David Cameron'ın Ankara konuşması

Güncelleme Tarihi:

David Cameronın Ankara konuşması
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 27, 2010 18:49

Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron'un TOBB'da gerçekleştirdiği konuşmanın özetidir

Haberin Devamı

GİRİŞ

Bugün Ankara’ya, Britanya ve Türkiye arasında yeni bir ortaklık tesis etmek için geldim.  

Bence bu stratejik ilişki ülkemiz açısından hayati bir önem taşımaktadır.

Başbakan olarak ilk önce Avrupa Birliği bünyesindeki en büyük iki ortağımızı ziyarette bulundum…

…daha sonra Afganistan ve Kuzey Amerika’yı ziyaret ettim.

Ve şimdi de Türkiye’deyim.

İnsanlar bana ‘neden Türkiye’ diye soruyorlar

… ve neden bu kadar kısa bir sure içinde diyorlar…

Size nedenini söyleyeceğim.

Çünkü Türkiye, ekonomimiz açısından hayati önem taşıyor.

Güvenliğimiz açısından hayati önemi var.

Politika ve diplomasimiz açısından hayati önemi var.

Şöyle ki:

EKONOMİ

İlk önce – ekonomimiz.

400 yılı aşkın bir süre önce İngiltere’nin Türkiye’ye gönderdiği ilk resmi diplomatik temsilci İstanbul’a geldi.

Haberin Devamı

William Harborne, beraberinde Kraliçe Elizabeth’ten hediyeler getirmişti.

Bir ulus olarak, tüccarlarımız için yeni ticaret fırsatları arıyorduk.

400 yılı aşkın bir süre sonra – en azından kısmen de olsa benzer bir nedenle ben de onu takip ediyorum.

Kendime şunu soruyorum: bu yılın başında yüzde 11 seviyesinde bir büyüme gösteren Avrupa ülkesi hangisi?

2050 itibarıyla Avrupa’nın en büyük ikinci ekonomisi hangi ülke olacak?

Avrupa’daki hangi ülke, 27 AB üyesi ülkenin her birinden daha fazla genç nüfusa sahip?

Avrupa’daki hangi ülke bizim bir numaralı TV imalatçımız – ve inşaat ve taahhüt sektöründe Çin’in arkasından ikinci sırada yer alıyor?

Tabii ki Türkiye !

Herkes BRIC’ten, yani Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in hızla büyümekten olan yükselen ekonomilerinden bahsediyor.

Türkiye de Avrupa’nın BRIC’idir.

Ve buna rağmen Britanya’da bizler, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Türkiye’ye yaptığımız toplam ihracattan daha fazlasını İrlanda’ya yapıyoruz.

İrlanda’daki ortaklarımıza kesinlikle saygısızlık etmek istemem ama bu durumu değiştirmek zorundayız.

Dolayısıyla bugün burada bulunmamın öncelikli nedeni bu. Ve, Türk iş camiasının kalbi olan TOBB’u ziyaret etmeyi seçmemin nedeni de bu.

GÜVENLİK

Türkiye’ye gelmemin ikinci nedeni ise güvenlik.

Haberin Devamı

Türkiye büyük bir NATO müttefikidir.

Ve Türkiye ile, ister El Kaide olsun ister PKK, tüm biçimleriyle terörle mücadele konusunda ortak bir kararlılığı paylaşıyoruz.

Fakat belki bundan daha da önemli olan konu ….

….Türkiye’nin Doğu ile Batı’nın buluştuğu noktadaki eşsiz konumudur….

… ki bu konum, ortak güvenliğimize yönelik en büyük tehditlerden bazılarının üstesinden gelmemize yardım konusunda Türkiye’ye rakipsiz bir nüfuz kazandırmaktadır.

Kendime şu soruyu soruyorum: hangi ülkenin Afganistan’daki uluslar arası çabalara gösterdiği bağlılık, dünyaya bu kavganın Müslümanlara karşı değil, teröre karşı bir kavga olduğu mesajını veriyor?

Nüfusunun çoğu Müslüman olan hangi ülke İsrail ile uzun zaman öncesine dayalı bir ilişkiyi sürdürürken aynı zamanda Filistin halkının haklarını savunmaya öncülük ediyor?

