Dinde oruç

Güncelleme Tarihi:

Dinde oruç
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 18, 2013 00:00

Her din, insanlara, ebedi hayatta kurtuluşa ulaştıracak reçeteler sunar. Dinleri birbirinden ayıran ve farklılaştıran da onların sundukları bu reçetelerdir. Dinlerin sunduğu reçeteler inanç ve amel ilkeleri içerir. Dinler, bunlara uyulmasını, huzurun bu ilkelere uymakla sağlanacağını telkin ederler. Her din, inanç ilkelerine göre farklı ibadet şekilleri ortaya koyar. Fakat ahlak ilkelerinde dinler arasında herhangi bir farklılık olmaz.

Haberin Devamı

İBADETİN ŞEKİLLERİ

Dinlerin temel unsurlarından biri olan ibadet farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bir tanıma göre ibadet; kulun inandığı ve bağlandığı yüce varlığa karşı kulluk borcunu yerine getirmesi ve onunla manevî bir bağ kurmaya çalışmasıdır. Diğer bazı tanımlara göre ise ibadet; kişinin Tanrı’nın rızasını kazanmak için yaptığı eylem, yaratıcı ile iletişimin kurulmasını sağlayan bir köprüdür.

DİNLERDE OLANLAR

Bugün yeryüzünde yaşayan pek çok din bulunmaktadır. Bu dinlerdeki ibadetler, şekil bakımından farklı da olsa, nitelik, amaç ve anlam bakımından birbirine yakındır. Namaz, oruç, sadaka, hac ve kurban bütün dinlerde bulunan ibadetlerdendir. Bundan dolayı bütün dinlerdeki ibadetlerin esas bakımından aynı kaynaktan geldiğini söyleyebiliriz. Nitekim Hac suresi 67’nci ayette Allah: “Biz, her ümmete bir ibadet tarzı gösterdik...” buyurmaktadır.

Haberin Devamı

RUHSAL YAPININ GÜCÜ

Başka ayetlerde de tarihte var olmuş bütün milletlere peygamberler aracılığıyla vahiy gönderildiği, namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerin bu peygamberlere ve dolayısıyla ümmetlerine farz kılındığı belirtilmektedir. (Bakara, 83, 125, 183 ; Hac, 26; İbrahim, 40; Meryem, 58) Bedensel arzu ve istekleri zayıflatarak ruhsal yapıyı güçlendirmeyi hedefleyen bir ibadet olan oruç, belirli zamanlarda yeme, içme ve cinsellik gibi istek ve arzuları terk etmek demektir. Oruç, yeme ve içmeden tamamıyla uzak durmak şeklinde olabildiği gibi sadece bazı yiyecek ve içeceklerden sakınmak şeklinde de olabilmektedir.

FARZ KILINMIŞ İBADET

Kuran-ı Kerim’den öğrendiğimize göre oruç, namaz ve zekât gibi bütün milletlere farz kılınmış bir ibadettir. Allah, Kuran-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi sakınasınız diye, size de sayılı günlerde farz kılındı...” (Bakara, 183) Bütün milletlere farz kılınmış bir ibadet olduğu için, bugün başta İslam olmak üzere oruç ibadeti pek çok dinde yer almaktadır. Bu dinlerden bazılarında oruç, bütün yiyecek ve içeceklerden, cinsellikten uzak durma şeklinde tutulmaktadır. Bazılarında ise sadece bazı yiyecek ve içeceklerden uzak durulmaktadır.
Prof. Dr. Baki ADAM - Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü

Haberin Devamı

YARIN: İslam ve diğer dinlerde oruç -II-

KURAN'DAN ÖĞÜTLER

LOKMAN SURESİ: Mushaftaki sıralamada 31’inci, iniş sırasına göre 57’inci olan sure ismini 12 ve 13. ayetlerinde anılan Hz. Lokman’dan almıştır. Surede, Lokmân’ın oğluna öğütlerini içeren âyetlerde özetlenen şirk inancının yasaklanması, anababaya saygı gösterip meşru buyruklarına uyma, sorumluluk duygusu, iyilik için çalışma, sabır, tevazu gibi dini ve ahlakî ödevlerdir. Daha sonra putperestleri şirkten vazgeçirmeyi ve onlara kurtuluş yolunu göstermeyi amaçlayan bilgiler, kanıtlar ve uyarılara yer verilmiştir: “…Andolsun ki vaktiyle Lokman’a hikmeti vermiş, şöyle demiştik: ‘Allah’a şükret, O’na şükreden kendi iyiliği için şükretmiş olur; nankörlük eden de bilmelidir ki Allah zengindir, her türlü övgüye layıktır.’ Lokman, oğluna öğüt verirken ona şöyle dedi:‘Sevgili oğlum! Allah’a ortak koşma; Ona ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır.’ Biz insana ana-babasıyla ilgili öğütler verdik. Annesi, güçten kuvvetten düşerek onu karnında taşımıştır; çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bunun için (ey insan), hem bana hem ana-babana minnet duymalısın; sonunda dönüş yalnız banadır.”

