Doğusu da, batısı da bizi hep böyle gördü

Güncelleme Tarihi:

Doğusu da, batısı da bizi hep böyle gördü
Oluşturulma Tarihi: Aralık 22, 2000 00:00

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

'Türkler, yiyecek bulma konusunda kural tanımazlar.

Öylesine vahşidirler ki, yerde sürünen bütün yaratıkları, hayvanları, canavarları, yılanları, böcekleri ve kuşları, hatta leşleri bile yerler' gibisinden ifadeler, Ortaçağda hakkımızda ortaya atılmış iftiralardan sadece birkaçıdır. Ama işin daha da önemli olan tarafı, bu iftiraların sadece Hıristiyan Batı tarafından değil, Haçlı ordularına karşı kutsal toprakları müdafaayla meşgul bulunduğumuz dönemde İslam álimlerince de tekrar edilmiş olmasıdır.

İtalyan ressam Ligozzi, bundan asırlarca önce Türkler'in şeyhülislamını bu sayfada gördüğünüz resimdeki gibi anlatıyordu: Şeytanın hocası, yetiştiricisi olarak...

Ortaçağdan itibaren sadece Batı'da değil, doğu dünyasında da Türk'ün görüntüsü böyleydi. Meselá bazı Arap din bilginleri, Kur'an'da bahsi geçen Ye'cuc-Me'cuc kavminin Türkler olduğu konusunda görüş birliğine varıyorlar, bunlardan biri olan ve hicri 8. yüzyılda yaşamış olan İmam Hazin, 'Lubábu't-Te'vil'inde 'Bunların işi-gücü dünyayı tahrip etmektir. Türklerin bir kısmı çam ağacı boyunda, bir kısmı 120 arşın eninde ve 120 arşın boyunda, diğer bir kısmının bir kulağı yatak, bir kulağı da yorgan olacak kadar geniş ve ihayet bir karış boyundadır' diye yazıyordu.

Ünlü 'Ahteri-i Kebir' isimli sözlüğün yazarı Mustafa'ya göre ise, 'Türkler bir çeşit taifedir ki boyları uzun, gövdeleri kıllı, renkleri gök, kılları kızıldır. Başlarının iki yanında gözleri vardır, her biri hem erkek ve hem dişi olur, ikisi bir fili tutup yerler ve doymazlar amma gayet yörük olurlar'dı. Antalya Yakubi Patriği Mikail ise, 'Vekayiname'sinde yani tarihinde Türkler hakkında çok daha zarif ifadeler kullanmadaydı:

'Yiyeceklerini bulma ve seçme konusunda, Türkler'in hiçbir kuralları yoktur. Yerde sürünen bütün yaratıkları, hayvanları, vahşi canavarları, yılanları, böcekleri ve kuşları, hatta leşleri de yerler. Yavrulayan dişilerinin karınlarından çıkan uzantıları ve hatta ölmüş insanların cesedlerini bile yedikleri olur'.

Bu bilgileri, gazeteci Nezih Uzel'in yıllarca önce yayınladığı bir araştırmadan aktardım. Bunlar, biz Türkler hakkında asırlar boyunca yazılıp söylenmiş olan toplu iftiralardan sadece birkaçı... İşin çok daha önemli olan tarafı ise bu iftiraların sadece Hıristiyan Batı tarafından değil, İslam álimlerince de ortaya atılmış olması ve yoğunluk kazandıkları dönemde Türkler'in Haçlı ordularına karşı durarak kutsal toprakları korumaya çalışmakla meşgul bulunmaları...

Mucize peygamberlere,keramet erenlere mahsustur

Peygamberden zuhur eden olağanüstü işlere 'mucize', erenlerin olağanüstü işlerine ise 'keramet' denir. Hazreti Muhammed'in mucizesi Kur'an ve İslam dinidir. Kerametler ise 'ilmi' ve 'kevni' olarak ikiye ayrılırlar. Kevni kerametler bir an için görünenler, ilmi olanları ise kalıcı olanlardır. Allah'ın her zerrede bir álem yarattığını gören, bilen, anlayan ve düşünen kişi için her zerre bir mucizedir, bir keramettir.

'Mucize' Arapça bir sözdür ve insnı oluşunda şaşırtan, yapılmasında acze düşüren hadiseye denir. Peygamberler, insanları acze düşüren olağanüstü şeyleri, gönderildikleri toplumun isteği üzerine yahut gerçek olduklarını belirtmek için onlar istemeden yaparlar ve gösterirler. Her peygamberin mucizesi, zamanında yapılagelen şeyleri unutturacak, halkı şaşırtacak işlerdir.

Erenden zuhur eden olağanüstü işe ise 'kerámet', inançsız ve kötü kişiden zuhur edene de 'istidrac' denir. Kur'an-ı Kerim'de peygamberlerin mucizelerinden birçok surelerde bahsedilir.Esra suresinin 90.-93. áyetlerinde HAzreti peygamberden yerden bir kaynak çıkartıp akıtmasının, çevresinde sular akan hurma fidanlarıyla, üzün bağlarıyla dolu bir bahçeye sahip olmasının, gökyüzünü parça parça yere indirmesinin, melekleri Allah1la beraber göstermesinin, altından bir evi olmasının, gözlerinin önünde göğe ağmasının, yahut okuyacakları bir kitabın gökten inmesinin istendiği bildirilir. Aynı surenin 88.-89. áyetlerinde ise, Kur'an'ın bütün ihtiyaçları cevaplandıran, bir mislinin bulunmasına imkán olmayan bir mucize olduğu beyán edilir. Hazreti Muhammed'in kalan mucizesi Kur'an'dır ve İslam dinidir.

Kerametler de 'ilmi' ve 'kevni' olarak ikiye ayrılırlar. Kevni olanları, bir an için görünenlerdir, ilmi olanları ise kalıcıdır. Allah'ın her zerrede bir álem yarattığını gören, bilen, anlayan ve düşünen kişi için her zerre bir mucizedir, bir keramettir.

Meselá Mevlána'nın keramet hakkındaki görüşü, 'Fi-hi-má-fih'teki şu sözleriyle anlaşılır:

'Birisi, bir gün içinde yahut bir solukta KÁbe'ye gider; bu, o kadar şaşılacak bir şey de değildir, keramet de değil. Sam yelinde de bu keramet var; bir günde, bir solukta dilediği yere gider. Keramet ona derler ki, seni aşağılık bir halden yüce bir hále getirsin de, oradan buraya, bilgisizlikten akla, cansızlıktan canlılığa sefer edesin'.

Patlıcanlı Urfa köftesi

Patlıcanlar parmak kalınlığında yuvarlak şekilde kesilir. Bir kaba konan koyun kıymasına ekmek içi, soğan suyu, yumurta sarısı, tuz, karabiber, baharat, kekik ve kaşkaval peyniri rendesi iláve edilerek iyice yoğrulup ceviz büyüklüğünde parçalara ayrılır ve yuvarlanır. Patlıcanlar ve köfte kebap şişine bir köfte ve bir patlıcan şeklinde dörderden sekiz adet olacak şekilde geçirilir. Üzerleri yağlanır, orta ateşte kızartılır. Patlıcanlar şişe geçirilirken yuvarlar olan orta kısımlarından delinmesine dikkat edilmelidir. Yemek pişirildikten sonra üzerine tatlı nar şerbeti dökülerek de yenebilir.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!