Haberin Devamı

Hangi Avrupa ülkesi, İran’ın sürdürmekte olduğu nükleer politikasını değiştirmeye ikna konusunda en yüksek şansa sahip olabilirdi?

Tabii ki Türkiye!

İster Afganistan’da olsun ister Orta Doğu’da, Türkiye Batı’daki diğer ülkelerin sahip olmayı ümit bile edemeyeceği bir itibara sahip.

Dolayısıyla, bugün buraya Türkiye’nin bu itibarını kullanmasını gerektiren gerekçeleri savunmak için geldim. …

… ki Türkiye güvenliğimizi iyileştirmek ve tüm dünyada barışın tesisi için çalışmak adına daha da ileri adımlar atabilsin.

POLİTİKA

Burada oluşumun üçüncü nedeni ise politika.

Bugün burada, Türkiye’nin AB üyeliğini savunmak için bulunuyorum. Ve bu üyelik lehine mücadele etmek için!

Haberin Devamı

Şu sözleri kimin söylediğini biliyor musunuz: ‘işte Avrupalı olmayan bir ülke… tarihi, coğrafyası, ekonomisi, tarımı ve, takdire şayan insanlar olsalar da, halkının karakteri tamamen farklı bir yönü işaret eden bir ülke… Bu, tüm iddialarına ve inandıklarına rağmen tam üye olamayacak bir ülke.

Bu sözler kulağa sanki Türkiye’yi tarif eden bir Avrupalı tarafından söylenmiş gibi gelebilir. Oysa bu sözler, AB katılımı öncesinde General de Gaulle tarafından Birleşik Krallık için söylenmişti.

Kulübün dışında bırakılmanın ne demek olduğunu biliriz.

Ama aynı zamanda bunların değişebileceğini de biliyoruz.

Bir NATO müttefiki olarak Türkiye’nin Avrupa’yı savunmak için yaptıklarını …

Haberin Devamı

..ve bugün Avrupalı müttefiklerimizin yanında Afganistan’da yaptıklarını düşündüğümde…

AB üyeliğine yönelik ilerlemenizin bu şekilde hüsrana uğratılabiliyor olması beni kızdırıyor.

Bu konudaki görüşlerim net.

Türkiye kamp alanını korusun ama çadıra alınmasın demenin yanlış olduğuna inanıyorum.

Dolayısıyla, AB Üyeliğiniz ve Avrupa diplomasisinin üst sıralarında daha fazla nüfuz sahibi olmanız konusunda muhtemelen en güçlü savunucunuz olarak kalacağım. Bu, gerçekten son derece hırslı olduğum bir konu.

Ankara’dan Brüksel’e uzanan yolu birlikte açalım istiyorum.”

Türkiye’nin AB’ye üyeliğini savunmak için….

… ve ticaretimizde ve güvenliğimizde gerçekleştirebileceğimize inandığım devasa atılım fırsatlarını yakalayabilmek için….

… doğrudan meydan okumamız gereken üç grup var:

İlk önce, korumacılar.

Türkiye gibi bir ülkenin yükselişini, refahımızı daha da arttırma fırsatı olarak değil de karşısında kendimizi savunmamız gereken ekonomik bir tehdit olarak görüyorlar.

İkinci olarak, kutuplaşanlar.

Dünya tarihine, bir medeniyetler çatışması prizmasından bakıyorlar.

Türkiye’nin, Doğu ve Batı arasında bir seçim yapmak zorunda olduğunu ve her ikisini de seçmek gibi bir tercihinin bulunmadığını düşünüyorlar.

Üçüncü olarak, ön yargılılar.

Bilinçli olarak İslam’ı yanlış anlayanlar. Gerçek İslam ile aşırılıkçıların çarpıtılmış yorumu arasında hiçbir fark görmüyorlar.

Sorunun İslam’ın kendisi olduğunu düşünüyorlar. Ve İslam’ın değerlerinin asla diğer dinlerin, toplulukların ya da kültürlerin değerleriyle uyumlu olamayacağını düşünüyorlar.

