Hande alıştırdı

Güncelleme Tarihi:

Hande alıştırdı
Oluşturulma Tarihi: Ekim 23, 2007 00:00

Hande Ataizi ile Fazıl Say'ın yolları çoktan ayrıldı, ama edindikleri alışkanlıklar hâlâ değişmedi.

Haberin Devamı

Hande alıştırdı
Ünlü oyuncu Hande Ataizi ile piyano virtüözü Fazıl Say'ın yolları çoktan ayrıldı, ama birlikte oldukları dönemde edindikleri alışkanlıklar hâlâ değişmedi. Sigara tiryakisi Fazıl Say, Hande Ataizi ile birlikte olmaya başlayıncaya kadar Gitanes marka sigara kullanıyordu. Ancak Ataizi'nin tercihi, çok geçmeden bu alışkanlığını silip attı. Güzel oyuncunun elinden düşürmediği aromalı puro Backwoods, Say'a kullandığı sigarayı değiştirtti. İkilinin yolları ayrılsa da, bu alışkanlık kalıcı oldu. Say, son olarak Aralık dergisine verdiği röportaj fotoğraflarında, elinden Ataizi'nin kullandığı purolardan biriyle yansıdı.

Haberin Devamı

Popüler olana önyargı var

Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say, Aralık dergisi için, aralarında Fenerbahçe Kulübü'nün 100. yılı dolayısıyla bestelediği Fenerbahçe Senfonisi'nin de yer aldığı başlıca yapıtlarını değerlendirdi ve sanat hayatını anlattı. "Türkiye'de popüler olana bir önyargı olduğunu belirten Say, "Bu durum beni üzüyor" diye konuştu.

Opera bugün artık müzelik oldu...

- İşte bundan sonra ikinci bir soru ortaya çıkıyor. Yaptığımızı toplumla nasıl paylaşırız. Diyelim ki çağdaş bir senfonik müzik besteledik. Reaksyon yani, itici güç ne? Bana geri dönüşü ne? Seviliyor muyum? Kaç kişi tarafından? Bütün bunlar var. Şimdi Lütfi Kırdar ya da AKM'de 1000-1500 kişi dinledi, alkışladı. Sonra sokağa çıktım. 15 milyon kişi evde. Tatmin nerede? Yani onbinde birde misin? Bizim bakkalı da bin kişi tanıyor. Besteciyi motive edecek nedir? Ondan sonra madem öyle "15 milyonluk şehrin belki tamamına değil ama bir milyonuna hitap edebileceğim şey ne olabilir?" diye düşünüyorum. Herkes düşünüyor, düşünmeyen yok.

Müziğin beslendiği yerlerden biri beğenilmektir değil mi?

- Beğenilme isteği paradan daha önemli. Bazı insanlar koku alır. Yani "şöyle bir şey yaparsam bunu zaten herkes beğenir" gibi bir koku alır. Örneğin "Kara Toprak" öyle bir vurgudur. Sivas'ın bir köyünden, New York'un, Paris'in en güzel konser salonlarına uzanan altı dakikalık bir parça; ama oradaki hissiyat tüm gezegeni koklayabilmişliktir.

/images/100/0x0/55ea6dc1f018fbb8f87f4ea6
Herkesin beğenebiliyor olması çok zor. Benim bir daha o kadar etki yapan bir parçam olmadı. "Fenerbahçe Senfonisi"ni Tokya'da çalsak "Kara Toprak" kadar vurucu olmayacağına eminim. Beğendik beğenmedik bir yere kadar.

Bestecinin kendisini tatmin edenlerle beğenilme hırsını tatmin edenler her zaman aynı olmayabiliyor. Siz yaşıyor musunuz öyle bir duygu? Aslında bir yandan, mesela "Kara Toprak" gibi bir etki yakalayabilmek isterim" diyor musunuz?

- İpek Yolu çok iç sese dayalı bir çalışma. Ben oradaki parçaları her yere gideyim çalayım parçası olarak düşünmemiştim; sonra her yere gidip çaldım o başka. "Kim ne düşünüyor" diye, ilgilenmedim bile. O zaman da yanındaki diğer parçalarla bir denge sağlama kaygısı ortaya çıkıyor. Yanında bir tane Mozart konçertosu çalayım, kolay dinlenen bir klasik müzik eseri çalayım, bu biraz dikenli bir parça, çağdaş bir eser çalsam, herkes sevmeyebilir vs., böyle olunca da birbirlerini dengelemeleri sorununu yaşıyorsunuz.

Bu noktada çok kişisel birşey soracağım. Sizin için İpek Yolu'nun yolunu izlemekle Kara Toprak'ın yolunu izlemenin anlamı ne oluyor?

- "Kara Toprak" dikensiz, rahat dinleniyor; öbüründeyse çağdaşlık ve klasik müzik dinleyicisinin hoşuna gitmeyebilir kaygısı var.

Peki Fenerbahçe Senfonisi'ndeki durum ne?

- Orada kitle sayısının iyice genişlemesi söz konusu.

"Kara Toprak"la Fenerbahçe Senfonisi'nin arasında da fark var.

- Var. Biraz da söz de giriyor işin içine. Fenerbahçe Senfonisi'nin Fenerbahçeli olmakla, Fenerbahçe Kulübü'yle, tarihiyle, bizim maç seyrederken aldığımız coşkuyla veya hüsranla ilgili bir konusu var. Epey uzun bir bölüm olan ikinci bölüm, aslında hüsranı anlatıyor. Senfoni, Fenerbahçe'nin yarattığı etkilerle ilgili.

