Evde koca, dışarda rejim

Güncelleme Tarihi:

Evde koca, dışarda rejim
Oluşturulma Tarihi: Aralık 01, 1997 00:00

Haberin Devamı

21 yaşında bir kadın düşünün. Duygusal hayatında yaşadığı hayal kırıklığından sonra önüne çıkan ilk erkekle evleniyor. Evlendiği adamın çok zengin olduğunu sanıyor ancak adam gerçekte meteliğe kurşun atıyor. Üstelik mitoman, yani hastalık derecesinde yalan söylüyor. Bu arada kadın kocasının ülkesine yerleşmiş bulunuyor. Birkaç ay sonra ülkede rejim değişiyor, monarşiden şeriat düzenine geçiliyor. Bu da yetmiyor, kuzeydeki komşu ülkeyle sekiz yıl sürecek bir savaş başlıyor. Doğru, bu kadarı Türk filmlerinde bile olmaz. Zaten bu bir Türk-İran ortak yapımı ve senaryo değil gerçek! Bütün bu talihsizlikler İzmirli Ayşe Öztepe'nin başından geçti. Öztepe yaşadıklarını ‘‘İran ve Ben, İran Cehenneminde Beş Kara Yıl’’ adlı kitabında yazdı.

Ayşe, İzmirli bir subay kızı. Akıllı, girişken, okumaya meraklı. Ticaret Lisesi'ne gidiyor. Çocukluktan beri tanıdığı bir genç var, ondan hoşlanıyor. Ne var ki, araya anlamsız bir soğukluk giriyor ve iki genç ayrılıyor. Bu arada Ayşe okuduğu lisede İranlı bir gençle tanışıyor: Rıza. Rıza Ayşe'ye aşık oluyor, onunla evlenmek istiyor. Rıza zenginliğini, İran'daki hanlarını, hamamlarını, annesinin Fransa'da yaşadığını, kardeşinin de orada öğrenim gördüğünü anlatıp duruyor. Ayşe Rıza'ya aşık değil ama kendisine yönelen yoğun sevgiden etkileniyor. Yaşadığı düşkırıklığının da etkisiyle Rıza'nın evlilik teklifini kabul ediyor. Rahat yaşarım, zamanla ben de onu severim, sevmesem de alışırım diye düşünüyor.

Tek sorun, İran'a yerleşince ailesini çok özleyecek olması. Rıza bu konuda genç kadının içine su serpiyor. İstediği zaman özel uçakla, helikopterle onu ailesine getireceğini söylüyor. Zaten bir ayaklarının Fransa'da olacağını, bütün dünyayı gezeceklerini anlatıyor. Ayşe'nin babası da damat adayını beğeniyor. Kızını, onu bu kadar seven biriyle evlendirmenin huzurunu yaşıyor. Rıza uzun uzun yapacakları muhteşem düğünü anlatıyor. Gelinlik kumaşı Fransa'dan alınacak. En ünlü terzilere diktirilecek. Herşey masallardaki gibi olacak. Ayşe yeni bir hayata başlamanın heyecanını yaşıyor.

Düğün tarihi üzerine düşündükleri günlerden birinde, Rıza telaşla eve geliyor. Mallarının yağmalanmakta olduğunu, çok acele İran'a gitmeleri gerektiğini anlatıyor. Ayşe, tamam diyor. Acele bir nikah kıyılıyor. Ayşe, Rıza'nın kolunda İran'a gitmek üzere otobüse biniyor. Otobüs Habur sınır kapısından İran'a girerken, Ayşe de yepyeni bir hayata adım atıyor. Ama ne hayat!

