Gaziantep, korsan terlik merkezi

Güncelleme Tarihi:

Gaziantep, korsan terlik merkezi
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 26, 2003 00:00

Niğde'nin Bor ilçesinde mütevazı bir ayakkabı kalıpçısının oğlu olan Mahir Yoleri, bundan 55 yıl önce çok başarılı bir öğrenciyken baba zoruyla öğrenimine veda edip babasının yanına çırak olmuş.Her Anadolu girişimcisi gibi, yok yoksulluk dinlememiş, çalışmış babam çalışmış. Servi gibi ümitleri birer iğdeye dönünce Bor'un pazarının geçtiğine karar verip sürmüş eşeğin Niğde yerine Adana'ya, oradan da İstanbul'a. Dünün ünlü ayakkabı kalıpçısı Mahir usta, bugünün Türkiye ortopedik terlik dünyasının 70 yaşındaki doktoru Mahir bey. Dişiyle tırnağıyla kazıp, alın teri göz nuru dökerek geçen yarım yüzyıl; artı 5 yıl; çifte kanserle savaş da cabası. Mahir Bey, her sabah 07.00'de İngiliz kumaşından takım elbisesini giyip İtalyan ayakkabılarını ayağına geçirdikten sonra altın çerçeveli gözlüklerini takıp Ulus Mahallesi'ndeki modern evinden çıkıyor. Şoförünün kapıyı açmasıyla son model siyah Mercedes'inin sağ arka koltuğa kurulup günlük gazetelere göz gezdirmeye başlıyor. Atışalanı'ndaki modern fabrikasına geldiğinde oğlu ve sağ kolu Ahmet onu kapıda karşılıyor. Asansörden inip değerli deri mobilyalarla döşenmiş odasına giriyor. Sonra kapısının girişinde ‘‘Kalite sana bağlı, müşteri kaliteye bağlı, işimiz müşteriye bağlı’’ yazılı üretim bölümlerine günlük ziyaretler. Mahir Bey, 70 yaşına meydan okuyor, belki de çifte kansere yenilmemesinin sırrı da bu. Eh, ne de olsa o bir Anadolu kaplanı.Makinelerimi kendim yaptım- Babam bizim oralarda yaşayan Ermeni ustalardan öğrenmiş ayakkabı kalıpçılığını, elde keser, raspa ağaçtan yaparlarmış. Ben 1933 doğumluyum, ilkokulu bitirdikten sonra sanat okulu yatılı imtihanını birincilikle kazandım. Bende Allah vergisi resim yeteneği var, imtihanda çizdiğim teknik resimler öğretmenleri çok şaşırtmıştı. 2. sınıftayken babam kendisine yardımcı olmam için beni zorla okuldan ayırdı. O zamanlar kalıplar ceviz ağacından yapılırdı, sonra kayına döndü. Babam günde en çok 2 çift kalıp yapabiliyordu. Ben kısa tahsilimde teknik resim ve makinenin temel bilgilerini kapmıştım. Bunu kendi resim yeteneğimle birleştirip bir kopya tornası yapmaya karar verdim. Gece gündüz çalıştım, hatta bir ara beynim duracak gibi oldu ama, sonunda başardım. Makinenin bir tarafına modeli bağlıyoruz, öteki taraf kopyasını çıkarıyor. Üretimimiz günde 15 çifte kadar çıktı, 19'dan 45'e kadar bütün numaraları yapıyorduk. İşler gelişince Bor küçük gelmeye başladı, babamdan izin alıp makinemi Adana'ya taşıdım. Adana esnafına günde 60 çift kalıp yapıp satıyordum, yine de yetişemiyordum. Kalıp kerestesi aldığım rahmetli İbrahim Cenanoğlu, bir gün bana ‘‘Sermaye benden, sanat senden, gel bu işi büyütelim’’ dedi. Bunun üzerine hemen 3 torna makinesi daha yaptım. Günlük üretimimiz 200 çifte çıktı ama, hálá esnaf kalıp almak için sıradaydı. 3 sene sonra Adana da küçük geldi bana, 1960'ta İbrahim Beyle birlikte işimizi İstanbul'a taşımaya karar verdik, benim soyadımla onun adını birleştirip firmanın adını da ‘‘Ceyo’’ koyduk. Çarşıkapı Cami Sokağı'ndaki atölyemizde birkaç ay sonra bütün rakiplerimi aşıp kendimi kabul ettirdim. Ötekiler sözde yılların kalıpçılarıydı ama, tarak ölçüsünden bile haberleri yoktu. O hale geldim ki, artık parayı peşin alıp 3 ay sonraya sipariş kabul ediyordum. Makineler yetmeyince teknik resimlerini çizip 5 torna makinesi daha yaptım. 