyunu oynardık... Susadığımız ya da acıktığımız vakit; kimin annesi daha iyi hoşluyorsa, onların kapısının önünde biterdik. Oyun kurallarımız oyun sırasında ne gerekiyorsa onu yapmaktı. Ama annemin öyle kuralları vardı ki... Rahat bir oyun oynatmazdı. Bütün annelere seslenmek isterdim. Çocuklarınıza biraz olsun çocukluğunu yaşattırın. Ben, fazla muziplikler yapamasam da, oyunlardan vazgeçmedim.‘‘

* * *

Not: Elimde birbirinden daha ilginç ve güzel duygular taşıyan onlarca mektup var. Bunları yayınlayamadığım için yazarlarından özür diliyorum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!