Cumhuriyet döneminin ilk lirik sahne eseri*: ÖZSOY OPERASI GeçtiÄŸimiz haftalarda Semiha Berksoy 72. sanat yılını kutladı. Cumhuriyet'in bu çılgın kızını

Güncelleme Tarihi:

Cumhuriyet döneminin ilk lirik sahne eseri*: ÖZSOY OPERASI Geçtiğimiz haftalarda Semiha Berksoy 72. sanat yılını kutladı. Cumhuriyetin bu çılgın kızını
Oluşturulma Tarihi: Aralık 08, 2000 00:00

Cumhuriyet döneminin ilk lirik sahne eseri*: ÖZSOY OPERASI GeçtiÄŸimiz haftalarda Semiha Berksoy 72. sanat yılını kutladı. Cumhuriyet'in bu çılgın kızını büyük bir hayranlıkla izledik. Onca yaşına raÄŸmen dimdik ayaktaydı ve aryalar söyledi. Bir zamanların dramatik sopranosu ve Wagner solisti Berksoy'un Türk opera tarihinde özel bir yeri var. Türk operası hanidiyse onunla yaşıt, çünkü o ilk Türk operası Özsoy'un kadrosundaydı.Berksoy'un da ilk operası olan Özsoy pek çok alanda ilkti. Bestecisi, söz yazarı, rejisörü, dekorcusu, solistleri Türk olan ilk operaydı. Türkiye sahnelerinde o zamana dek yabancı grupların sergilediÄŸi yabancı operalardan baÅŸkası görülmemiÅŸti. Ama Atatürk'ün iradesiyle ve baÅŸta Adnan Saygun olmak üzere pek çok sanatçının olaÄŸanüstü gayretiyle, hiç yoktan bir ay gibi bir sürede bestelenip sahnelenmiÅŸti. Ä°ÅŸte bu yazı operamızın temel taşının ilginç öyküsüne ışık tutmaya çalışıyor...Özsoy operası veya broşüründeki adıyla "Özsoy Destanı" Ä°ran Åžahı'nın1934 yılındaki Türkiye ziyareti dolayısıyla Atatürk tarafından konusu belirlenerek hazırlatılmıştı. Ä°ran Åžahı Türkiye'ye ne arıyordu derseniz, Åžah Rıza modernleÅŸtirmeye çalıştığı ülkesi için Türkiye'yi örnek alıyordu ve Atatürk'le yakın iliÅŸki kurmak istiyordu. Ama bu ilginç bir iliÅŸkiydi. OrtadoÄŸu'nun iki rakip imparatorluÄŸunun modern mirasçıları bu kez aynı kulvarda koÅŸuyordu. Ama Ä°ran'ın modernleÅŸme için çok ciddi bir kaynağı, yani petrol vardı. Bu açıdan bakıldığına Ä°ran kulvara epey önde girmiÅŸ sayılırdı. Özsoy neydi?Özsoy, iÅŸte iki liderin kurmak istediÄŸi yakınlaÅŸma için hazırlanmış bir araçtı. Adeta tek kullanımlık bir opera olarak düşünülmüş ve tasarlanmıştı. Özsoy'un sahnelenmesinden sonra librettist Münir Hayri Egeli'ye yeni bir opera ısmarlayan Atatürk'ün düşüncelerini Egeli'nin anılarından öğreniyoruz: "Özsoy güzel… Güzel ama… onun bütün kıymeti bugün içindi. Bir daha oynanamaz…"(2) Gerçekten de operanın konusu, içinde kullanılan simgeler Türk ve Ä°ran mitolojisindeki majör simgelerle uyuÅŸmakta, Åžah Rıza Pehlevi döneminde Ä°ran ulusal uyanışı sırasında Ä°ran mitolojisinin yeniden kurgulanarak kullanılmasına iliÅŸkin referanslar bulunmaktadır. Ä°lk perdenin konusu da Firdevsi'den antik Pers mitolojisine dek uzanan bir mit geleneÄŸinin içinden seçilerek, Orta Asya Türk mitolojisinden alınan kimi öğelerle karıştırılarak oluÅŸturulmuÅŸtur. Özsoy'u kimler yarattı?Konusunun ayrıntıları kadar yapımla ilgili bilgiler de ilginç. Librettosunu Ä°nkılap Temsilleri'nin yazarlarından Münir Hayri (Egeli) hazırlamış, müziÄŸini ise zamanın genç bestecisi Adnan (Saygun) bestelemiÅŸtir. Ä°nkılap Temsilleri o yıllarda yeni yeni oturmakta olan devrimlerin erdemlerini anlatan sahne eserleriydi. Daha