Edebiyat önce devletin yanındaydı sonra karşısına geçti şimdi politika dışında kaldı

Güncelleme Tarihi:

Edebiyat önce devletin yanındaydı sonra karşısına geçti şimdi politika dışında kaldı
Oluşturulma Tarihi: Ekim 28, 2003 23:00

Cumhuriyetin ilk yıllarında edebiyatçılar hem Atatürk'ün sofrasında yer alıyorlardı hem de milletvekili olmuşlardı. İşlevleri devletle uyum içinde eser yaratmaktı.

Gerçekten bunu da başardılar. Karşıtlık, İkinci Dünya Savaşı günlerinde keskinleşti. Artık yazarlar milletvekili olmuyor, aksine işlerinden oluyor, hapse giriyorlardı. Bugün ise şiirde, romanda, öyküde, politik izdüşümlere artık sık rastlanmıyor, politika dışı deyişini rahatça kullanabilirim.

YENİ kurulan her rejimin edebiyata gereksinimi vardır. Devrimleri, siyasal felsefesini, kültür politikasını, ancak edebiyat aracılığıyla yayar, beyinlere yerleştirir, kalıcı kılar.

Cumhuriyetin edebiyatı/edebiyatçıları bu işlevi üstlendi. Atatürk'le birlikteydiler, onun siyaset için, sanat için söylediklerini; eserlerini yazarken hep akıllarında tuttular.

Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu'nda cumhuriyet öğretmeni Feride'yi yarattı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban'da Anadolu ve aydın kimliğini sorguladı, Halide Edip Adıvar, Vurun Kahpeye ile cumhuriyetin kadına bakışını yazdı. Falih Rıfkı Atay da aynı kategorinin üslupçu bir yazarıydı.

Peki Yaban'da ortaya çıkan aydın tipi, köyü nasıl tanıyacaktı.

Bunun için 1950'leri beklememiz gerekti. Mahmut Makal adlı bir köy öğretmeni Bizim Köy'le, pırıl pırıl dereleri, billur kaynakları var diye tanıtılan Anadolu'nun gerçek yüzünü yazarken, köy romantizmini yıktı.

İşte Köy Edebiyatı ya da Köy Romanı dediğimiz türe ilgimiz arttı.

Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Köy Enstitülü bir eğitimden geçenlerin köye içinden bakışını yansıttılar.

Yıllar sonra köy gerçeği başka kuşağın eserlerinde, bir başka eleştirel ve tarihi görüşün içine oturtuldu:

Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, belli bir türün içine girmeyen romanlar yazdılar. Köy de vardı şehir de, ama tarihi, siyasal boyutlarıyla.

Ayrıca oranın feodal yapısını, köyden kasabaya, şehire gidişin de değişik yönlerini işlemişlerdi.

Kasabanın romanı, ara bölgenin tasviriydi, Kemal Bilbaşar, bunu yazdı.

Cumhuriyetin tanıklık yapmış kuşağından sonra, Milli Mücadele romanların konusu oldu. Samim Kocagöz, Hasan İzzettin Dinamo, sınıflandırılmada buraya konumlandırabilir.

Cumhuriyetin devraldığı şiirin alt yapısını iki şair hazırlamıştı; Ahmet Haşim ile Yahya Kemal.

Şiirin biçim sorunlarını halletmiş iki şairden sonra, Türk Devrimi hem şiirin dilini yenileyecek hem de içeriğini belirleyecekti.

Kemalettin Kami (Kamu), Enis Behiç Koryürek, cumhuriyetin rüzgarıyla okundular, şimdi sadece antolojilerde kaldılar.

Devrimin, Atatürk'ün iyi şiirini, Názım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi yazdı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında edebiyatçılar hem Atatürk'ün sofrasında yer alıyorlardı hem de milletvekili olmuşlardı.

Görevleri, işlevleri devletle uyum içinde eser yaratmaktı.

Gerçekten bunu da başardılar, iyi edebiyat eserleri verdiler.

İPLER NASIL KOPTU?