Tüm bu savlar, tamamen yanlış.

Ve Britanya’nın yeni Hükümeti olarak, bu savları çürütecek uluslar arası çabaların ön cephesi olmamızı istiyorum.

İsterseniz şimdi bu grupları teker teker inceleyelim:

KORUMACILAR

İlk önce korumacılar.

Her kuşak, serbest ticaret savunmasını tekrar sil baştan yapmak zorundadır.

Ve biz de farklı değiliz.

Ekonomik ilişkilerimizi inşa ederken, Türkiye gibi bir ülkenin gösterdiği büyümeden korkanlarla karşılaşıyoruz;

….kabuklarına çekilip dünyanın geri kalanından kendilerini ayırmak isteyenlerle…

Bu gruplar gerçekleri anlayamıyor.

Ticaretin bir tür sıfır toplamlı bir oyun olduğunu sanıyorlar.

Resmen ticaretten, sanki bir ülkenin başarısı diğer ülkenin başarısızlığıymış gibi bahsediyorlar.

Sanki ihracat hacmimiz büyürse, başka bir ülkenin ki küçülecekmiş,

Sanki bir şekilde Türkiye’den düşük maliyetli mallar ithal edersek, başarısız olan ülke oluyormuşuz gibi,

Türkiye’nin ihracatının tüm faydaları sadece Türkiye’yeymiş gibi düşünüyorlar.

Oysa aslında bundan bizler de fayda sağlıyoruz…

…tercih çokluğundan, rekabetten ve dükkânlarımızdaki düşük ücretlerden biz de yararlanıyoruz.

Ticaretin bütün olayı, ticaretten herkesin kazanç ve yarar sağlayabiliyor olmasıdır.

Dolayısıyla size, bu korumacıların üstesinden gelmek için ne yapacağımızı açıklayayım:

Halen ticaretin önünde duran engelleri kaldırabilmek için;

…. gümrük bürokrasisi gibi küresel bürokratik engelleri aşabilmek için….

….ve dünya ekonomisine 170 milyar dolar kazandırabilecek ticaret döngüsünü tamamlayabilmek için…

…. her zaman olduğundan çok daha fazla çalışacağız.

Ve Britanya’nın yeniden iş dünyasına kapılarını açması için elimizden gelen her şeyi yapacağız.

İlk daimi Türk Büyükelçisi, Londra’ya William Harborne’den iki yüz yıl sonra ayakbastı.

Büyükelçinin ekibindeki diplomatlardan birisi, ilk kez resmi Türk bakış açısıyla Britanya’yı yazdı.

Son derece yalın bir ifadeyle dedi ki, “Britanya’nın havası pek fena”.

Bu alanda çok bir değişiklik olduğunu sanmıyorum.

Ve havayı değiştiremeyeceğim de kesin.

Ama, Britanya’daki ticaret ve yatırım iklimini değiştirmek için yapabileceğim bir çok şey var.

Bu yüzden kurumlar vergisini yüzde 24 oranına çekiyoruz ki bu G7 ülkeleri arasındaki en düşük seviyedir.

G20 ülkeleri arasındaki en rekabetçi kurumlar vergisi rejimini oluşturuyoruz.

İşyeri kurmak için harcanan süreyi azaltıyoruz.

Britanya’ya yeni iş alanları açılmasını teşvik ediyoruz. Ve birçok Türk vatandaşının Britanya’yı ziyaret etmesinden, Britanya’da başarılı bir şekilde iş yeri açmasından ve okumasından son derece memnunuz.

Ve Britanya iş dünyasını, tıpkı Türk iş dünyasının yaptığı gibi, yeni piyasalar açmak konusunda daha hırslı olmaya teşvik ediyoruz.

Vodafone, Tesco ve HSBC, şimdiden Türkiye’de olan büyük Britanya yatırımlarından sadece üçü.

Böyle daha pek çok yatırım görmek istiyorum.

Bugün, yıllık ticaret hacmimiz 9 milyar doların üzerinde.

Bu rakamı önümüzdeki beş yıl içerisinde iki katına çıkarmamızı istiyorum.

