Hayat bir oyundur! (II)

Güncelleme Tarihi:

Hayat bir oyundur (II)
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 17, 2003 13:48

Geçen hafta yazdığım 'Hayat Bir Oyundur' başlıklı yazıya büyük ilgi gösterildi. O yazıda:

‘‘Çocukluğumuzda hayal hanelerimizde kurguladığımız oyunların esasında gerçek hayatın nasıl olması gerektiğine dair bir hazırlık gösterisi olduğunu hiç düşündünüz mü?‘‘ diye yazmış, bizim mahallenin kurallarını sıralamıştım.

Sokak çocukluğunun en büyük özelliği ve tadı 'kuralları kendinin yaratabilmendir'.

İnsan bu hakkı bir daha hiç bir zaman kazanamaz.

Yazının sonunda sormuş ve rica etmiştim.

‘‘Sizin kurallarınız nelerdi?

Ne olur bana yazın!‘‘

İşte bu çağrıma bir sürü mektup geldi.

Meğerse insanlar 'sokak çocukluğunu' ne kadar çok özlerlermiş.

Bu hafta ve gelecek hafta bu mektupların bazılarını yayınlayacağım. Çok tatlı ve anlamlı mektuplar.

* * *

Mektup 1 (Bir hanımefendi yazıyor):

‘‘Sayın Cüneyt Bey,

Hürriyet'teki yazılarınızı beğenerek takip ediyorum. Bugünkü 'Hayat Bir Oyundur' yazınızı da okudum. Ne güzel kurallarınız varmış. Benim çocukluğumda maalesef böyle güzel kurallara yer yoktu. İzmir'in Alsancak semtinde geçti ilkokul yıllarım. Kız arkadaşlarımızla büyüdüğümüzde birlikte oturacağımız bir ev hayal ederdik çocuk naifliği ile. O yıllardan en çarpıcı anım yaşıtım olan mahallenin en kavgacı çocuğu 'Bahadır' ile aramızda geçen ve bizden başka kimsenin bilmediği dövüş sahnesidir. Ben çok zayıf, hani üflesen uçacak bir çocuktum. Bir gün bakkala giderken Bahadır'la karşılaştım. Sokakta kimse yoktu ve bana sataşacağanı bakışlarından anladım. Zaten herkese sataşırdı. Görünüşte o benden fiziksel olarak ve agresiflikte kesinlikle güçlüydü. Ama kaçarsam her karşılaşmamızda beni rahat bırakmayacağını düşündüm. Küçük boks maçımız berabere sonuçlandı. Onun kıpkırmızı olan yüzünü hatırlıyorum. Kimbilir benim yüzüm nasıl olmuştu. Daha sonra hayatta da benzeri bir davranış biçimi geliştirdim. Ama maalesef oğlum benim gibi olmadı. Olmak zorunda değil bunu biliyorum...‘‘

* * *

Mektup 2:

‘‘Cüneyt bey,

Hayat oyun mu, yoksa oyundayız da hayatı mı oynuyoruz, bilemiyorum. Ama mezuniyetten beri işlerim hep ters gidiyor. Askere gittim geldim. İş bulamadım. Buldum, beğenmedim. Beğendim anlaşılmadım. Aşık oldum, sakladım. Sevildim, sevdim. Kandırıldım. Evlendim. İki ay sonra boşandım. Yapmadığım iş kalmadı. Anketörlükten tutun da garsonluğa kadar... Ne bileyim hayatta tutunamıyorum... Artık aşktan da şüphe ediyorum... Sizce benim sonum ne olur? Umutsuz bir vaka mıyım yoksa bu oyunlar bana hayatı mı öğretiyor? Annem ve babam hayatlarında hiç aşık olmadıkları için bu hayat oyununu anlamıyorlar...‘‘

* * *

Mektup 3:

‘‘Kuralsızlardandım ben... Sokağı olmayanlardandım... Öğretmen bir anne ile serbest çalışan bir babadan oluşan bir ailenin, yanlış da olsa, çok korunaklı büyüyen tek çocukları... Hiç sokak maceram olmadı benim. Hiç annem çağırmadı beni eve ya da hiç sokak arkadaşım olmadı. Bir yerlerimi düşüp kanatmadım sokakta koştururken... Bizim orada yaşıtım çocuklar var mıydı onu bile hatırlamıyorum... Ve içimde hep ukde kaldı, sokakta oynamanın o bilmediğim tadı...‘‘

* * *

Mektup 4:

‘‘Merhaba Cüneyt Bey,

Madem sordunuz ben de cevap vermek istedim. Çünkü günümüz çocukları ne oyunları ne de kuralları pek bilmiyorlar ve bu durum açıkcası beni de üzüyor. Dediğiniz üzere sokak kavramıyla tanışamıyorlar.

Mahalle maçlarındaki uyguladığımız ve değinmediğiniz birkaç kuralı da ben yazayım dedim:

a) Bacak arasından (beşlikten) top geçer ve gol olursa beş sayılırdı. Rakibe göre bu iki-üçe de düşebilirdi.

b) Maçın süresi dediğiniz şekilde olabildiği gibi 7'de haftaym 14'de biter şeklinde de olabilirdi. (3-6, 5-10 gibi de olabilir ama nedense haftanın gününden midir nedir, 7-14 yaygındı bizde). Sizden sonra sahayı bekleyen diğer takımlar çabuk gol atılıp bitmesini isterdi. İlk yarı 20 dakika içinde biterken ikinci yarı 1-2 saate kadar da uzayabilirdi.

c) Eğer takımın birinde diğer çocukların da kabulü olan iyi bir oyuncu varsa diğer taraf bir kişi fazla oynatabilir, yoksa oynatılmaz.

d) Kalelerde direk olmadığı için top üstten geçerse kalecinin boyunun yetişebileceği yerden geçerse gol sayılır, yoksa aut olur.

e) Kargaşalı kural durumunda topun sahibi kim ise onun dediği olur. Sahanın durumuna göre bazı kuralları top sahibi belirler.

f) Plastik topla oynanıyorsa ve oyun içerisinde patlarsa ya da evine, bahçesine kaçan teyze/amca topu keserse oraya atan çocuk yeni topu alır. Ya da riskli bölgede oynandığı biliniyorsa önceden şartlar belirlenir, ortak da alınabilir. Topu atan çocuğa da okkalı bir küfür savrulur.‘‘

* * *

Bu satırları yazan insanlar, çocuk değil, yetişkin insanlar!

Sadece bir zamanlar çocukturlar.

Ben onları muazzam bir keyifle okuyorum. Ne olur siz de çocukluk kurallarınızı yazın.

Haftaya devam!
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!