Gündelik hayatın tarihi

Güncelleme Tarihi:

Gündelik hayatın tarihi
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 26, 2001 00:00



Haberin Devamı

Faruk Bildirici'nin altıncı kitabı ‘‘Anıtkabir Racon Zambak’’ yayımlandı

‘‘Siluetini Sevdiğimin Türkiye'si’’nde tanıdık simaların, tanınmayan yaşam öykülerini anlatan Faruk Bildirici bu kez ‘‘Anıtkabir Racon Zambak’’la okuyucularının karşısında. Bildirici, yeni kitabını ‘‘akıp giden zamanın ritmine uygun kalem oynatma çabası’’ olarak niteliyor: ‘‘Kum saatleriyle dostluk kurmak öğreticidir. Zamanın hızla akıp gittiğini ‘görmenin' ender yollarından biridir, gözlerini dikip onları izlemek. Siz akıp giden kumları izlerken, her kum taneciği aslında sizin yaşamınızdan bir zaman dilimini çalıp götürmektedir. Ne yazık ki, ne gözleriniz yakalayabilir kum taneciklerini, ne de siz onların taşıdığı zamanın peşinden gidebilirsiniz. Zaman da en az su kadar akışkandır; hiçbir kum taneciğinin sırtlayıp götürdüğü zaman dilimini bir kez daha yaşayamazsınız.’’ Son yıllarda köhne gemilerle Avrupa’ya kaçmaya çalıştıklarına tanık olduğumuz mültecilerin geride bıraktıkları yaşam öykülerinden, Amerikan askerlerinin Türkiye'deki askeri üslerde yaşadıkları anılara kadar birçok ilginç olaya kitabında yer veriyor. Cumhuriyet tarihindeki sarsıntılar, Anıtkabir defterlerine yansıyan biçimleriyle anlatılıyor. Nüfus sayımlarındaki yasaklar, kabadayıların mafyaya dönüşmesi, tatbikat, plaket, video kaset ve çelik kapı alışkanlıklarının üzerinden günlük hayattaki değişim kitapta ele alınan konular arasında. Bildirici, ‘‘Anadolu İnsan Bahçesi’’ olarak adlandırdığı bu serinin ilk kitabını daha önce ‘‘Üniforma Slogan Biber’’ adıyla yayımlamıştı. İşte, Bildirici'nin altıncı kitabı ‘‘Anıtkabir Racon Zambak’’ tan bölümler...

DİLİNİZ UZUN MU KISA MI?

İlk nüfus sayımlarında anadil sorusuna doğruyu yansıtmayan yanıtlar alınıyordu. Yer yer de renkli, eğlenceli sohbetler yaşanıyordu. 1945 nüfus sayımında, Ankara'da bir memurun yaşadığı olay da bunlardan biriydi:

‘‘Hamamönü semtinde bir ev reisi, ev halkını yazdırıyordu. Sıra arkasında duran yaşlı hanıma geldi, kayınvalidesi olduğunu neden sonra anladım. Bağrı yanık damat, sayım memuruna:

- Dili Türkçe’dir memur bey, dedi ve sordu:

- Acaba orada dilinin uzunluğu, kısalığı hakkında da bir sual var mı? Varsa onu da dolduralım.’’

Dil sorusuyla ilgili kimi anılar, daha çok fıkralara benziyor. Memur, İstanbullu Yahudi bir kadına soruyor; ‘‘Adın ne?’’ Kodişo. ‘‘Babanın adı?’’ İzak. Sıra anadil sorusuna geliyor, kadın bu kez bağırıyor:

- Türkça, Türkça...

AMERİKAN PREZERVATİFİ

Rick Hudson, 1965-1966 yıllarında Sinop'ta görev yaptı. Ali adlı Türk aşçının yemeklerini ve Bafra sigaralarını unutamıyor. ‘‘Bir avuç genç çocuk savunmamız için çok önemli bir iş yapıyorduk.’’ Bu değerlendirme, Amerikan askerinin Türkiye'de, Sovyetler'e karşı yürüttüğü misyonu ne kadar önemsediğini kanıtlıyor. Ama Sinop deyince Hudson'un hatırladığı favori öykü, Amerikan prezervatiflerinin peşinde koşan bir Türk ile ilgili... Hudson, Sinop'a gelişinden sonra birçok Türk'le tanışmıştı. Üste çalışan bir Türk de dostları arasındaydı. Bu Türk, Hudson'dan sık sık Amerikan prezervatifi istiyordu. Hudson arkadaşını kırmıyor; her istediğinde üste sadece Amerikalılar’a satış yapan küçük mağazadan prezervatif alıp veriyordu. Ancak prezervatif isteklerinin ardı kesilmiyordu. Bir, iki, üç, beş... Sonunda Hudson dayanamadı:

-Neden Amerikan prezervatifi istiyorsun? Sizde satılmıyor mu?

-Amerikan kondomları çok iyi, bizde satılanlar pek iyi değil.

Hudson'un bu açıklamadan tatmin olmadığını gören Türk, sözlerini sürdürdü:

- Amerikan kondomlarını yıkayıp yeniden kullanabiliyorsun. Beş kez kullanılabiliyor. Ama bizim kondomlar sadece bir kez kullanılıp atılıyor...

AT O ÇAPUTİ AL BUNİ

İlk bakışta masum bir istekti. ‘‘At o çaputi, al buni.’’ Siyah-beyaz televizyon ekranlarının başında oturanlar, şaşırdılar. Bu da ne demek? Bez mendili atıp da ne olacak?

Sanatçı Erol Günaydın, sık sık ‘‘At o çaputi, al buni’’ diye tekrarlıyor; bir yandan da elindeki kağıt mendili sallıyordu. İşlemeli, sırmalı, oyalı bez mendilleri atın, atın.

1970'lerde günlerce yayınlanan bu reklam aslında açık bir savaş ilanıydı. Bir tüketim kalıbını kırmayı amaçlıyordu. Yokedilmek istenen öyle 15-20 yıllık bir alışkanlık değildi. Yüzyıllar öncesinden gelen bir mendil kültürüydü. Oyalı işlemeli mendiller geride kalmış, piyasa fabrikasyon bez mendillerin hakimiyeti altındaydı.

Başlangıçta kağıt mendilin bez mendille rekabeti yavaş gitti. 1990'lardan itibaren kağıt mendiller giderek tüm ceplere yerleşti. Bayramlarda büyükler ellerini öpen çocuklara bez mendil hediye etmez oldu. Mendil satılan yerler birbiri ardına yokoldu. Pazar tezgahlarında, tuhafiyecilerde bez mendillere yer kalmadı. Öyle ki, tuhafiyecilere, ‘‘bez mendil’’ deyince boş bakıyorlar. 30 yıl önce ilk kağıt mendili görenler kadar şaşkın ifadeler taşıyor gözleri. Bunlar genç tuhafiyeciler...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!