Ancak 1930'lardan sonra, edebiyatçı devletin eşliğinde bulunmaktan kurtuldu, yolları ayrıldı. Çünkü onlar artık devleti, cumhuriyeti eleştiriyorlardı.

Karşıtlık, İkinci Dünya Savaşı günlerinde daha keskinleşti.

Artık yazarlar milletvekili olmuyor, aksine işlerinden oluyor, hapse giriyorlardı.

1940 Toplumcu Gerçekçi Kuşağı'nın edebî hayatları ile gerçek hayatları kesişti.

Savaşın bedelini onlar ödediler.

Nazım Hikmet, A. Kadir, Niyazi Akıncıoğlu, Şükran Kurdakul, Rıfat Ilgaz, Attilá İlhan, Arif Damar.

1940'ların bu gerçekçi tavrını, siyaset-edebiyat ilişkisini daha sonra 1970'lere giden yıllarda genç kuşak sürdürecek, aynı çizginin üzerinden yürüyecekti.

Ataol Behramoğlu, bu kuşağın şiirdeki başarılı temsilcisiydi.

Peki 1940'ları yansıtan şiir sadece bu adlardan mı oluşuyordu?

1930'lardan başlayarak iyi şairler birbirini izliyordu; Ercümend Behzat Lav, Celal Sılay, Sabahattin Kudret Aksal, Necati Cumalı, Behçet Necatigil, İlhan Berk.

1940 kuşağının iki farklı edebiyat anlayışına sahip edebiyatçıları, düşüncelerini romanları, şiirleri, denemeleri ile anlattılar.

Necip Fazıl Kısakürek, her alandaki yapıtlarıyla kendi başına bir çizgi oluşturdu.

Seksen yılın mizah edebiyatı içinde de Aziz Nesin'le Muzaffer İzgü'yü de listeye eklemek gerekir.

GARİP HAREKETİ

1941'teki Garip Hareketi, şiire, şiir kavramına, şaire bakışı değiştirdi. Hatta şiiri gazetelerin, dergilerin sayfalarına indirdi.

Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, şairaneliğe meydan okuyarak, Beş Hececiler'e tepkinin öncüsü unvanını kazandılar.

1950 kuşağının şiiri içinde Kemal Özer öne çıktı, bireysel şiir anlayışıyla başlayan serüveni bugün toplumculukta seyrediyor.

Birinci Yeni yani Garip hareketi, şiirin içeriğini değiştirmişti, şiir tanımını yeni baştan yapmamızı sağlamıştı ama şiirin biçimi ile ilgili ayrıntılı bir uğraş vermiş miydi?

Hayır. İkinci Yeni'nin çıkış noktasını burada aramak en inandırıcı gerekçe olabilir.

Kimilerine göre de, siyasetin baskı dönemi onların kapanmasının nedeniydi. Güç anlaşılır şiir yazılıyordu.

Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Ece Ayhan bu şiirin öncüleriydi, ancak ustalar da Behçet Necatigil olsun, Oktay Rifat olsun, bundan etkilenmişlerdi.

Eski şiiri yenileme çabasıydı bu. Divan şiirine göndermeler vardı. Divan, Divançe adlarıyla yayınlanmıştı kitaplar.

Geleneksel şiiri sürdüren bir isim de Hilmi Yavuz oldu.

Siyasallaşan şiirde Ataol Behramoğlu, Ahmed Arif, Hasan Hüseyin, Ceyhun Atuf Kansu, İsmet Özel, Kemal Özer, Gülten Akın öndeydiler. Şiire başlama tarihleri farklı da olsa, aynı anlayışın içindeydiler, Kansu'nun Anadolu gözlemlerinden doğan şiirini ayrı tutmak gerekir.

Bu çizgi Nevzat Çelik, Yılmaz Odabaşı, Müslim Çelik'te yeni ürünlerini verdi.

Romanın gelişiminde; Abdülhak Şinasi Hisar, Peyami Safa, Tarık Buğra, Peride Celal, Adalet Ağaoğlu adları önde gelir. Onları Erhan Bener, Selim İleri izler.