düz bir deyiÅŸle propaganda oyunları. Münir Hayri Egeli ise, bir nevi Abdurrahman Çelebi idi. Her türlü sanatsal faaliyette adını görmek mümkündü: Tiyatro yazarlığı, senaristlik, plastik sanatlar, edebiyat... O zamanlar epey prim yapmıştı ama, bugün ne adının ne de yapıtlarının unutulup gitmesinde zaman kadar kalitesinin de önemi olduÄŸu ortada.Adnan Saygun çok sesli müziÄŸimizin duayenlerinden. Herkesin müzik zevkine hitap etmese de, yaptıklarının önemini yadsımak zordur. Hele bu operayı Atatürk'ün emriyle bir aydan kısa bir sürede yoktan var ettiÄŸini düşünürseniz. Yazının sonunda bulacağınız librettonun ardındaki "Hatıra" yazısına bir göz atın, nasıl coÅŸkulu bir sanat aÅŸkıyla bu iÅŸe giriÅŸtiÄŸini göreceksiniz. Özsoy'un kurgusuÖzsoy, her ne kadar bir opera olarak tanınsa da, kurgusu itibariyle opera olmaktan uzaktır. Solistleri, korosu, aryaları, düetleri olmasına raÄŸmen konuÅŸmalı bölümleri bir operada olmaması gereken biçimde çok uzundur. Konusu dolayısıyla operet sayılamayacak kadar ağırdır. Belki aynı yıl yazılan ve sahnelenen "lirik fantezi" tanımlı TaÅŸbebek'ten esinlenerek Özsoy'u bir "lirik dram" olarak tanımlamak mümkündür. Her ne kadar Cemal ReÅŸit Rey'in daha erken tarihli opera çalışmaları varsa da. Özsoy Cumhuriyet operasının adeta temel taşı olduÄŸu için "opera" sıfatını ondan esirgememek gerekir.Yazının sonunda verilen 1980 tarihli librettonun ve bunun1981'deki seslendirmesinin kaydı dışında, Özsoy'la ilgili bir tek orijinal belge vardır: Operanın 1934'teki temsili için hazırlanan bir broşür. 14 sayfalık bu broşürün kadro sayfasını da, yazının sonunda bulacaksınız. Buradan, eserin 3 perde - 12 tablodan oluÅŸtuÄŸunu öğreniyoruz. Oysa Saygun'un 1980 tarihli yazması tek bir perdeye aittir. Ancak bunun nedenini Saygun'un "hatıra"sından çıkartmak mümkün. Zaten "eser aslında üç perde olarak düşünülmüş"tür. Ancak "Bu (son) iki perdenin yazılış ÅŸekli de iyi deÄŸildi." Elimizdeki nüshanın 1981'deki sahneleme için Saygun tarafından yeniden yazıldığı gözönüne alınırsa, sembolik deÄŸeri yüksek olan bu yapıtın yeniden kurgulanırken, zaten baÅŸtan beri memnun kalımadığı kısımları elemesi anlaşılabilir.Ä°lk perdedeki efsanenin gerisinde, Ä°ran mitolojisinin insanlığın doÄŸuÅŸu ve buna paralel olarak karanlıkla (Dahhak) aydınlığın (Gave -aynı zamanda da Türk mitolojisindeki Bozkurt olduÄŸu iddia edilmektedir) savaşı ve bu savaÅŸ sonucunda aydınlığın galip gelmesine dair öyküsü vardır. Firdevsi de Åžehnamesi'nde bu konuyu iÅŸlemiÅŸtir. Opera, ışığa kavuÅŸan insanların baÅŸlarına bey olarak seçtikleri Feridun'un çocuk sahibi olabilmesi için tanrıya yakaran korolarla açılır. Ancak korolardan önce, "Öz Ozan"ın okuduÄŸu uzun bir resitatif vardır.