Cumhurbaşkanı Gül'ün konuşmasının tam metni

Güncelleme Tarihi:

Cumhurbaşkanı Gülün konuşmasının tam metni
Oluşturulma Tarihi: Ekim 01, 2010 16:32

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM'de siyasi temsilin derinleştirilmesi ve çeşitlendirilmesinin sağlanmasını isteyerek, “Ülkenin tüm önde gelen siyasi akımlarının temsil edilmediği bir Meclis, eksik bir Meclis olacaktır” dedi.

Haberin Devamı

Gül, yeni bir siyaset dilinin oluşturulması gerektiğini de vurguladı.

Cumhurbaşkanı Gül, TBMM'nin 23. Dönem 5. Yasama Yılı'nın başlaması  dolayısıyla Genel Kurulda yaptığı konuşmada, milletvekillerini en içten  duygularla selamladığını belirterek, yeni yasama yılının verimli ve hayırlı  olmasını temenni etti.

Gül, yasama yılının, demokrasinin iki temel mekanizmasının işlediği bir  zaman diliminin ortasına geldiğini, öncesinde Türkiye'nin siyasi tarihi açısından  çok yönlü anlamları olan bir referandum gerçekleştirildiğini, yasama yılının  sonlarında ise milletvekili genel seçiminin yapılacağını anımsattı. Gül,  “Demokrasimizin temel kurum ve mekanizmalarıyla ne kadar olgunlaştığını, çoğulcu  demokratik normlara uyum yönünde ne kadar mesafe alındığını gösteren bu süreç,  yeni yasama yılının anlamlı ve önemli bir çalışma dönemi olacağını  göstermektedir” dedi.

Haberin Devamı

Çeşitli konularla ilgili görüş ve düşüncelerini dile getiren Gül, bütün  parlamenter demokrasilerde, parlamentoların kurucu bir değere ve öneme sahip  olduğunu vurguladı. TBMM'nin, bu anlam ve değerin en açık ve somut şekilde  tecessüm ettiği en önemli örnek olduğunu belirten Gül, milletin siyasal  hafızasının ve geleceğine ilişkin hassasiyetinin bir yansıması olan Meclis'in,  tecrübeleri itibarıyla ender örneklerden bir tanesi olduğuna işaret etti.

Cumhurbaşkanı Gül, “Cumhuriyet, bu Meclis çatısı altında kuruldu,  Kurtuluş Savaşı buradan yönetildi ve kazanıldı. Kurtuluş Savaşı'nı yürüten  Meclis, tüm olumsuz şartlara rağmen, ulusal egemenliğin ve bağımsızlığın sembolü  haline geldi. Cumhuriyetin ilanı ve onu takip eden reformlar bu Meclis eliyle  gerçekleştirildi. Kurulduğu ilk günden beri Meclisimiz muasır medeniyet hedefinin  en büyük taşıyıcısı oldu ve olmaya devam etmektedir” diye konuştu.

TBMM'nin bu kutlu yürüyüşünün, vatandaşların iradelerini askıya alan  uygulamalarla zaman zaman kesildiğini, fakat milletin bütün kesimleriyle ve  çoğulculuğa olan bağlılığıyla bu badireleri atlatmasını bildiğini belirten Gül,  bu anlamıyla milletin feraseti ve basiretinin bizzat TBMM'nin varlığında vücut  bulduğunu ifade etti. Cumhurbaşkanı Gül, “Türkiye Büyük Millet Meclisi derken şu  partiyi ya da bu partiyi, şu dönemi ya da bu dönemi kastetmiyorum. Tek tek bu  sıralarda geçmişte oturanları, şu anda oturan her birinizi, yakın bir gelecekte  oturacak olanları ve hepsinin toplamından fazla olan bir iradeyi kastediyorum.  Bizatihi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin varlığını kastediyorum. Milletimizin  millet olma şuurunun tecessüm etmiş halini kastediyorum. İşte bu yüzden, bugün  farklı sebeplerden dolayı burada olmayanların da tercihlerini, iradesini ve  gelecek ufkunu temsil etme ve onlara yer verme yükümlülüğümüz bulunmaktadır”  dedi.
       
