Elektronik müziÄŸe sevdalı adam

Güncelleme Tarihi:

Elektronik müziğe sevdalı adam
OluÅŸturulma Tarihi: Åžubat 01, 2003 00:00

‘‘Tüm dünyada elektronik müziÄŸin öncüsü olarak tanınan, Rockefeller bursuyla gittiÄŸi ABD'de neredeyse bütünüyle kendi ürettiÄŸi aletlerle kurduÄŸu müzik atölyesinde birçok ünlü besteci yetiÅŸtiren bir büyük sanatçı. Ama kendi evlatlarına fırsat tanımayan, onları aynı sıradanlık tezgahından geçiren bir ülkede doÄŸduÄŸundan, küçük bir çevre dışında neredeyse tanınmıyor.’’ Sözü edilen kiÅŸi, Bülent Arel. MüziÄŸini ve kendisini çok yakından tanıyan Filiz Ali, onun 1990'da ölümünün ardından Cumhuriyet gazetesinde yazdığı yazıda verdiÄŸi sözü tuttu ve anısına titiz bir Bülent Arel biyografisi yazdı. Ä°ÅŸ Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan ve Arel'in bestelerinden oluÅŸan bir CD'yle birlikte satılan ‘‘Elektronik MüziÄŸin Öncüsü Bülent Arel’’ adlı kitap, müziÄŸi, tutkuları, acıları, kedileri, sevdiÄŸi ve kırdığı insanlar, onu çok seven öğrencileri, model uçakları ve oyuncak trenleriyle rengarenk bir sanatçı portresi çiziyor. MüziÄŸini uzun süre dinlemek her yiÄŸidin harcı deÄŸil, ama Bülent Ecevit'in onun ölümü ardından yazdığı yazıda söylediÄŸi, ‘‘İnanıyorum ki ABD'de kendisine saÄŸlanan olanakların çok daha azını Türkiye'de bulabilseydi çok sevdiÄŸi Türkiye'sinden böylesine ayrı düşmezdi’’ sözüne katılmamak da mümkün deÄŸil.23 Nisan 1918 günü, Ä°stanbul'da doÄŸar. Annesi, köşklerde matmazellerden Fransızca dersi alarak büyüyen ve saraylı soyundan gelmesiyle övünen Müzdan (Arel) Hanım; babası, Arabistan çöllerinde deve sırtında taşınabilen bir portatif röntgen cihazı icad edip, I. Dünya ve KurtuluÅŸ savaÅŸlarında yaralı askerleri tedavi eden doktor Sırrı ReÅŸit Sorgun'dur. Sportmen, deli dolu bir adam olan, mesela duvarda yürüyen bir böcek gördü mü hemen ateÅŸ eden, ama beri yandan papyon kravat takmayı ihmal etmeyen babasını, savaÅŸlar nedeniyle pek tanıma fırsatı bulamaz. Zaten anne ve babası o küçükken boÅŸanır. Müzdan Hanım, Necip Arel'le evlenir; Bülent onu baba bilir ve onun soyadını taşır. Ä°stanbul ÅžiÅŸli'de anneanne, anne ve teyzenin piyano, elektrik mühendisi dayının da keman çaldığı bir evde büyür. Dayısının alet kutusuna el koyup, kitaplara bakarak radyo, pikap filan yapmaya baÅŸladığında, henüz 10 yaşındadır. Uçak mühendisi olmak istiyordur ama Ankara'da tanıştığı ünlü piyano hocası Eduard Zuckmayer, onun müzisyen olarak yetiÅŸmesinde rol oynar. Ankara'da 1940'ta girdiÄŸi Konservatuvar'da birdenbire parlayan bir yıldızdır; piyanoyu en iyi çalan, çok iyi Fransızca bilen, çok okuyan, elinden her iÅŸ gelen. Radyoda konserler, opera ve bale piyanistliÄŸi, AyÅŸe Abla Radyo Çocuk Korosu'nun ÅŸefliÄŸi... Konservatuvardaki ilk eseri viyola ve piyano için yazdığı Sonatin'dir (1941). Ama kısa bir süre sonra, o zamanlar Türkiye'de neredeyse hiç kimsenin, dünyada pek az kiÅŸinin ilgilendiÄŸi elektronik müziÄŸe dalacaktır. Erdal Ä°nönü, ‘‘Sanıyorum tekniÄŸe olan doÄŸal merakı, sanatta hep en yeni yaklaşımları hedefleyen atılımcı karakteriyle birleÅŸince onu bu dala yöneltti’’ diyecektir sonraları. Mezun olur olmaz, piyano bölümünden Yıldız Tarkan'la evlenir. Ä°lk çocuÄŸu Emre 1949'da doÄŸar. Ancak çok uzun sürmeyecek bir evliliktir bu, Tarkan'ın anlatımıyla, çok iyi ama zorlamaya gelmeyen, hür yapıda bir insandır. Böyle insanları normal aile hayatına oturtamazsınız. 