SAMİMİYETSİZ HİÇBİR İŞE GİRMEM

Hande alıştırdı
Peki şimdi eskilerde, daha çok solcu olduğumuz zamanlarda kullandığımız bir laf vardır; şimdi tırnak içinde kullanacağım: "kitle kuyrukçuluğu" derdik biz o zaman. "Kara Toprak"ta bir buluşma var. Sanki orada bestecinin öznelliğiyle dinleyicinin öznelliği çok denk düşüyor. Ötekinde sanki doğrudan dinleyicinin tepkileri hesaba katılarak mı beste yapılıyor?

- "Kitle kuyrukçuluğu", çok haklısınız; ama o kuyruk, benim Metin Altıok Ağıtı'nın İKSV ve Kültür Bakanlığı sansürlediğinde sesini çıkarmadı. Kuyruktan bir yardım gelmedi. Basında bu konu çok yazıldı ama kimse ilgilenmedi. Ben Metin Altıok Ağıtı'nı yazarken tek kuruş kazanmadım. Dediğim gibi ben bakkal dükkanı mı işleteceğim bu durumda? Beste yapacağım, altı ayımı vereceğim ve aç mı kalacağım. Fernerbahçe Senfonisi'nde maddiyat vardı. Türkiye şartlarında fazla birşey edğil belki ama vardı. Beethoven son sonatlarını yazarken dünyanın en zengin adamlarından biriydi. Kapısının önünde çadırlar kuruyordu gençler; onu evinden çıkarken, ekmek almaya giderkenbir kerez görebilmek için. Onun şartlarına bakınca parası var, sağır, biraz da deli, içine kapanık. Seneler sonra dinlenilmesi gereken müziği yazabilir, aklına zaten sadece o gelir. Şimdi 37 yaşındaki benden ne bekliyorsun. Nasım, Metin Altıok, Aşık Veysel, bütün bunlara ben kendim gidiyorum. Sonra bir Fenerbahçe Senfonusu yazıyorum büyük bir samimiyetle. Samimiyetsiz hiçbir işe girmem. Fenerbahçe işine girip girmemeyi çok düşündüm. Dediğin kuyruk durumundan dolayı.

Bütün bu plak şirketi, müzik yayını türü müzik örgütlemesinin, maddi sorunların çözülmesinde ve müzisyenin bir girişimci olarak varolmasında nasıl bir rolü var? Burada bir çıkış yolu var mı?

- Ben çıkış yollarını görebilme açısından bir örneğim. Yadırgıyorsanız da yadırgıyorsunuzdur, gerçek bunlar.

Haberin Devamı

Peki Kültür Bakanlığı'nın teklifi üzerine yaptığınız eserlerden telif alıyor musunuz?

- Alıyorum ama tek atımlık şeyler bunlar. Hadi fiyat da vereyim. Nazım Oratoryosu'nu bestelemek için 15 bin dolar almıştım. Sekiz aylık bir eser. Buna her şey dahil.

Böyle birşey olabilir mi? Pop müzik besteleri bile 20 bin dolar...

- Bu sadece Türkiye'de değil dünyada böyle. Sertap Erener, Sezen Aksu ve Zuhal Olcay'la çok iş yaptım. Müzikal olarak hoşuma giden sonuçlar oldu. Zuhal Olcay mesela. Nazım Oratoryası'ndaki şarkılara çok yakışmıştı. Peki orada da sizce o kuyruk lafı var mı? Demin bir kuyruktan bahsettiniz? Bence var. Gerçekleri konuşalım. "Kitle kuyrukçuluğu mesela Çaykovski'de var mı? Vardır herhalde. Türkiye'de sanatçı polemiklerinde hep düşmanlık vardır. Mesela Orhan Pamuk polemikleri, benim polemiklerim, şunun polemikleri. Birisi ne zaman sanatçı olsun, düşmanlık var.

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55ea6dc1f018fbb8f87f4eaa
Ama yalnız Türkiye'de değil bütün dünyada bu böyle değil mi?

- Fransa'da böyle değil. Orada bir tartışma düzeyi var. Benim 98'de çıkan Bach serimde tartışma ikiye bölünmüştü. Bu satışlar için bir CD'nin başına gelebilecek en güzel durumdu. Bir taraf seviyor, bir taraf nefret ediyor; ama artık klasik müzikte bu kalmadı. Bir tane Bach CD'si yapılacak da halk ikiye bölünecek diye bir şey yok. Türkiye'de zaten böyle bölünmeler, eleştiriler yok. "Hande Ataizi'yle çıkıyorsan iyi Beethoven çalamazsın", gibi yargılar ya da "Fenerbahçe Senfonisi besteleyen adam" olarak tanımlamalar var.

Bu sizi yoran bir şey değil mi?

- Beni yormaktan ziyade üzüyor. Ben bunun genel bir toplum sorunu olduğunun farkındayım. Popüler olana bir önyargı var. Popüler olan şey iyi olmaz.

Haberin Devamı

Beste albümü yolda

Bestecilik olarak siz kendinizde nasıl bir yön hissediyorsunuz?

- Bestecilik çok daha soyut bir durum. Bestecilik devam edecek. Nereye gidecek? Bilmek için kâhin olmak lazım. Benim yeni yapacağım üç, dört eser stil olarak bambaşka olacak. Onlar daha kendim için yaptığım işler olacak.

- Yeni albüm var mı tezgâhta?

Beste albümü bu sene yapılacak. Keman konçertosu ve benim 2005'teki "Thinking Einstein" var. Einstein yılı için o ikisinin olacağı bir albüm düşünüyorum.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!