Ondan sonraki kuşaktan bir kaç ad; Orhan Pamuk, Ahmet Altan, Mehmet Eroğlu, Oya Baydar, Nedim Gürsel, Latife Tekin.

Artık daha sonraki yıllarda devrimin içinde yer alanların anı, eleştiri karışımı romanları okunuyordu:

Oya Baydar, Kaan Arslanoğlu gibi.

Yeni kuşak Murat Uyurkulak, Hamdi Koç, Tuna Kiremitçi, Elif Şafak, Aslı Erdoğan, adlarında odaklanıyor.

CUMHURİYETİN ÖYKÜSÜ

Ömer Seyfettin'de dilini, biçimini bulan öykü cumhuriyet sonrasında kıvamını Sait Faik Abasıyanık'ta buldu.

Sabahattin Ali, Memduh Şevket Esendal, Oktay Akbal, Haldun Taner, Tomris Uyar, Füruzan, Leyla Erbil, Demir Özlü, Orhan Duru, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Nezihe Meriç, Vüs'at O. Bener, Zeyyat Selimoğlu.

Onları okuduğunuzda, bana kalırsa Cumhuriyet öyküsünün iyi örneklerini öğrenmiş olursunuz.

Peki bugün durum ne? Öykü son yılların bereketli türü: Cemil Kavukçu, Sema Kaygusuz, Sadık Yalsızuçanlar, Yekta Kopan, Halide Eşber, Zehra Tırıl.

Roman türünde üç adamı bir arada anmak bir anakronizma yaratabilir, ama benzerlikleri, okuru etkilemeleri yönünden bu üçlemeyi uygun gördüm:

Ahmet Hamdi Tanpınar, Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay. Bu adların yeni temsilcisi de Hasan Ali Toptaş.

Bilge Karasu'nun cumhuriyet edebiyatı içindeki özgün yerini anımsatmalıyım.

Türk edebiyatında dört şairin yalnız şiirleriyle değil, şiir üzerine yazıları, denemeleri ile de önem kazandığına dikkati çekmeliyim:

Ahmet Oktay, Özdemir İnce, Enis Batur, Güven Turan.

Siyasallığın ağır bastığı Sevgi Soysal romanını, Erdal Öz'ü, Çetin Altan'ı da geniş panoramaya yerleştirmeliyiz.

Eleştiri Nurullah Ataç'la başladı, bugün bir tür olma özgürlüğüne kavuştu. Sekseninci yılda, eleştiri-okur-eser ilişkisinin yerini bulduğuna inanıyorum.

Berna Moran'ı, Memet Fuat'ı, Fethi Naci'yi yazıma alarak yetineceğim. Eğer bir liste yaparsam eleştirinin bir çok adla güç kazandığını kabul edeceksiniz.

GELECEĞİN TÜRLERİ

Geleceğin türlerini tahminde pek de yanılmayacağımı sanıyorum: Polisiye, mizah, fantastik edebiyat ve bilim kurgu.

Bu türler arasına eleştiriyi koyarsam şaşırmayın, edebiyatın yükselen yıldızlarından biri de o.

Romanın, edebiyatının her türünün artık Anadolu'ya açılmasını ummuyorum, ancak birinin de bugün köye başka türlü yaklaşımı olmalıdır, diyorum.

Okurlar da yazarlar da, öyküye ilgi gösteriyorlar. Anlık duygular, saptamalar bugünün insanına daha yakın, daha kolay geliyor.

Şiir sanırım artık bir daha meydanlara inmeyecek, köşesine çekilecek, soyluluğunu ancak böyle koruyacağını düşünüyor.

Şiirde, romanda, öyküde, politik izdüşümlere artık sık rastlanmıyor, belki de politika dışı deyişini rahatça kullanabilirim.

Hangi doğrultuda yol alırsa alsın, edebiyat gelecek yılların da hem tanığı, hem dili olacak.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!