YALANLAR VE BASKILAR

Ayşe Öztepe'nin İran macerası (ya da kabusu mu demeli) işte böyle başladı, beş yıl sürdü. Şimdi bambaşka ve mutlu bir yaşam süren Öztepe'nin, bir ay önce piyasaya çıkan ‘‘İran ve Ben’’ adlı kitabı, orada geçen günleri anlatıyor. Kitabı bir kadının dramı olarak da okuyabilirsiniz, kadına yaşam hakkı tanımayan bir sistemin deşifresi olarak da... Nasıl okunursa okunsun, etkileyici, çarpıcı. Bir edebiyatçının kaleminden çıktığı söylenemez ancak doğal ve samimi.

Ayşe'nin İran'daki yeni hayatıyla ve Rıza'yla ilgili düşkırıklıkları daha ilk günden başladı: ‘‘Saray gibi bir eve gideceğimizi sanırken, kendimi bakımsız, eski bir evde buldum. Rıza'ya bunun sebebini sorduğumda, işlerinin kötüye gittiğini, bir süre annesine ait olan bu evde oturacağımızı söyledi. İçimde bir huzursuzluk hissettim ama birşey söylemedim.’’ Zamanla Rıza'nın, bırakın zenginliği, doğru düzgün bir işinin bile olmadığını anladı.

Ayşe'nin sıkıntısı yalnızca özel hayatındaki tersliklerden kaynaklanmıyordu. İran'a gittiği 1979 yılında ülkede ciddi bir karmaşa vardı. Şah Rıza Pehlevi devrilip yurtdışına kaçmış, arkasından Şah yanlısı İranlılar da ülkeyi terketmişlerdi. Ülkenin yeni lideri Humeyni başa geçip İslami Cumhuriyeti kurdu. Ancak ilk aylarda İran bugüne oranla çok daha açıktı: ‘‘İlk gittiğimde başımı örtmeden, makyajlı dolaşabiliyordum. İsteyen başörtüsü takacak, dediler. Geçen günlerle birlikte başörtüsü konusundaki baskılar arttı. Ülkedeki kadınlar kara çarşaflara büründü.’’

Bu arada sekiz yıl sürecek olan İran-Irak savaşı patlak verdi. Bomba sesleri, sirenler, evdeki huzursuzluklar, ülke içindeki baskılar... Ayşe tatsız bir yaşam sürüyordu.

Betty benden şanslıydı

Kitabınızı yazmaya ne zaman başladınız?

- 1988'de başladım. Ancak iki sene ara verdim. Çünkü o aralar kabuslar görmeye başladım. Bir de kızımın doğumunda ara verdim. Sonra devam ettim. İki sene önce de bitti.

Biri mi teşvik etti yazmaya? Yoksa anılarımı yazayım diye mi başladınız?

- Zaten İran'da yaşarken de düşünüyordum. O rejimi, ailevi durumu yazmayı istiyordum. Rıza şiddetle karşı çıktı. Benim mektuplarım bile önce okunuyordu, sonra postaya veriliyordu. Aileme kötü birşey yazacağım, gerçekleri anlatacağım diye ödü kopuyordu. İkinci kocam Ferdi ile konuştuğumuzda yazma ihtiyacı hissettim. Yazdıkça rahatlıyordum, deşarj oluyordum. Sonra Ferdi teşvik etti. Çok güzel oluyor dedi. Neden bu bizde kalsın, yaz ileride lazım olur dedi. Bastırmayı filan hayal bile etmiyorduk da, en azından çocuklarımız okur diye düşünüyorduk. Sonra bitti. İstanbul'da birkaç yayınevine yolladım. Çok sonra değerlendirmeye alabileceklerini söylediler. Bu arada Yeni Asır gazetesinde benimle ilgili bir yazı çıktı ve İleri Yayınevi kitabı basmak istedi.

Aynı şeyleri yaşadık.Memnun musunuz kitaptan?