Üçüncü tabloda ise Feridun'un eÅŸinin doÄŸumu beklenmektedir. Ãœlkenin dört bir yanından beyler bunun sayesinde bir araya gelmiÅŸtir. Feridun'u öven konuÅŸmalar yapılır. Derken Feridun'un geldiÄŸi haberi ulaşır. Koro, Feridun'u karşılar, o da bir arya ile karşılık verir. Birlikte dua ederler. Derken haberci gelir ve ikiz oÄŸlu olduÄŸunu söyler. Bu arada Hatun da gelir, koro onu karşılar. Hatun ve Feridun karşılıklı iki arya söyler. Sonraki tabloda felekler gelmiÅŸtir. Feridun'un çocuklara isim koymasından sonra yedi felekler yeni doÄŸan çocuklarla ilgili iyi dileklerini belirtirler. Bu fasıl bittikten sonra orkestra girer ve şölen baÅŸlar. Son tabloda ise tüm ışıklar kararır, yalnızca Hatun sahnede kalır. Karanlıklar tanrısı Ahriman gelmiÅŸtir. Şölene çaÄŸrılmadığı için çok kızgındır. Hatun'un bütün yalvarmalarına raÄŸmen bebeklerin iki nesil sonrasında biribirlerini unutup sonsuza dek ayrı kalmaları için bir lanet olur. Perde, koronun Hatun'a okuduÄŸu bir iyi dilek parçası ile kapanır. Esere temel oluÅŸturan efsanede Feridun'un üç oÄŸlu vardır: Selim, Tur ve Ä°raç. Ä°raç Ä°ranlıların, Tur Turanilerin -yani Türklerin-, Selim ise diÄŸer insanların -yani Avrupalıların- atasıdır. Atatürk, Åžah'I etkilemek için Tur ve Ä°raç'I ikiz çocuklar olarak kurgulamıştır. Eserin ikinci ve üçüncü sahnelerinin KurtuluÅŸ Savaşı'nda geçmesine raÄŸmen finalde tüm kadronun tekrar sahneye gelmesiyle yüzyıllar boyunca ayrı kalan Türkler ve Ä°ranlıları Tur ve Ä°raç'ın tekrar bir araya getirdiÄŸi anlatılır. Bundan sonrasını Saygun şöyle anlatıyor: "Eserin, tekrar efsane havasını getiren bu sahnesinde Feridun ve ötekiler hep sahnede hazırdır, ancak Tur ve Ä°raç yoktur. Feridun sorar, "Tur ile Ä°raç'ı göremiyorum, nerededirler?" Buna Ozan Halkevindeki locasında Ä°ran Åžahı ile birlikte temsili seyreden Atatürk'ü iÅŸaret ederek şöyle der: "Ä°ÅŸte Tur. (Ä°ran Åžahını iÅŸaret ederek) iÅŸte Ä°raç. Her Türk bir Tur, her Ä°ranlı bir Ä°raç'tır." Türkçeyi Azeri ÅŸivesiyle çok iyi bilen Åžah'ın bu sözler üzerine Atatürk'e sarılıp "KardeÅŸim" diye aÄŸladığını, temsilden sonra heyecanla anlattıklarını çok iyi hatırlarım."Opera gerçekten de özellikle bu finalle baÄŸlanmak üzere tasarlanmıştır. Atatürk'ün operayı "bir daha oynanmaz" olarak tanımlaması hikâyenin tamamını bilince daha iyi anlaşılmaktadır. Saygun'un 1981'de kısmen elindeki eskizlerden, kısmen de hatırlayarak yazdığı bölümün, göreceli olarak en saÄŸlam olan ilk perdeye ait olması da bilinçli bir seçim olmalıdır. Bu kısım, kendi içindeki bütünlüğü ve efsanevi havasıyla tek başına bir sahne fantezisi olabilir. Bugüne dek herhangi bir kaydı, belgesi ulaÅŸmayan ve tarih öncesinden 1930'lara dek uzanan bir zamanı anlatan diÄŸer bölümlerin aynı saÄŸlamlığa sahip olması, tüm operanın 25 günde ortaya çıktığı da hesaba katılırsa, oldukça küçük bir ihtimaldir. Bir gün birisi bu konuda Semiha Berksoy'la görüşme fırsatı bulursa herhalde onun söyleyecekleri de çok farklı olmayacaktır. Ve ideoloji...Operanın librettosunda korolar deÄŸil, ama aryalar ve Öz Ozan'ın açılış resitatifi oldukça ilginç ifadeler içermektedir. Bunlardan ilki, Öz Ozan'ın açılış resitatifi o yılların en güncel konularından biri olan Türk Tarihi Tezi'ne açık göndermeler içerir. Türk Tarih Tezi, modern çaÄŸlar boyunca Avrupalı ırkların kendi üstünlüklerini ve Avrupalı olmayanların aczini vurgulayan tarih tezlerine aynı tonda verilmiÅŸ bir yanıttı. Alman Tarih Tezi, tüm insan uygarlığını 5.000 yıl önce Orta Asya'dan dünyaya yayılan Cermen kavimleri sayesinde