“DEMOKRATİK BİR CUMHURİYETİN ERDEMİ”
       
Cumhurbaşkanı Gül, Meclis'in temsil ettiği bu anlam ve değerin ağır bir  yük, ciddi bir sorumluluk olduğunu ifade ederek, tarihin Meclis'e yüklediği  misyona layık olmanın herkesin borcu olduğunu vurguladı. Gül, “Bu misyona layık  olabilenler için de en büyük şereftir” diye konuştu.

Haberin Devamı

Yüce Meclis'in bu tarihi sorumluluğu, özünde bir ve bütün olan milletin,  pratik hayatta bütün renkleri ve zenginlikleriyle beraber vücut bulması sayesinde  yerine getirdiğini belirten Gül, muasır medeniyetin siyasi projesi olan  demokrasinin, bunun yegane yolu olduğunu söyledi.

Gül, şöyle devam etti:

“Demokrasi bu yüzden Cumhuriyetimizin değişmez ve değiştirilemez  niteliği haline gelmiştir. Çünkü milletin dile gelmesidir demokrasi, varlığını  hissettirmesi, bütün farklılıklarıyla temsil edilmesi imkanıdır. Bu imkanı  derinleştirmek, milletimizin birliğinin nişanesi olan değerlerle, zenginliğinin  göstergesi olan farklılıklarını koruyacak bir biçimde demokrasiyi her düzeyde  geliştirmek, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve bütün kurumların, iktidarın  olduğu kadar muhalefet partilerinin de sorumluluğudur.

Haberin Devamı

Demokratik bir Cumhuriyetin erdemi, halkı, bütün renkleriyle, sesleriyle  ve iradesiyle siyasi iktidarın öznesi haline getirmesidir. En yalın haliyle,  seçimler bu sürecin başladığı ve kesintiye uğratılmaksızın devam etmesi gereken  yegane yöntemidir. Dolayısıyla parlamentonun çıkardığı kanunlar, halkın siyasi  iradesini yansıtmaktadır.”
       
“SİYASETİN UNUTTURDUĞU GERÇEKLERİ SÖYLEMEK GÖREVİM”
       
Cumhurbaşkanı Gül, modern temsili demokrasilerin, seçmen çoğunluğunun  tercih ettiği siyasi partilerin, yönetim yetkisini kullanması esasına dayanan,  politikaları belirleme ve uygulama yetkisinin çoğunluğa ait olduğu yönetim  biçimleri olduğunu belirtti.

Haberin Devamı

“Ancak, çoğunluğun yönetim yetkisinin sınırsız olmadığı da bir  gerçektir” diyen Gül, bu nedenle modern demokrasilerin, aynı zamanda çoğunluğun  iktidarının temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla sınırlandırıldığı, daha da  önemlisi, iktidar kavramının da bu bilinçle tanımlandığı anayasal demokrasiler  olduğunu vurguladı. Gül, “Tarihimiz göstermiştir ki bunu bir an olsun unutanlar,  milletin tecessüm etmiş iradesine zıt şeyler yapmaya kalkanlar, Türk halkının  güvenini kaybetmişlerdir. Aslolan, milletin tüm birlik nişanelerinin ve  farklılıklarının, varlığının ve birliğinin korunması, dile gelmesi ve temsil  edilmesidir. İktidar ve muhalefet bu çerçevede anlam taşımaktadır” dedi.

Haberin Devamı

Gül, “Bu minvalde, dünyanın sayılı ülkeleri arasına giren bir ülkenin  vatandaşı ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanı olarak, bazı  hatırlatmalarda bulunmanın, bazen günlük siyasetin unutturduğu gerçekleri  söylemenin, görevi olduğunu” vurguladı.

Temel meselelerde demokrasinin hem temsili hem de katılımcı yanıyla  beraber işlemek zorunda olduğunu ifade eden Gül, halkın, her dönemde değişik  siyasi görüşleri Meclis'e taşıyarak temsilin mümkün olduğunca zenginleşmesi için  üzerine düşeni yaptığını, Türkiye'nin seçimlere katılım oranlarının, başka  ülkelerle karşılaştırılmayacak kadar yüksek olan ülkelerden biri olduğunu,  milletin, iradesini ortaya koyma konusunda hassas davrandığını dile getirdi.
       