- Evet. Ama tam istediğim gibi değil. Çünkü benim anlatmak istediklerim daha çok o şeriat isteyenlere verebileceğim mesajlar silik kalmış. Daha çok karı koca kavgasına dönüşmüş. Türkiye'de yok mu öyle kavga edenler. Aynı tarihlerde Betty Mahmudi, Tahran'da ben de Tebriz'deydim. Kitabındaki olaylardan anladım. Ki o benden daha şanslı. Çünkü o, çok rahatmış, maddi açıdan. Bir de Betty Mahmudi'nin kitabından alıntılar var dedi bir iki kişi. Alıntı yok tabii ki, aynı şeyi o da yaşadı ben de yaşadım.

Tepkileri almaya başladınız mı?

- Yabancıları bilemiyorum da çevreden okuyanlar, benim eski arkadaşlarım, Ferdi'nin arkadaşları cesaretimden dolayı tebrik ettiler.

Rıza bir Amerikalı da olabilirdi, bir Türk de. Sizce yaşadıklarınızın ne kadarı eski eşinizden, ne kadarı İran'dan kaynaklanıyor?

- Yarı yarıya. Bir kere zaten adam olarak çok kötü bir adama düştüm. Bir de kapıdan dışarı çıkıyorsun öyle bir rejim. Her an baskı. Düşünebiliyor musun, Ramazanda yemek kokusu gelen eve baskın yapıyorlardı. Oruç tutmayanı cezalandırıyorlardı. Evde koca baskı yapıyor, dışarıda rejim. Dediğim gibi kitap yayına hazırlanırken bazı yerler çıkarıldı.

Sansüre mi uğradı?

- Hayır. Çok kalın olmasın diye. Daha ilginç olsun diye.

Türkiye gibi bir yere mi gideceğinizi düşünüyordunuz?

- Tabii öyle sanıyordum. Kendi de öyle söyledi zaten. Kapalı filan değiliz, makyajını da yapabilirsin, istediğin gibi de giyinebilirsin dedi. Hakikaten gittiğimde öyleydi. Ama 5-6 ay sonra başörtü ile başladı, ondan sonra tamamen kapanıldı. Kadının hiçbir tarafı görünmeyecek, makyaj yasak, otobüslerde bile kadınlar ayrı erkekler ayrı oturuyorlar. Birbirlerinin oturdukları yerin sıcaklığından tahrik olmasınlar diye.

Yalancıydı

Rıza'dan umudu ne zaman kestiniz?

- Rıza'dan yalanları ortaya çıkınca kestim. Ufak tefek yalanları hep vardı da geçiştiriyordu. İlk büyük yalanı babasıyla ilgili olandı. Bana babasının Humeyni tarafından kısa süre önce katledildiğini söyledi. Meğer o daha çocukken ölmüş.

Gittikten ne kadar sonraydı bu?

- 5-6 ay sonra. Çünkü dillerini bilmiyordum. Azeri Türkçe bizim dilimize yakın olduğu için hemen kaptım. Ben azmettim. Birşeyler döndüğünü farkediyordum. Kendileri açık ettiler. Ben onlara dillerini öğrendiğimi söylemedim. Bilmiyormuş gibi davrandım. Öğrendikten sonra, ben yalanlarını yüzüne vurunca kendi itiraf etti. Tamam benim hiçbir şeyim yok dedi.

Nasıl çıktı ortaya?

- Küçük görümcem Feranek'le albümlere bakıyorduk. Altı ablası evlenmiş, hiçbirinin düğününde babası yok. Baba neden yok dedim. Nasıl olsun, o biz küçükken öldü dedi. Nasıl oldum anlatamam.

Öğrenince ne yaptınız?

- O sırada kağıt oynuyorlardı. Artık sinirlerim patlamıştı. Gittim sen bana bunu nasıl yaparsın diye bağırıp çağırdım. O da bağırdı. Evet işte, yalan söyledim ne var filan dedi. Bir keresinde de, bana kocaman yanmış bir bina gösterdi. Bak, ben İzmir'de senin peşinde koşarken benim bu mağazam yağmalanmış, dedi. Sonra çarşıya çıktığımız bir gün Feranek o binayı gösterip bak bu güzelim sinemayı da yaktılar, dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!