1951'de Selma Hanım'la yaptığı ikinci evliliÄŸinden Lale ve Eren doÄŸar. Bu dönemin en önemli olayı Helikon macerasıdır. 1952 yılında Bülent ve Selma Arel, Rasin ve Zerrin Arsebük, Bülent ve RahÅŸan Ecevit, Ankara'da Helikon DerneÄŸi'ni kurarlar. Bülent Ecevit yıllar sonra kuruluÅŸu şöyle anlatır: ‘‘1950'li yıllarda güzel sanatlara ilgi azalmış, çok partili yaÅŸamın toplum için bir yenilik olan ateÅŸli çekiÅŸmeleri heyecanlı bir maç gibi izleniyordu. Ä°ÅŸte o ortamda bir avuç genç, baÅŸkentin sönükleÅŸen sanat ve kültür yaÅŸamına yeni bir soluk katabilmek için bir araya geldi.’’6-7 EYLÃœL'ÃœN SORUMLULARI!Helikon, ‘‘müz’’lerin, yani güzel sanatların esin perilerinin yaÅŸadıkları kutsal dağın adıdır. Ama birkaç yıl sonra bu ad, baÅŸlarına acayip bir dert açar: 6-7 Eylül olaylarından dernek sorumlu tutulur! Yine Ecevit, şöyle anlatır: ‘‘Sorgulamayı yürüten siyasi ÅŸube görevlileri bu olaylarla Helikon arasında nasıl bir baÄŸlantı kuracaklarını bilemiyordu. Sorgulama ister istemez soyut ve nonfigüratif sanat konularına kayıyor, o konular da görevlileri pek ilgilendirmiyordu.’’ Tabii bir sonuç çıkmaz, ama dernek de bir daha toparlanamaz. Konservatuvar'da ders verip besteler yapmaya devam eden Arel Radyo'ya girer.1958'de, CumhurbaÅŸkanlığı Senfoni Orkestrası, Arel'in 1. Senfoni'sini çalar. Ertesi gün, Ankara Müzik Festivali kapsamında ise daha önce ilk kez Helikon Kuartet'in çaldığı ‘Kuartet ve Elektronik frekansmetresi İçin Müzik’i icra edilir. Konserde kullandığı elektronik aletlerden ‘‘sine-wave generator’’ ya da osilatörü kendisi tasarlamış, bir mühendisin yardımıyla imal etmiÅŸtir. Bunlara bir ses yükselticisi ekleyip, hoparlörü sahnede masanın altına gizler. Sürpriz olsun diye. Kendisi de elinin altında kontrol panosu, dinleyicilerin arasındadır. Yaylı çalgıların arasından ilk elektronik sesler duyulduÄŸunda dinleyicinin ÅŸaÅŸkınlığı görülmeye deÄŸerdir. Dinleyicilerden biri Rockefeller Vakfı temsilcisi olunca, bursu kapar.New York Columbia Ãœniversitesi Elektronik Müzik Merkezi, uzun çabalar sonucu 1959'da kurulur. Ä°ÅŸte o yıl, Rockefeller bursuyla New York'a ayak basar Arel. 35 yılı orada geçecek; elektronik müziÄŸin öncülerinden biri olarak tanınacak, Columbia, Yale ve New York Eyalet üniversitelerinde dersler verip profesörlük ünvanını alacak, pek çok bestesini, bizzat kendi icad ettiÄŸi aletlerle yapacaktır. ‘‘Üç dört kanaldan kayıt yapmak gerekince akrobat maymun çevikliÄŸiyle bütün kumandaları kontrol altına almam gerekiyor. Muvakkat bir kumanda tablosu yaptım... Önümüzdeki ay tek eÅŸi Almanya'da olan transpozisyon aleti geliyor.’’ Evet çivisinden kabloların lehimine bizzat kendi oluÅŸturur baÅŸlangıçta aletlerini: ‘‘Laboratuvarın bir an önce iÅŸe baÅŸlaması için ucuza mal etmek niyetiyle birtakım eletronik aletleri ÅŸahsen yaptım. Chambers Street'ten Riverside Highway'e kadar elektronik bit pazarı. Öyle dolu ki dükkanlar, satıcılar ellerindeki malın deÄŸerinden habersiz.’’Arada, kendi deyimiyle ‘‘adi müzik’’ yani çalgı müziÄŸi de besteler ama Columbia-Princeton Elektronik Müzik Merkezi yöneticileri onun elektronik müziÄŸe yeni bir doku kattığını düşünür. Ona göreyse mesele, ‘‘tamamen ölü aletlerden