Haberin Devamı

SURELERE iSiM VEREN AYETLER

HZ. MUSA FİRAVUN’A NEDEN GİTTİ: “Firavun’a git. Çünkü o iyice azdı. Musa, dedi ki: ‘Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden birini yardımcı yap. Kardeşim Harun’u. Onunla gücümü artır. Onu işime ortak et. Seni çok tespih edelim diye. Seni çok zikredelim diye. Çünkü sen bizi hakkıyla görmektesin.’ Allah, şöyle dedi: ‘İstediğin sana verildi ey Musa!” (Tâhâ, 20/24-36) KAYNAK: KURAN’DAN ÖĞÜTLER- Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Prof. Dr. Hasan ONAT: Zalimler de fanidir

VARLIK, var olmak, var kalmak özünde ilkeyi ve ölçüyü barındırmaktadır. Var olan bir şeyin varlığını sürdürebilmesi, var olmaktan daha önemli ve anlamlıdır. Gözünü dünyaya açan insana eşlik eden, onun bir takım algı düzeneklerinin şekillenmesinde yardımcı olan iki önemli varlık vardır: Ay ve güneş. “Ay ve Güneş”, insanın evrene açılan kapıları gibidir. Sürekli genişleyen evrende Dünya’nın Güneş’in etrafında, ayın da Dünya’nın etrafında dönüyor olması, bunun da insan tarafından bilinmesi insanlığın gelişmesi açısından çok önemli bir adımdır. Varlık dünyası “ölçü” ile, “ölçü” üzerine inşa edilmiştir. İnsan varlığının anlam ve önemi de, “ölçü” sayesinde fark edilebilmektedir. Tam da bu noktada evrensel ölçü ile beşeri ölçünün en azından paralel olması gerektiği akla gelmektedir.

Haberin Devamı

EVRENİN DİLİ TANRISALDIR

Bakın Einstein ne diyor: “Bir insan, bizim evren diye adlandırdığımız bütünün uzay ve zamanda sınırlanmış bir parçasından başka bir şey değildir. Bununla birlikte o, kendi kişiliğini, düşüncesini, duygularını ayrı bir varlık olarak kabul eder. Bu, bir tür optik yanılsama, bizi bir çeşit zindana kapatan bir yanılsamadır; çünkü orada sadece kendi özlemlerimizi görüyor ve sevgimizi bize en yakın olan çok az sayıda kişiye veriyoruz. Bu dar sınırlardan çıkmak ve kalbimizi bütün canlı varlıklara ve bütün ihtişamı içinde doğaya açmak bizim ödevimizdir. Kimse bu amaca tamamen ulaşamaz, ama buraya ulaşmak için verdiğimiz çabalar kendimizi özgürleştirmemize ve içsel bir güven duymamıza katkıda bulunur.” İnsan var olabilmek, var kalabilmek için, evrenin dilini unutmamak zorundadır.  Evrenin dili aslında Tanrısal bir dildir. Kuran, Tanrı’dan gelen bir “öğüt” olarak, hem evrenin dilini anlamayı kolaylaştırır, hem de insanı her türlü yanılsamadan uzak tutmaya çalışır. İsterseniz, ne demek istediğimizi Rahman suresinin ilk ayetlerinin ışığında bir kez daha birlikte düşünelim: “Rahman, Kuran’ı O öğretti. İnsanı O yarattı. İnsana kendini ifade etmeyi O öğretti. Güneş ve ayı mükemmel bir hesapla yörüngelerinde hareket ettiren de O’dur. Bitkiler ve ağaçlar O’na secde ederler. Yine göğü özenle yükseltti, bir denge, bir ölçü koydu; ki siz (ey İnsanlar!) dengeyi bozup, ölçüyü kaçırmayın. Yine istikametle ölçüp biçin, ölçme değerlendirme yaparken haksızlık etmeyin. O, yeryüzünü bütün canlılar için hazırlamıştır. Orada çeşit çeşit meyveler, salkım salkım hurma ağaçları vardır. Yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır. Siz Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?” (Rahman, 1-13)

Haberin Devamı

ALLAH’IN TATTIRACAKLARI

Bu ayetler, esas itibariyle insan için, kendi koordinatları üzerinde bir düşünme davetidir. Kültür ve uygarlık dediğimiz her şeyin insanın “kendini ifade etme” yetisiyle irtibatlı olduğu düşünülürse, evrendeki ölçü ile insanın insanlığını gerçekleştirebilmek için kullanmak durumunda olduğu “ölçü” arasındaki ilişki daha iyi anlaşılabilir. İnsanın ölçüyü kaçırması, adaleti unutması sonuç itibariyle evrenin düzenine yönelik bir müdahele olmaktadır. Belki de “kelebek etkisi”ni evrenin var kalmasını sağlayan ölçü üzerinden okumak gerekecektir. Bakın Kur’an nasıl uyarıyor: ““(Allah’ın buyruklarını umursamaz hale gelen şu) insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri sonucunda, karada ve denizde çürüme ve bozulma başladı. Bu şekilde Allah, belki (doğru yola) geri dönerler diye yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını onlara tattıracaktır” (Rum, 41).

ZULMÜN HESABI GÖRÜLÜR

İnsanın var olabilmesi, insanca yaşayabilmesi, öncelikle kendisinin de evrende, varoluşsal bütünlüğün “uzay ve zamanda sınırlanmış bir parçası” olduğunu unutmaması gerekmektedir. İnsan, hiç kuşkusuz birtakım yaratıcı yetilerle donatılmıştır. Bu durum, zaman zaman insanın kendisinde “güç”, daha doğrusu “tanrısal güç” vehmetmesine yol açmaktadır. İşte bu vehim ya da optik yanılsama, insanın hem kendisini, hem de içinde yaşadığı dünyayı tahrip etmesini kolaylaştırmaktadır. Öldürürken, yakarken, yok ederken zevk alabilmek, insanlık sınırları aşıldığı taktirde zulmün hangi boyutlara ulaşabileceği konusunda bize bir fikir verebilir. Zalimler de fanidir; ancak zulmün hesabı eninde sonunda mutlaka görülecektir. Evet, Tanrı’nın dışında var olan her şey fanidir. (Rahman, 26-27)

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!