“SİYASİ TEMSİL DERİNLEŞTİRİLMELİ”
       
Türkiye'de demokrasinin ve siyasetin daha iyi işlemesi ve daha verimli  olması için 3 önemli hususa dikkat çekmek istediğini belirten Gül, şöyle dedi:

“Öncelikle vurgulamak istediğim husus, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde  siyasi temsilin derinleştirilmesinin ve çeşitlendirilmesinin sağlanmasıdır.  TBMM'de temsilin derinleştirilmesi ve çeşitlendirilmesi, kendi içimizdeki tüm  farklılıkları siyasete yansıtacaktır. Ülkenin tüm önde gelen siyasi akımlarının  temsil edilmediği bir Meclis, eksik bir Meclis olacaktır.

Bu anlamıyla siyasal istikrar ve çoğulcu temsil birbirini dışlamaz ve  dışlamamalıdır. Esasen Türkiye'nin yakın siyasi tarihine baktığımızda ilerleme ve  kalkınmanın, siyasi istikrarın temin edildiği dönemlerde gerçekleştiği de bir  vakıadır. Temsilde çoğulculuğu sürdürürken siyasi istikrarın sağlanması bütün  siyasetçilere düşen önemli bir sorumluluktur.

Olgun bir demokrasi için altını çizmek istediğim ikinci önemli husus,  katılımın daha da teşviki ve güçlendirilmesi meselesidir. Sadece siyasi  partilerin değil, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla toplumun tamamının siyasi  süreçlere katılımı, Türkiye'nin temel sorunlarının çözümünü kolaylaştıracaktır.  Ülke gündeminin ilk sıralarında yer alan kimlik tartışmaları, demokratik  standartların yükseltilmesi, yeni anayasa yapılması, din devlet ve toplum  ilişkisine yönelik tartışmalar, iktidar olsun muhalefet olsun tüm tarafların,  Meclis dışındaki siyasi partiler ve sivil toplumun tüm unsurlarının da katılımını  ve ortak bir anlayışa varmasını gerektirmektedir.”
       
“SİYASET DİLİNİN YENİLENMESİ”
       
Demokrasinin olgunluğunun, ülkenin temel siyasi meselelerinde en yüksek  düzeyde katılımın teşviki ve güçlendirilmesi ile yakından ilişkili olduğuna  işaret eden Gül, ancak bugün gelinen noktada, demokratik sistemin kendini  yenilemesi ve vizyonunu küresel standartlara yükseltebilmesi için, siyasetçilere  düşen çok önemli bir görevin daha olduğunu söyledi.

“Bu görev, siyaset dilinin yenilenmesi görevidir” diyen Gül, günün  sorunlarına, açmazlarına, gelişmelerine cevap veremeyen eski siyaset dilinin,  yeni, dinamik, hoşgörülü bir siyaset diliyle yer değiştirmesi gereğinin, bugün  dünya çapında siyaset bilimcilerin ve düşünce insanlarının önemli gündem  maddeleri arasında bulunduğunu vurguladı.

Gül, şöyle konuştu:

“Bu yeni siyaset dilinin kurulabilmesine büyük bir önem atfediyorum.  Bunun sebebi, siyaset dilinin mahiyetinin sonuçları belirlemesidir. Siyaset dili,  yapıcı da olabilir, yıkıcı da. Siyasetin aktörleri, kullanmayı tercih ettikleri  dille ortak bir anlayışın kurulmasına da hizmet edebilirler, ayrıştırıcı olmaya  da. Yakın dönem siyasi tarihimiz, eskittiğimiz siyaset dilinin yapıcı olmaktan  ziyade çatışmacı olduğunun örnekleriyle doludur.

İşte bu yüzden, en az ilk iki husus kadar önemli olan üçüncü bir konu da  bu çatı altında bulunan tüm milletvekillerinin, bu yeni siyaset dilinin  kurulmasına katkıda bulunmasıdır. Unutmayalım ki, çözüm bekleyen temel meseleleri  olan bir ülkeyiz. Kullanacağımız yeni dil, diyalog ortamının oluşmasını ve  neticesinde Türkiye'nin önem arz eden meselelerinin ortak bir anlayış ile  çözülebilmesini kolaylaştıracaktır.”
       