kurulduÄŸunu ve maden iÅŸleme, tarım gibi "medeni" eylemleri dünyanın diÄŸer yörelerine onların taşıdığını söyleyip durmuÅŸtu. Türk Tarih Tezi daha radikal bir çıkışla, bu yayılmanın yine aynı kaynaktan, ama 10.000 yıl önce olduÄŸunu, medeniyeti Türk kavimlerinin dünyaya yaydığını söylüyordu. Türk ırkının, Cermenler gibi "brakisefal" olduÄŸunun kanıtlanması o yılların en gözde tarih malzemelerindendi. Neyse ki dedelerimiz ve babalarımız bu tezi ciddiye alma meselesini Almanlar kadar abartmadı. Ama bugünkü Türk'ün Türk'le övünmesi vaziyetinde bu tezin büyük bir katkısı olduÄŸu da açık. Herneyse, konuyu dağıtmayıp bu operadaki erken Türk kafatasçılığı izlerini görelim:Tarih diyor ki bize: "Medeniyyet" ırmağıBrakisefal soyda buldu özlü kaynağıBu soy Asya'dan çıktı, dört bir yana yayıldı,Bu tarih yükseliÅŸin baÅŸlangıcı sayıldı.Avrupa, Anadolu, Ä°ran ve Orta GarptaMedeniyete girdi, bakır, bu büyük soylaÃœstelik bu kısımdan hemen önce, söylenecek olanların çeÅŸitli ulusal efsaneler gibi hayali, cinli, kurmaca deÄŸil olmuÅŸun ta kendisi olduÄŸu söylenmektedir. Ben vatanYavuklusu ozanım, öz tarihi söylerim,OlmuÅŸu naklederim. Ve ozan "kırk bin yıl" öncesine dönerek öyküsünü baÅŸlatır. Koro, bu çaÄŸda "Tanrı"ya yakarmaktadır. O devirde rasyonalize bir tektanrı kavramı varmış gibi bir hava yaratılmıştır (burada da Fransız pozitivizminin izleri görülüyor). BaÅŸka tanrılar yoktur, sadece doÄŸaüstü güçlere sahip felekler ile, baÅŸ ÅŸaman yarı mistik figürlerdir. Eserin sonunda ortaya çıkan Ahriman ise adeta ÅŸeytan kavramıyla örtüşmektedir. Her ne kadar her ÅŸey mitolojik gibi görünse de, esasında halihazırdaki inanç sisteminden çok farklı bir kurgu yapılmamıştır. Daha sonraki tablolarda yer alan "kollar göğe uzansın, dizler yere kapansın" ifadesi de ibadet biçimi düzeyinde bu örtüşmeyi gösterir.Koronun hakana hitabı da aynı standartlığı sergiler: "Çok yaÅŸa", "sen başımızda varol" türü klasik ifadeler sürekli tekrarlanır. Feridun'un beyleri yanıtlaması sırasında kullandığı ifade, "sizi, seçtiÄŸimiz bey özyürekten selamlar" ise kuÅŸkusuz cumhuriyet, cumhurbaÅŸkanlığı vb kavramlara yapılan bir göndermedir. Egeli ve Atatürk'ün bir sonraki çalışmalar olan Bayönder'de bu göndermeler hakan/bayönder -Atatürk, beyler- mücadele arkadaÅŸları alegorizasyonları çok daha açık biçimde kullanılacaktır.Yapıtın sözlü bölümlerinden birinde yer alan haberci sahnesi her ne kadar klasik Yunan trajedilerine bir gönderme gibi gözükse de, bu janrda olmaması gerektiÄŸi biçimde uzatılmış, adeta karikatürize edilmiÅŸtir. "Ä°ÅŸte nefes nefese koÅŸan bir atlı da tepenin eteÄŸine vardı / Hani / Ä°ÅŸte ÅŸurada / KoÅŸ biraz / Müjdeni ver / Hakan sana ne mutlu / Söyle hadi / Baba oldun / Erkek mi / Hem de ikiz / ikiz mi? / ikisi de erkek mi? / Evet / Hay yaÅŸa."DoÄŸum haberini izleyen tabloda Hatun'un yavrularıyla birlikte tören yerine gelmesi ve onlara katılması da adeta o yıllarda kadının toplumdaki yerinin yeniden tanımlanarak, günlük hayata ve iÅŸ hayatına katılmaya baÅŸlamasını simgelemektedir. Hatun'un aryasında Türk ve Ä°ran mitolojisinin temel arketipleri açıkça kullanılmıştır. Yurda