Korumacı kesimin kazanmasına izin veremeyiz.

Gerçek şu ki bildiğimiz en büyük kazanç kaynağı, daima ticaret oldu.

Ve şu anda ekonomilerimize verebileceğimiz en büyük güdü de gene ticaret.

KUTUPLAŞAN GRUPLAR

İkinci olarak, bu gelişmelere karşı çıkan diğer gruba, kutuplaşanlara, değinmek istiyorum.

Bu kişiler, dünyamızın tarihini bir medeniyetler çatışması olarak görüyor.

… Doğu ile Batı arasında bir tercih olarak yorumluyor.

Türkiye’nin büyük bir birleştirici güç olabileceğini anlayamıyorlar.

Çünkü Doğu ile Batı arasında bir seçim yapmak yerine, Türkiye her ikisini de seçmiştir.

Ve hepimiz için daha iyi bir güvenlik sağlanmasına yardımcı olabilmesi için Türkiye’ye bölgedeki ülkelerle ilişkilerde bu denli önemli bir rol verilmesinin nedeni de işte bu, Doğu’yu ve Batı’yı birleştirebilme fırsatıdır.”

Bunun önemi, bizler için en çok Afganistan’da ortaya çıkmaktadır.

Türkiye, Taliban ile mücadelede Afganistan’a gönderilen ekipmanın ulaşımı açısından hayati önem taşıyan bir merkez teşkil etmektedir.

Fakat aynı zamanda Afganistan’ın istikrarı ve güvenliği için son derece önemli olan bölgesel, politik ve ekonomik işbirliğinin teşvikinde de benzersiz bir nüfuza sahiptir.”

Uluslararası güçlerin ülkeden ayrılabilmeleri için, Afgan halkının kendi güvenliklerinin kontrolünü üstlenebileceklerini görmeliyiz.

Bu da Afgan Milli Güvenlik Kuvvetleri’nin gelişiminin hayati bir önem taşıdığı anlamına gelmektedir.

Ve bu noktada Türkiye’nin asker ve polislere vermekte olduğu eğitimi arttırmasını memnuniyetle karşılıyorum.

Türkiye, Afganistan’da üstlendiği öncü rolü, Orta Doğu’da da üstlenebilir.

Türkiye’nin bölgedeki ilişkileri, gerek İsrail ile gerekse Arap Dünyasıyla yürüttüğü ilişkiler, paha biçilmez bir değere sahiptir.

İsrail ve Arap dünyası arasında bir anlayış geliştirilmesi konusunda Türkiye’den daha fazla potansiyele sahip bir ülke yoktur.

Gazze’nin Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinde gerçek gerginliklere yol açtığının farkındayım.

Fakat Türkiye İsrail’in dostudur.

Ve Türkiye ile İsrail’den bu dostluktan vazgeçmemelerini rica ediyorum.”

Bu konuda biraz daha açık olayım:

İsrail’in Gazze’ye giden yardım filosuna saldırısı, kesinlikle kabul edilebilir bir tavır değildi.

Ve Başbakan Netanyahu’ya, İsrail’den çabuk sonuçlanacak, şeffaf ve çok sıkı bir inceleme yapmasını beklediğimizi ifade ettim.

Ayrıca şu konuda da açık olayım, Gazze’deki durum değişmek zorundadır.

İnsani yardımların ve insanların her iki yönde akışı sağlanmalıdır.

Gazze’nin bir esir kampı gibi tutulmasına izin verilemez ve verilmemelidir.

Fakat, ümit ediyorum ki, önümüzdeki haftalarda İsrail ile Filistinliler arasında başlatılacak olan dolaysız görüşmeler ilerledikçe,

…barış savunuculuğunu üstlenecek,

…ve tarafların bir araya gelmesi konusunda gereken baskının kurulmasına yardımcı olabilecek ve adil ve uygulanabilir bir çözüme giden yolu işaret edebilecek olan taraf, Türkiye olacaktır.

Ve, tıpkı Türkiye’den bu rolü Orta Doğu’da oynamasını beklediğimiz gibi – Türkiye’den İran’ın bomba üretmesini durdurmamıza yardımcı olabileceğine de inanıyoruz.