REFERANDUM
       
Anayasa değişikliği ile ilgili halk oylaması konusunda da  değerlendirmelerde bulunan Gül, referandumun, halkın bizzat gerçekleştirdiği  katılımın somut bir örneği olduğunu belirtti. Gül, “Aziz milletimiz referanduma  yüksek oranda iştirak ederek, katılım görevini, farklı tercihlerde bulunarak da  temsil görevini yerine getirmiştir. Ertesi güne de yine millet olma şuuru ve  güçlü Türkiye iradesiyle uyanmıştır. Aynı tutumun siyaset kültürümüze de  hâkim olması gerekir” dedi.

Milletin, tercihine sunulan pakete farklı cevaplar verdiğini belirten  Gül, şunları söyledi:

“Referandumla milletimizin iradesi tecelli etmiştir. Mesele referandum  öncesinde kimin ne dediği değil, söylenenlerin toplamının milletin sözü ve  iradesi olduğunu bilmek ve bunu milli bir şuur olarak selamlamaktır.

Her demokratik ülkede yapılan seçim ve referandumlarda olduğu gibi, bizim  ülkemizde de siyasi konularda farklı tercihler mevcuttur ve olmak zorundadır.  Aksi halde demokrasi olmaz. Farklı bakış açılarını 'kutuplaşma' olarak görmek,  olgunlaşmamış bir demokratik anlayışın tezahürüdür.

Bu farklılıklar, dışlama, tahkir etme, yok sayma, kültürel bölünme değil,  tam tersine demokratik zenginliğin bir göstergesi olarak alınmalıdır. Aslolan,  referandumda temsil edilen tüm kesimlerin hassasiyetlerine, kaygılarına,  umutlarına, beklentilerine cevap vermek ve tercihlerine saygı duymaktır. Bu  sorumluluk, başta iktidar olmak üzere, Meclis'te olan ve olmayan bütün siyasi  partilerin sorumluluğudur. Bu, sivil veya resmi tüm kurumlarımızın hassasiyetle  üzerinde durması, dikkat etmesi gereken bir sorumluluktur.”
 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yeni bir  anayasanın, tamamen sivil bir irade tarafından hazırlanması ihtiyacının, bugün  çok açık olduğunu bildirdi.

Gül, TBMM'nin 23. Dönem 5. Yasama Yılı açılışında yaptığı konuşmada,  olgun demokrasilerin, kültürüyle beraber geldiklerini söyledi.

“Dünyanın en yetkin demokratik kurumlarını dahi kursanız, onlara eşlik  eden, onları mümkün kılan ve değerini artıran bir kültür geliştiremezseniz o  demokrasilerin, kalıcı bir ehemmiyeti ve değeri yoktur” diyen Gül, sözlerini  şöyle sürdürdü:

“Şüphesiz, demokrasi sadece seçimlerden ibaret değildir. Demokrasi bir  şekil meselesi olduğu kadar, bir içerik meselesidir aynı zamanda. Kuşkusuz  demokratik süreç seçimlerle başlar, halkın tercihlerine saygı duymakla başlar...  Ve oradan itibaren, o seçimleri aşan vizyon, irade ve kurumlarla beraber,  demokrasimiz genişleyerek ve derinleşerek yoluna devam eder. Bu yolda, açıktır ki  henüz kat edilecek çok mesafemiz var.

Yetkin bir demokratik kültür ve uzlaşı ahlakını geliştirmek sadece  siyasetçilere düşen bir görev olarak görülmemelidir. Bu konuda, yasama, yargı ve  yürütmenin ve tüm devlet kurumlarının, sivil toplumun, bürokrasinin sorumluluğu  da bulunmaktadır. İşte bu çerçevede, son referandumun en önemli kazanımı,  kuşkusuz, milletin kendi seçtiği temsilcileri tarafından hazırlanmış bir  değişikliğin, milletin bizzat kendisi tarafından onaylanmış olmasıdır. Ancak, bu  değişiklikler, önemli olmakla beraber, yeterli değildir. Yeni bir anayasanın,  tamamen sivil bir irade tarafından hazırlanması ihtiyacı bugün çok açıktır.”
       
“TBMM TEK SES OLARAK KARŞI ÇIKMALIDIR”
       
Son dönemin, Türkiye'de  halk iradesinin, kendi tercihlerini dikkate  almayan ve demokrasi dışı yöntemlere tevessül eden odaklara karşı daha bilinçli  duruşuna tanıklık ettiğini ifade eden Gül, “Bu önemli bir gelişmedir. Milletin  bu çatı altındaki temsilcileri, demokratik düzen ve ilkeler çerçevesinde milletin  iradesinin tecellisi konusunda çok dikkatli olmalı ve milletin sesini bastıracak,  iradesini askıya alacak girişimlere karşı durmalıdır. Demokrasimiz üzerinde her  zaman tehdit teşkil etmiş olan demokrasi karşıtı plan ve programlara millet adına  TBMM tek bir ses olarak karşı çıkmalıdır. Bu çatı altında, bu iradenin  varlığından kuşkum yoktur” dedi.