armaÄŸan olsunHakanım bu çifte kurtÅžayet bir gün görürseKara gün bu güzel yurtBiri arslan, biri kurt olarak saldırsınlarYeryüzünden fenalığı kaldırsınlar.Hatun'un aryasının son dizesi oldukça manidardır:"Kadına annelik vatanseverliktir bey…" Hatun, bu dizeyle Hatun'un aryasının içeriÄŸini belirler. Toplumda erkekle birlikte yerini almıştır, ama asli görevini unutmamıştır, unutmamalıdır da: Kadın anne olunca feleÄŸin ömrü uzarYerler göğe yaklaşır, nurlar yerleri sularBugün senin ününü haykırmak istiyorumHaykırmak… Annelik, Hatun'un rasyonel söylemi yanında, mistik düzeyde de erkeÄŸin aÄŸzından kutsanmaktadır. Feleklerin geliÅŸi ve sohbetleri Türk-Ä°ran dostluÄŸuna dair "kardeÅŸlik", "birlik" gibi temaları iÅŸlemektedir. Yedi feleklerin gelip iyi dileklerini bildirmelerinin ardından karanlıklar tanrısının gelip çaÄŸrılmadığı için çocuklara lanet okuması, Grimm kardeÅŸlerin aktardığı "Uyuyan Güzel" masalındaki kralla kraliçenin periler tarafından kutsanması motifiyle oldukça benzeÅŸmektedir. Ahriman-Hatun diyaloÄŸu masalsılığının dışında bir referans taşımamaktadır. Ama yüzyıllarca bir arada yaÅŸayacak kardeÅŸlerin iki kuÅŸak sonra birbirini unutacağına dair lanet Hatun'u üzmüştür. Sahneye koyanlarHazırlanması ve konusu bu denli ilginç olan Özsoy'un sahnelenmesi de ayrı bir hikayeydi. Saygun'un anılardan anlaşıldığı kadarıyla operanın kurgulanmasındaki naiflikler bestelenme sürecine de yansımış, solistler "kendi alışkanlıklarına göre" nota istemiÅŸler, koristlerin nota bilmemesi sürekli sorun yaratmış, hatta ilk korolu bölüm zor olduÄŸu için çıkartılarak yerine daha basit bir ağıt konmuÅŸtur. Notaların çoÄŸaltılması içinse CumhurbaÅŸkanlığı Armonisi'nden gelen subay-müzisyenler yardımcı olmuÅŸtur.Eserin kadrosunda göze çarpan isimler ise ÅŸunlardır: Koroyu Adnan Saygun'un eÅŸi Mediha Adnan (Saygun) ile Halil Bedii (Yönetken) yönetmiÅŸtir. Koristler ise Ankara Kız Lisesi, Ankara Kız orta Mektebi, Ankara Beden Terbiyesi, Ankara Enstitüsü talebesinden seçilmiÅŸtir. Dans grupları ise Selim Sırrı'nın kızları olan Selma ve Azade Selim Sırrı tarafından çalıştırılmış, koreografileri yapılmıştır. Lirik solistlerden Nurullah Åževket (TaÅŸkıran) ile Semiha (Berksoy) sonraki yıllarda Ankara Devlet Tiyatrosu'nun kurulması çalışmalarına katılmışlardır. Semiha Berksoy'un ünüyse, özellikle Wagner solisti olarak yurtdışına dek uzanmıştır.Operanın o yılların moda üslubu olan neo-klasik Ankara Halkevi'nin büyük salonunda sahnelenmiÅŸti. O dönemde Ankara'da bu iÅŸe uygun tek mekân da burasıydı.Opera Åžah'ın izlediÄŸi temsilden hemen sonra iki kez daha sahnelenmiÅŸ ve rafa kaldırılmıştır. Bundan sonra ise, Atatürk'ün 100. doÄŸum yılı kutlamaları çerçevesinde Ankara Devlet Operası tarafından sahnelenmiÅŸtir. Saygun'un orijinal yazmaları da iÅŸte bu ikinci versiyona aittir. Saygun'un hatıralarından, bu son sahnelenme yapılmamış olsaydı operadan bugüne hiçbir ÅŸey kalmayacağı sonucunu çıkartmak mümkündür. Ne arÅŸivlerde, ne de baÅŸka bir yerde Özsoy'a dair herhangi bir belge bulunamadığı için Saygun'dan operayı yeniden yazması istenmiÅŸ, o da kısmen elindeki