Bu konuda dürüst olmak gerek.

İran, bir bomba üretiyor olmasının dışında hiçbir sanayi mantığı olmayan bir şekilde uranyumu yüzde yirmi seviyesinde zenginleştirmektedir.

Eğer nükleer programı barışçıl ise…

….İran neden Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun programı incelemesine izin vermiyor?

…İran neden askeri bileşenler satın almaya devam ediyor?

…ve İran neden hala İsrail’i yok etmekle tehdit ediyor?

“İran, Türkiye ve Brezilya ile bir süre önce yapmış olduğu anlaşmada teklif edilen uygulamayı yerine getirse bile, hala düşük oranda zenginleştirilmiş uranyum stoklarının yaklaşık yüzde ellisini elinde bulunduruyor olacak.

Dolayısıyla bu noktada uluslar arası topluluk ile birlikte hareket etmek konusunda ne denli ciddi olduğumuzu İran’a gösterebilmek için Türkiye’nin yardımına ihtiyacımız var.

İstanbul’da Türkiye, Brezilya ve İran Dış İşleri Bakanları arasında yapılan toplantının İran’ı doğru hatta yönelteceğini umuyoruz.

Aynı şekilde, dün açıklanan yeni AB yaptırımları da İran’ı uluslar arası topluma nükleer programının iddia ettiği üzere gerçekten barışçıl olduğu yönünde güven aşılamaya ikna etmeyi amaçlamaktadır.

Ayrıca, Türkiye’nin, Irak da dâhil olmak üzere, tüm komşularıyla sıfır sorun politikasını sürdürme yönündeki hırslı çabalarını da olumlu karşılıyorum.

Ve son aylarda Türkiye’nin Batı Balkanlar’da bölgesel işbirliğini iyileştirmek için gerçekleştirmiş olduğu önemli çalışmayı da memnuniyetle karşılamaktayım.

Bölgede ilerleme ve uzlaşma sağlanmasına yardımcı olunmasında böylesine hayati önemi olan bir rolü üstlenebilecek olan da gene sizin bölgedeki benzersiz ilişkileriniz ve nüfuzunuz olacaktır.

Fakat tüm bunlar, Doğu ile Batı arasında bir tercih söz konusu olduğu yönündeki yanlış, kutuplaşmış görüşe dayanmaktadır.

Türkiye durumunda, seçim ne Doğu’dur ne de Batı…

…Doğu ve Batı birliktedir.

Ve biz bu kombinasyonu memnuniyetle karşılıyoruz.

ÖN YARGILILAR

Üçüncü olarak da önyargılılara değinmek istiyorum.

Yani gerçek İslam ile aşırılıkçıların yorumladıkları İslam arasında herhangi bir ayrım yapmayanlara…

Bu kimseler, İslam’ın, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi diğer dinlerle paylaştığı değerleri;

… tüm bu dinlerin özlerinde barışçıl dinler olduğunu anlamıyorlar.

Ne de, Türkiye’nin dini hoşgörüye dayanan uzun bir tarihi olan barışçıl bir ülke olduğunu anlıyorlar.

Gerçek İslam’ın değerlerinin Avrupa’nın değerleriyle uyumsuz olmadığını;

Avrupa’nın, dini ile değil değerleriyle tanımlandığını savunmaktan asla vazgeçmeyeceğim…

AB, laik bir kuruluştur.

Ve Avrupa’nın kapıları her inançtan insana ve belirli bir inancı olmayanlara, açıktır.

Aynı şekilde, Türkiye laik ve demokratik bir devlettir.

Tüm bunlar, Türkiye’ye Avrupa’da hoş karşılandığını hissettirmemiz için artı birer nedendir.

Türkiye’nin sadece şu son bir kaç yıl içerisinde oldukça önemli reformlar gerçekleştirmiş olduğunu biliyorum.

Kürtçe öğretim ve yayın yasağı – kaldırıldı.

Kürtçe yayın yapan yeni bir devlet televizyonu – kuruldu ve çalışıyor.

İdam cezası – kaldırıldı.

Ceza kanunu – düzeltildi.