Açık toplumun, basın hürriyetinin olduğu bir ülkede yanlışların hiçbir  zaman saklanamayacağını dile getiren Gül, Anayasa ve kanunlarla verilen  görevlerin dışına taşanlar söz konusu olduğunda, bütün kurumların, bunlara derhal  müdahale etmeleri gerektiğini kaydetti. Gül, “Bu tip bireysel ve mevzii durumlar  ortaya çıktığında ise bunların istismar edilmesi, bunlar üzerinden kurumlara  yönelik bilinçli veya bilinçsiz yıpratıcı tavırlar alınması bir başka büyük  yanlıştır ve ülkemize çok büyük zarar verir. Söz konusu olan güvenlik güçleri ise  onların yıpratılmasının sonuçları daha da vahim olur. Bu konuda herkesin  dikkatini çekmek isterim” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Gül, şunları kaydetti:

“Geride bıraktığımız sürece baktığımızda, en sert tartışmaların yargının  tarafsızlığı ve bağımsızlığı etrafında sürdürülmüş olduğunu ve bu konuda bir  saflaşmanın ortaya çıktığını gördük. Bu tartışma ortamının en büyük riski,  'mülkün temeli' olduğuna inandığımız 'adalet'in işleyişinde küçük de olsa bir  sapma veya aksamanın ortaya çıkma ihtimalidir. Bu ihtimali, herkes tarafından  fazlasıyla ciddiye alınması gereken bir tehlike olarak gördüğümü belirtmek  istiyorum.

Bu konudaki hassasiyet, hükümet edenlerden, muhalefetten ve genel olarak  bütün siyasetçilerden beklendiği gibi, tarafsızlığını ve adalet konusundaki  titizliğini, beyanları ve tutumlarıyla da göstermek zorunda olan yargı  mensuplarından da beklenmektedir.

İnanıyorum ki bu süreçte birey olarak hangi tarafta yer almış olurlarsa  olsunlar, bütün yargı mensupları, hukukun üstünlüğüne ve adalete olan  bağlılıklarını yeniden kuşanarak işlerini en adil ve tarafsız şekilde yapmaya  devam edeceklerdir. Bundan şüphem yoktur.

Ayrıca, geçmiş tartışmaların en hararetli konularından birini teşkil eden  'yargı bağımsızlığı' meselesinin, sadece bir yasal statü sorunu olmayıp, en az  'tarafsızlık' kadar içselleştirilmesi gereken bir tutum ve duruş, en önemlisi de  millete bağlılığın nişanesi olan vicdan meselesi olduğuna inanıyorum.

Diğer taraftan, bütün vatandaşlarımızın yargı sisteminin işleyişi ile  ilgili ortak sorunları ve taleplerine de değinmeyi gerekli görüyorum.

Yargının iş yükünün fazlalığı ve bunun adaletin tecellisinde yol açtığı  gecikmeler, bütün vatandaşlarımızı etkileyen en önemli sorunlar arasında yer  almaktadır. Yargılama sürecindeki gecikmelerin, sebebi ne olursa olsun,  tutukluluğu fiili bir mahkumiyet durumuna dönüştürmemesi gerekir. Bu tür  aksaklıkların düzeltilmesi ve 'geç tecelli eden adaletin adaletsizlikten farklı  olmadığı' anlayışı ile gerekli yasal düzenlemelerin en kısa zamanda hayata  geçirilmesi, büyük önem taşımaktadır.

Bu sorunun sadece bir yasal düzenleme konusu olmadığı, adalet  mekanizmasının etkinliğinin arttırılmasının da gerekli olduğu ve bu görevin de  bizzat yargı sistemine düştüğü açıktır.”

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kürt sorununun,  bölücü terörden ayrıştırılarak çözülmesi gerektiğini belirterek, “Sorunların  çözümünü ertelersek, gelecek nesilleri çok daha çetrefilli sorunlar yumağı ile  karşı karşıya bırakırız. Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olarak, konuyu tüm  yönleriyle, arka planıyla bilerek konuşuyorum” dedi.

