Hanefi Avcı için ilginç iddia: Cemaatçiler gelip helallik istedi

Güncelleme Tarihi:

Hanefi Avcı için ilginç iddia: Cemaatçiler gelip helallik istedi
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 14, 2015 10:28

ESKİ Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 3 yıl 9 ay süren cezaevi günlerinden sonra kaleme aldığı ‘Cemaatin İflası’ adlı kitabı ile yine gündemde. Kitap fuarlarında, imza günlerinde buluştuğu okurları ile iletişiminde bugüne kadar Avcı’yı en çok etkileyen ise özellikle dindar-muhafazakar kesimden gelen ‘Helallik’ talepleri ve cemaatçi olduğunu söyleyen bir lise son sınıf öğrencisinin imza gününde anlattığı, “Hz.Musa ile Hz.Hızır kıssasını” cemaatin yorumlayıp yapılan tüm haksızlıkları nasıl normalleştirdiklerine dair yorum oldu.

Haberin Devamı

Hanefi Avcı, ‘Cemaatin İflası’ adlı kitabının imza günü için mayıs ayında Akmerkez’dedir. Gelen okurlarıyla hem sohbet eder, hem imza verir. İmza gününün sonlarına doğru Hanefi Avcı’nın standına genç bir okuru yaklaşır, elindeki kitabı imza için uzatır. Yaşı henüz 17-18 yaşlarında olan genç, cemaat okullarında yetiştiğini be tarzda bir eğitim aldığını söyledikten sonra Avcı’dan önce ‘Helallik’ ister. Hellaleşmenin ardından genç, hukuksuz tutuklamalara ve yasa dışı telefon dinlemelerine karşın ‘cemaatin’ kendini neden ‘haklı’ olarak gördüğünü anlatmak istediğini söyler. Avcı’nın şaşkınlıkla dinlediği genç, “Hz.Musa ile Hz.Hızır arasındaki kıssayı bilirsiniz. 2011 yılında Zaman Gazetesi’nde Ali Ünal bunu köşesine taşımıştı. Orada cemaatin yapılan hukuksuzluklara karşı kendini nasıl iyi hissettiğinin şifrelerini bulacaksınız. O yazı çıktığı gün bizlere, olan bitenin açıklamasını bulmamız için bu yazıyı okumamızı önermişlerdi” dedi.

Gencin yanından ayrılmasının ardından Hanefi Avcı’nın yaptığı ilk iş Ali Ünal’ın 4 Nisan 2011’deki o yazısını okumak oldu.

Yazıda geçen şu cümle 2007’den beri olup biteni açıklamaya yeter nitelikteydi: “Masum çocuk bir sebeple ölür veya onu bir başkası bizzat iradesiyle öldürür, oysa onun ölümüne hükmeden Kader’dir. Fakat Kader hükmünü verirken, onu icra edecek iradeyi de elbette nazara alır. Dolayısıyle kimse yaptığından kaderi sorumlu tutamaz. Hocaefendi, bir bakıma mananın, Kaderin elini temsil eder. Mani hükmünü verdiği zaman (donmuş) nazik suyun demiri parçaladığı gibi madde onun önünde duramaz.”
Hanefi Avcı işte o gün imza gününde bir gencin kendisine aktardığı sözlerden sonra okuduğu bu yazıyı şöyle yorumluyor: “Benim için çok anlamlı bir gündü. Bugüne kadar cemaatin tabanını bu kadar hukuk cinayetine nasıl ikna ettiklerini anlamaya çalışıyordum. O yazıdan ve gencin anlatımları sonunda anladım ki, tabanlarını Fethullah Gülen’e bu kutsiyetleri vererek, yapılan onca hukuksuzluğu hepsinin bir nedeni var’ diye açıklıyorlarmış. Maalesef çok acı verici bir durum.”
Hanefi Avcı, imza günlerinde ‘helallik’ isteyenlerin bir çoğunun dindar-muhafazakar kesimden olduğunu bunların arasında cemaatçilerin de bulunduğunu söylüyor; “Bugüne kadar gittiğim her imza gününde gününde en az 5-10 kişi ‘hellallik’ istiyor. Bunların bir çoğu geçmişte ‘cemaate’ mensup olmasalar da islami gelenekten geldikleri için cemaate sıcak bakan insanlar. Bazıları da, eskiden cemaat mensubu olduklarını, şimdi ise yolarını bu yapıdan ayırdıklarını söyleyen kişiler.” diyor.
Avcı, Aydınlık Gazetesi’nden Mehmet Bozkurt’a verdiği röportajında da İslami kesimin kendi içinde bir sorgulama yaşadığını, bunun da travmatik etkiler doğuracağını belirterek, “Sağ camia cemaate hep saygı duyuyordu. Bence islami kesimler bu travmayı ilerde daha da yaşayacak. Ciddi olarak islamiyete, insanlığa hizmet ediyor diye cemaate çok büyük bir destek vardı. ‘Biz bunlar, devlete topluma zarar versin diye bunlara destek verdik ?’ diyen bir çok insan üzüntü yaşıyor” diyor.