Demokratik kurumlar – güçlendirildi.

Bunlar oldukça önemli değişiklikler.

Ve tanınmaları gerekir.

Sizleri daha da ileriye gitmeye teşvik ederken….

Sizden farklı bir ülke olmanızı; değerlerinizden, geleneklerinizden ya da kültürünüzden vazgeçmenizi istemiyorum.

Biz sizin Türkiye olmanızı istiyoruz çünkü tüm vatandaşlarımız için çok daha büyük bir güvenlik ve çok daha büyük bir refah inşa edilmesinde tanımladığım eşsiz rolü, ancak Türkiye olarak üstlenebilirsiniz.

Sizden isteğimiz, yapmakta olduğunuz AB reformlarını hırslı bir şekilde ilerletmenizdir.

Katılım sürecinin bir sonraki adımı olarak Rekabet faslını açabilmek için gereken tedbirleri almanızı istiyoruz.

Çünkü nasıl ülkeler topluluklarından güç alıyorsa, Avrupa da insan haklarını ve demokrasiyi kucaklayan bir Türkiye’den aynı şekilde taze bir yaşam gücü ve amaç bulacaktır.

Ve altı yıl önce ortaya konan son derece yoğun çabanın başarısızlıkla sonuçlanmasından her ne kadar hayal kırıklığına uğramış olsak da, Kıbrıs konusunda çözüme yönelik çalışmalarımızı sürdüreceğiz.

Bu süreçte sizleri elimizden gelen her şekilde destekleyeceğiz.

Tabii ki her konuda hem fikir olmayacağız…

… ama ister korumacı olsunlar ister kutuplaşmış ya da önyargılı, şüphecileri Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin tartışmaya açık olmadığına ikna etmek ortak amacımız olacaktır.

Ve ben bu üyeliğin tartışma götürmez olduğuna şimdiden inanıyorum.

SONUÇ

Dolayısıyla, ben durumu böyle görüyorum.

Korumacılar yanılıyor.

Türkiye ile ticaret hacimlerini yükselten tüm ülkeler, kazanan taraf olacaktır.

Bu noktada kaybedenler ise, bu atılımı yapmayanlar olacaktır.

Kutuplaşanlar yanılıyor.

Türkiye, Doğu ile Batı arasında seçim yapmak zorunda değildir.

Çünkü Türkiye her ikisini de seçerek, hepimiz için güvenliği arttırma fırsatını yakalamıştır.

Önyargılılar yanılıyor.

Sorun İslam değil; önyargılı insanların İslam hakkındaki yanlış varsayımlarıdır.

Ve, “Türkiye’nin olmadığı bir Avrupa Birliği daha güçlü değil daha zayıf olacaktır…

…daha güvenli değil daha az güvenli olacaktır.

… daha zengin değil daha fakir olacaktır.

Bugün Sayın Başbakan Erdoğan ile imzaladığım Stratejik Ortaklık Belgesi, Britanya ve Türkiye arasında çağdaş bir ortaklık konusundaki istekliliğimizi ortaya koymaktadır.

“Bu istekliliğin merkezinde ise Türkiye’nin Avrupa politikalarının en üst sıralarındaki yerini almayı hak etmiş olduğu inancı yatmaktadır.

Ve ben Türkiye için bunu savunuyor ve bunun savaşını veriyor olacağım.

Şüphecilere sadece şunu soruyorum:

Hangi Avrupalı ülkenin büyümesi hepimiz için büyümeyi diğerlerinden daha fazla, tetikleyebilir?

Hangi Avrupalı ülkenin Orta Doğu’da güvenlik alanındaki nüfuzu, terörün nedenleriyle mücadeleye ve hepimiz için daha kapsamlı bir güvenlik sağlanmasına diğerlerinden daha fazla yardımcı olabilir?

Hangi ülkenin AB’ye katılımı hepimiz için daha büyük bir küresel nüfuz ile daha güçlü bir Avrupa Birliği oluşturulmasını diğerlerinden daha fazla sağlayabilir?

Tüm bu sorulara verdiğim cevap şu:

Tabii ki Türkiye!

Çok Teşekkür ederim.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!