Gül, TBMM'nin 23. dönem 5. yasama yılının açılışında yaptığı konuşmada,  “Bugünün Türkiye'sinde temel bazı konuları birbirimizi anlamaya çalışarak ve  olgunlukla tartışmamız gerektiğine inanıyorum” dedi.

Din, birey, toplum ve devlet ilişkisi; siyasetin sivilleşmesi ve  demokratik çoğulculuğun korunmasının son yıllarda en fazla tartışılan temel  konular arasında yer aldığını belirten Gül, saydığı ve sayamadığı bütün konularda  bir ortak anlayış inşa etmenin ilgili tüm tarafların sorumluluğunda olduğunu  bildirdi.

Abdullah Gül, şunları kaydetti:

“Siyasi tarihimiz ve tecrübemiz bu konularda muhtemel bir eksikliği  giderecek güçtedir. Ortak paydamız; daha fazla demokrasi, daha fazla siyaset ve  çoğulculuktur. Bunun dışında kalan tüm yollar tükenmiştir, bitmiştir. Açık ve net  bir biçimde ifade etmek gerekirse, dünkü sorunlarımız zamanında çözülmediği için  bugüne dek büyüyerek gelmiştir. Aynı şekilde bugün çözemezsek, bunlar yarına  miras kalacak ve çözümleri de giderek zorlaşacaktır. Bu bağlamda demokrasimizin  sürekli geliştirilmesi, reformların kesintisiz sürmesi elzemdir. Unutmayalım ki  bu süreç ülkemizi her bakımdan daha güçlü hale getirecektir.

Bu sorunları, cesaretle çözmek yerine siyaseten kullanılmasının ileride  bize çok büyük maliyetler getireceğini bir kez daha hatırlatmak isterim. Bunun  için, bu meseleleri gözardı etmeden büyük bir sorumluluk bilinci ve samimiyet  içinde çözümlenmesi için çaba göstermemiz gerekir. Ülkemizin artık bu sorunlarla  daha fazla iç içe yaşamasının kimseye hiçbir faydasının olmadığını görmek  mecburiyetindeyiz.”
       
BOĞAZIMIZIN DÜĞÜMLENMESİNE YOL AÇIYOR”
       
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, milletin sağduyusu ve devletin siyasi aklı ve  tecrübesinin sorunları çözebilecek kapasiteye sahip olduğunu kaydetti.

Uzun yılların bir realitesi olan demokratik standartların  yetersizliğinden kaynaklanan Kürt sorununun, bölücü terörden ayrıştırılarak  çözülmesi gerektiğine işaret eden Gül, “Bu konuda yaşanan acı tecrübeler,  yapılan fedakarlıklar, çekilen acılar, konu hakkında konuşurken boğazımızın  düğümlenmesine yol açıyor” diye konuştu.

Bu sorunun, bugün ne yazık ki terörle içiçe geçmiş bir vaziyette olduğunu  ifade eden Gül, şunları söyledi:

“Görevimiz, bu noktada, milletimizin ferasetine güvenerek, sağduyulu  davranmak ve makul bir çözüm için terörden kaynaklananlar ile terörle irtibatsız  sorunları birbirinden ayırmaktır. Yaşanan onca acıya rağmen, milletimizin bir  bütün olarak sağduyusu, siyasi partilerimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın  olgun tutumları sayesinde, bazı olumsuzluklara rağmen yine de büyük mesafeler kat  etmiş durumdayız.

Bu konudaki temel yaklaşım, terörle mücadele ve demokratik sorunları  birbirinden ayırmak konusunda hassas olunmasıdır. Artık terörle mücadele olayın  yegane boyutu olarak görülmemektedir. Bu konuda güvenlik güçlerimiz sorunun  güvenlik boyutunun gereğini yapabilecek maksimum kapasiteye sahiptir. Terörde  ısrar edenler, hiçbir şekilde amaçlarına ulaşamayacaklardır; bu artık herkes  tarafından anlaşılmıştır. Güvenlik güçlerimizin etkisi ve gücü yanında, Yüce  Meclis ve demokratik düzenimiz terörün önündeki en büyük engeldir.