Haberin Devamı

Ali Ünal'ın 4 Nisan 2011'de Zaman Gazetesi'nde yayınlanan Hz.Musa-Hz.Hızır kıssasını anlamayan başlıklı yazısının tamamı şöyle:

Haberin Devamı

Hadiselere sadece zahirî sebep–sonuç ilişkisi penceresinden, yani materyalist açıdan bakan, dinî aklîliği veya rasyonaliteyi bilemeyen, Din'e ya Hıristiyanca veya materyalist bilim açısından yaklaşan insan, İslâm'ı da, Müslüman'ı da, Müslümanların davranışlarındaki maksadı, sebep ve faktörleri de anlayamaz; anlayamayınca herhangi bir hadiseye Erzurum'daki "dinci" ile İstanbul'daki "dinci"nin aynı anda aynı tepkiyi vermesinde bir örgüt yapısı ve örgüt haberleşmesi arar; ortada böyle bir şey olmadığı için aradığını bulamaz; bulamayınca uydurur. İşte, Fethullah Gülen Hocaefendi ve bütün faaliyetleriyle "cemaat", bu anlayamamanın, daha da kötüsü, yanlış anlamanın ve uydurmanın kurbanıdır.

Kur'an-ı Kerim'de anlatılan Hz. Musa (as) ve Hz. Hızır (as) kıssası, bize Hocaefendi'yi, "cemaat"i ve "cemaat" etrafındaki spekülasyonları anlamamıza ışık tutuyor. Bu kıssada insanlık tarihindeki bütün hadiselerin manâsını, hadiselerdeki hikmetleri, Kader–insan iradesi münasebetini, hiçbir hadisenin başka hadiselerden bağımsız tekil bir hadise olmadığını, konjonktür dediğimiz şeyin aslında Kader–insan iradesi münasebetleri temelinde hadiseler bileşkesi olarak Kader'in örgüsünden ibaret bulunduğunu ve manânın madde üzerindeki hakimiyetini okuruz.

Söz konusu kıssa, Hz. Musa ile Hz. Hızır'ın bir yolculuğunu anlatır. Hz. Musa, insanlık âleminin zahirinde, Hz. Hızır ise bâtınında vazifelidir. Hadiseleri anlamak, zahir ile bâtını birlikte görmeyi gerektirdiği için, Cenab-ı Allah (cc) bâtında yaptırdığı bu yolculukla Hz. Musa'ya bir bakıma seyr u sülûkünü veya miracını tamamlatır. Bu yolculukta Hz. Hızır, bindikleri gemiyi sağlam gemileri gasbeden kraldan kurtarmak için deler; büyüdüğünde şerli olacak, anne–babasını da yoldan çıkaracak diye bir çocuğu öldürür; yıkılmakta olan bir duvarı doğrultur ve karşılığında ücret almaz. Yapılan bu üç işten birincisi sahibinin izni olmadan yapıldığı için, ikincisi ise mutlak manâda Şeriat'ın zâhir hükümlerine terstir; bu bakımdan Hz. Musa itiraz eder. Önce hemen belirtelim ki, Hz. Hızır, yaptıklarını zâhir veya maddî âlemde yapmamıştır; öyle yapmış olsaydı, Hz. Musa itirazlarında elbette haklı olurdu. Çünkü, meselâ gelecekte şerli biri olacak diye masum bir çocuk öldürülmez. Hz. Hızır, yaptıklarını bâtın, manâ veya sırf Kader âleminde yapmıştır; onları maddi âlemde icra eden ise başkaları olabilir. Yani bir başkası keyfî olarak gemiyi delmiştir veya gemi bir kayaya vurarak delinmiştir. Çocuk zahirde başka bir sebeple ölmüştür. Hz. Hızır, sırf Kader'in elidir, hadiselerdeki manâyı ve asıl hikmeti temsil eder. Onun sırf Kader, bâtın veya manâ âleminde yaptığını, maddî âlemde bir başkası bir başka sebeple icra eder. Kader, hem aslî hem zahirî sebeple neticeye bir bakar; yani sebep ve netice için iki ayrı kader yoktur. Masum çocuk bir sebeple ölür veya onu bir başkası bizzat iradesiyle öldürür; oysa onun ölümüne hükmeden Kader'dir. Fakat Kader hükmünü verirken, onu icra edecek iradeyi de elbette nazara alır. Dolayısıyla kimse yaptığından Kader'i sorumlu tutamaz.

Hocaefendi, bir bakıma manânın, Kader'in elini temsil eder. Manâ hükmünü verdiği zaman, (donmuş) nazik suyun demiri parçaladığı gibi, madde onun önünde duramaz. Her şeye maddî açıdan bakanlar da ortada örgüt arar, "ordu" arar; bulamayınca da uydururlar ve kendilerini mahkûm edecek hata üstüne hata yaparlar; Bahçeli ve diğerleri gibi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!