yaÅŸayan ses çıkartmak’’tır. Filmlere, dans gösterilerine, tiyatro oyunlarına elektronik sahne müzikleri yapar, Stereo Electronic Music No.1'den baÅŸlayarak eserleri konserlerde seslendirilir. Özellikle bu eser, ‘‘elektronik müzikte bugün de orijinalliÄŸini sürdüren bir baÅŸeser’’ olarak nitelendirilir. Bu tür konserlerde konuÅŸma yapanlar, izleyicileri ‘‘bu yeni tür müzik üzerinde acele karar vermemeye’’ çağırır ama meraklısı da çoktur. Özellikle Arel'in öğrencisi olmak isteyenlerin sayısı...1962-65 arasında, ODTÃœ'de bir elektronik müzik stüdyosu kurma heyecanıyla Türkiye'ye gelir. Ecevit teklifiyle ilgilenmiÅŸ, ODTÃœ ve Rockefeller Vakfı da sıcak bakmıştır. Stüdyo kurulana kadar da başında Erdal Ä°nönü'nün bulunduÄŸu Deneysel Fizik Bölümü, akustik alanda araÅŸtırma yapmak üzere Arel'i bünyesine alacaktır. Ama olmaz; elektronik müzik fikri henüz Ankara'ya ulaÅŸmamıştır. Yıllarca aletlerini çıkaramadığı Gümrük yetkililerine, onların beste yapmak için bir çeÅŸit çalgı olduÄŸunu bile anlatamaz! Radyo'ya girer, ama istediÄŸi bu deÄŸildir: ‘‘Komik bir maaÅŸla ton-meister olarak çalışıyorum. Bana konservatuvar-radyo müdürlüğü, TRT yönetim kurulu üyeliÄŸi gibi ÅŸatafatlı iÅŸler teklif ediyorlar. Oysa ben kompozisyon yapmak zorundayım.’’ TÃœRKÄ°YE BESTELERÄ°NÄ° DÄ°NLEMEDÄ°O sıralar yönetir uygar dünyaya açılmaya çalışan TRT'nin Madrigal Korosu'nu. Ama bir kesimin ‘‘domuz çobanlarının Hıristiyan ÅŸarkıları’’ olarak adlandırdığı koro çalışmaları, Meclis gündemine bile girer: ‘‘Madrigal meÄŸerse kilise demekmiÅŸ, anlatmaya gönlüm razı deÄŸil, artık her ÅŸeyden midem bulanıyor. 16. ve 17. yüzyılın madrigal bestelerine tahammül edemeyen bir toplumda ne yapabilirim?’’ Bağımsız karakteri, burjuva bir aileden gelmesine raÄŸmen onların kurallarına düşmanlığı sosyal hayatını da etkiler: Turgut Özakman onun o günlerde, bir piyanist deÄŸil de piyano taşıyan hamallar gibi giyindiÄŸini söyler. Ä°lhan UsmanbaÅŸ'ın kiraz aÄŸacından yemek takımı almaları ÅŸerefine verdiÄŸi davette, canım sandalyelerden ikisini o günlerde kırar; Betül Mardin'in ‘‘garsonlu marsonlu’’ davetine sinir olup, pilav tereyaÄŸsız bahanesiyle olay çıkarması da o günlere rastlar. 1965'te bir daha dönmemek üzere Türkiye'yi terkeder. ‘Son yıllarda boyuna yeni parçalar yazıyorum, bunlar sıcağı sıcağına çalınıyor, yazılar çıkıyor bu gavurhanede. Anayurdumda kimsenin aklına gelip de ne yaptığım, ne ettiÄŸim hakkında tek soru sorulmuyor'' diye yazdığı günlerde saÄŸlık problemleri de baÅŸlar.Ardından küçük oÄŸlu Eren'in intiharı gelir. Bu arada kendisine de kemik iliÄŸi kanseri teÅŸhisi konmuÅŸ, ama kemoterapiyi reddederek on yıl yaÅŸamayı baÅŸarmıştır. Sonuç deÄŸiÅŸmez; 24 Kasım 1990 günü ölüm haberi gelir. Ölümünden sonra Türkiye'de Filiz Ali, Bülent Ecevit, Ä°lhan MimaroÄŸlu birer yazı yazar. 1991'de eserlerinin yer aldığı bir konser düzenlenir. O kadar. Filiz Ali, kitabı şöyle bitirir: ‘‘Aradan geçen bunca zaman boyunca bir daha hiçbir yerde anılmadı. AÅŸağı yukarı 20 yıl çalıştığı TRT Ankara Radyosu bir Arel programı hazırlamadı. Eserlerini yayımlamadı. Amerika'da ise hem çalgısal, hem de elektronik eserlerinin sık olmasa da yorumlanıyor ve yayımlanıyor olması buruk bir teselli onu özleyen dostları için.’’Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!