eskizlerden kısmen de belleÄŸini kullanarak operanın ilk perdesini yeniden yazmıştır. SonuçCumhuriyet tarihinin ilk operası olan Özsoy, anıt niteliÄŸine raÄŸmen neredeyse unutulmuÅŸ ve ihmal edilmiÅŸ bir yapıttır. Günümüze ise sadece Saygun'un 1980'de kısaltarak elden geçirdiÄŸi yeni versiyonu ulaÅŸmıştır. Atatürk tarafından Ä°ran Åžahı Rıza'nın ziyaretinde sergilenmek üzere ısmarlanan opera onu etkilemek ve iÅŸbirliÄŸine daha kolay yönlendirmek için tasarlanmış ve bu misyonunu gerçekleÅŸtirdikten sonra bir daha oynanmamak üzere unutulmuÅŸtur. Genç Cumhuriyet'in yoklukları, olanaksızlıkları içerisinde bir aydan daha kısa sürede hiç yoktan var edilmiÅŸ olması hem izleyen yıllardaki müzik devriminin habercisi, hem de bu konudaki kararlılığın ve azmin ciddi bir göstergesidir.Operanın baÅŸka bir ülke hükümdarına deÄŸil de Ä°ran Åžahı'na hazırlanmış olması da düşündürücüdür. BatılılaÅŸma çabası içindeki doÄŸu ulusları arasında öncü olma savındaki Türkiye adeta Ä°ran'a bunu ispatlamış; sadece ekonomi, sanayi, eÄŸitim vb alanlarında deÄŸil, kültür alanında da BatılılaÅŸmayı büyük ölçüde baÅŸardığını göstermiÅŸtir. Ancak operayı hazırlayanlar, en azından besteci Adnan Saygun sonucun aslında hiç de parlak olmadığının farkındaydı. Ä°ranlılar durumdan etkilenmiÅŸlerdi, ama eserin öykünmeleri, kurgusunun zayıflığı ortadadır, üstelik ciddi eserleri söyleyebilecek ve çalabilecek kadrolar henüz ufukta bile görülmemektedir. Aynı yıl içerisinde bu durumun farkına ciddi biçimde varılana kadar, TaÅŸbebek ve Bayönder adlı iki lirik eser daha hazırlanarak oynanmıştır. Bunların hemen ardından Atatürk'ün direktifiyle 1940'ların ortalarına dek besteleme, sahneleme benzeri faaliyetler duracak; Musiki Muallim Mektebi'nin daha verimli olması için yabancı uzmanlar getirilecektir. Batı standartlarında lirik eserlerin sahnelenebilmesi için bu uzmanların çalışmalarına zaman tanınacaktır. 1941'de ilk kez konservatuvar öğrencileri, Mozart operalarından seçilmiÅŸ aryalardan oluÅŸan bir konser verip gerçek anlamda Batı standartlarına sahip kulvarlarda koÅŸmaya baÅŸlayacaklardır.Bu saÄŸlam temelli müzik eÄŸitimi sürecinin meyvelerini yıllardır topluyoruz. Özellikle yorumcularımız dünya çapında haklı şöhretler edindiler. Genç bestecilerimiz, -artık 4. kuÅŸak olarak adlandırılıyorlar- az sayıda olsalar da üretmeyi sürdürüyorlar. Özsoy'un yolunu açtığı opera geleneÄŸimizse, kimi sahnelenmemiÅŸ 15 operayla baÅŸladığı ivmeye uygun bir verime ulaÅŸmış gibi gözükmüyor. Özsoy ise henüz müzik tarihçileri ve eleÅŸtirmenleri tarafından fark edilmeyi bekliyor. Neyse ki Boyut yayınları bunun farkına vardı ve Gülper RefiÄŸ'in hazırladığı bir CD-kitabı yayınladı. Bugünkü çoksesli müzik dünyamıza bulunduÄŸu bu katkılara raÄŸmen Özsoy'un üzerinde bu denli az durulması üzücüdür. Bu küçük yazının bundan sonra yapılacak olanlara az da olsa bir katkıda bulunabilmesini diliyorum. (Ä°kinci bölümde: Libretto, Lirikler ve A. Adnan Saygun'un Özsoy Anıları) (*) Cevad Memduh Altar, Opera Tarihi, c.4. Ä°st., 1989, s.310-311 Emre YALÇIN - 8 Aralık 2000, Cuma Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!