1965 yılına kadar Türkiye'nin 1 numaralı ayakkabı kalıpçısı olarak anıldım, bu baba mesleğimi zirvedeyken bıraktım. 55 yıldır işyerinde gazete okumadım, işimde sadece işimi düşünürüm. Hayatımda hiçbir gün para düşünmedim, bütün hedefim mesleğimde zirveye çıkmaktı, Allah'a şükür bunda da muvaffak oldum. Reçetesiz takunya - 1960'larda bizim ayakkabı imalatçılarının İtalya'ya gidip yeni modelleri görme alışkanlıkları yoktu. Ben birkaç defa gittim, her seferinde de dünyada bu konuda neler olup bittiğini öğrendim. İtalya'dan model alıp burada onu uyguluyordum, hepsi kapış kapış gidiyordu. Bir gidişimde Türkiye'de reçeteyle satılan ortopedik tahta terlikler ilgimi çekti, hemen kendi kafama göre değişik modellerini yapıp çıkardım. Aylar geçti ama, bir türlü isteğim gibi satamıyorum, çünkü sadece eczanelere veriyoruz. Goya'nın sahibi Sudi Bey yakın dostumdu, ondan İstiklal Caddesi'ndeki mağazasının vitrininde benim takunyalara yer vermesini istedim. Amacım bunların reçete ile satılmadığını ispat etmek, herkes alabilir aslında. Sudi Bey bana vitrininin yarısını verdi, özel kutular, pankartlarla orasını bir güzel süsledim. Kısa zamanda satışı patladı. 1978'de Çarşıkapı'dan buraya taşındığımızda herkes markamızı biliyordu, terliğin adı Ceyo olmuştu. Suriye'de korsan üretim yapıp fuara katılan var- 1975'te apartmanlarda tahta terliklerden çıkan sesler yüzünden tartışmalar çıkmaya başlayınca sessiz ve yumuşak bir taban aramaya başladım. Tam o sırada Emin Cankurtaran kendisiyle poliüretan terlik yapmamız konusunda bana bir teklifte bulundu. Vidalı poliüretan anatomik terlik üretimine orada başladık, ama kısa süre ayrılıp kendi işimin başına döndüm. Ben de poliüretanı tercih ettim, çünkü o da tahta gibi çevre dostuydu, doğada yok olup gidiyordu. Daha sonra piyasaya çıkanlar, bizim ürünleri İtalya'ya gönderip korsan kalıplarını yaptırıyor. Gaziantep'teki bazı atölyelerin bu sorumsuz insanlar için korsan imalat yapması da cabası. Bir ara bunları mahkemeye verdim, ama dava sonuçlanana kadar yıllar geçiyor, yaptığım terliği ben bile unutuyorum. Suriye'de bir firma aynen bizim Ceyo logosuyla üretim yapıyor, hatta sahibi utanmadan buradaki bir fuara katılma cesaretini bile gösterdi. Bu konuda benden daha büyük mesleki deneyimi olan Türkiye'de kimse yok. Terlikler de temizlenirTerlik çorapsız, çıplak ayakla giyiliyorsa ayak teri ve ortam kirliliği nedeniyle onu sık sık temizlemek gerekir. Hakiki deri olanlar sabunlu suyla silinir, suni deriler ise sabunlu ılık suyla yıkanır. Kesinlikle çamaşır suyu kullanılmaz ve çamaşır makinesinde yıkanmaz. Poliüretan terlik, özel test makinesinde dünya standartlarına göre 30 bin kere bükülür, kırılmazsa en iyisi demektir. Ben ise fabrikamda 300 bin rakamını uyguluyorum, dünyada bir benzeri daha yok.Poliüretan taban kimyasal özelliği nedeniyle her türlü yağ, motorin, benzin ve asit içeren maddelerden uzak tutulmalıdır.Bunca yıldır hiçbir bankayla kredili iş yapmadım, oğlum Ahmet'e de vasiyetim var, cebinde olanla büyüyeceksin. Ayak giysisinin tabanı, ne kadar sert olursa o kadar sağlıklıdır, ahşabın sırrı da burada zaten. Aslını ararsanız sağlıklı ayakkabının, terliğin tabanının yüksekliği 4 santimden fazla olmayacak.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!