Başta şehit ve gazilerimiz olmak üzere, terörle mücadelede büyük  fedakarlık gösteren bütün güvenlik güçlerimizi bu vesileyle bir kez daha minnet  ve şükranla anıyorum.

Hangi şekilde tarif ederseniz edin, bu sorunun güvenlik boyutu yanında  tarihi boyutları var; demokratik, sosyo-kültürel, ekonomik ve diğer boyutları  var. Yanlış uygulamalardan kaynaklanan kırgınlıklar, küskünlükler ve şüpheler  var. Bugün geldiğimiz noktada, 'sorun var mıdır yok mudur', 'adı ya da  sıfatlandırılması nasıl olacak' diye tartışmak yerine, sivil bir irade  geliştirerek yanlışlıklarla yüzleşmemiz ve sorunu, temel prensipler etrafında  birleşerek, demokratik bir zeminde çözmemiz gerekmektedir.”
       
“SİYASET KURUMUNA DÜŞEN...”
       
Cumhurbaşkanı Gül, siyasete ve siyaset kurumuna düşenin, stratejik bir  vizyonla konuya yaklaşmak ve memleketin bütünlüğünü, insanların selametini  hedefleyen çözümler üretmek olduğunu kaydetti.

“Konuyu fazla uzatacak değilim. Bunun yerine, hepimizin üzerinde ittifak  etmesi gereken bazı hususları belirtmekle yetineceğim” diyen Gül, güvenlik  güçlerine ve vatandaşlara yöneltilen tek bir silah bile olduğu müddetçe, bunun  cevabının en sert şekilde verileceğini söyledi.

Abdullah Gül, sorunun demokratikleşmeyle ilgili boyutunun muhatabının da  çözüm zemininin de TBMM olduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı Gül, sözlerine şöyle devam etti:

“Toplumun bütün farklı kesimleri, sivil toplum kuruluşları, dernekler,  siyasi gruplar ve meşru tüm muhataplar, sıfatlarına ve kimliklerine bakılmaksızın  dahil edilerek geniş kapsamlı bir sorun çözme yöntemi geliştirilmelidir. Daha  fazla demokrasi, daha fazla çoğulculuk siyasi sorunların çözüm yöntemidir.  Devletin birliği ve bütünlüğü temel siyasi perspektifimiz ve tartışmaya açık  olmayan ilkemizdir. Çare etnik odaklı siyaset dili değil, daha fazla  demokrasidir.

Bir noktayı tekrar net bir şekilde ifade etmek istiyorum: Sorunların  çözümünü ertelersek, gelecek nesilleri çok daha çetrefilli bir sorunlar yumağı  ile karşı karşıya bırakırız. Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olarak, konuyu  tüm yönleriyle, tüm detaylarıyla, tüm arka planıyla bilerek konuşuyorum. Bu  sorunu büyük bir kararlılıkla biz çözmeliyiz. Gücümüzün, potansiyelimizin,  beraberliğimizin değerini hiçbir zaman unutmayalım.

Farklılıklarımızdan korkulan dönemleri geride bıraktık; uzlaşmanın  yolunun zorlamadan geçtiğine de artık inanmıyoruz. Bu topraklara ve tarihimize  duyduğumuz derin sevgi ve bağlılık, birlikte oluşturacağımız mutlu ve müreffeh  geleceğe olan güvenimiz, bizi birbirimize daha çok kenetliyor.”

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ekonomide mali  disiplinden taviz verilmemesi gerektiğini vurguladı.

Gül, TBMM'nin 23. Dönem 5. Yasama Yılı açılışında yaptığı konuşmada,  ekonomi ve dış politika konularında da değerlendirmelerde bulundu.

Cumhurbaşkanı Gül, halkının mutlu ve güvende olduğu bir dünya ülkesi  haline gelmenin en önemli koşullarından birinin de güçlü bir ekonomi olduğunu  ifade etti. Reformcu, gerçekçi ve ilkeli bir ekonomi politikasının, başarılı bir  ekonomik performans için elzem olduğuna işaret eden Gül, şöyle devam etti:

“Türkiye, istikrar programları ile ilerisini görebilen ve yönetebilen  bir vizyonu inşa etmek zorundadır. Unutmayalım ki güçlü, sürdürülebilir, sağlıklı  bir ekonomi, ülkemizin birinci önceliklerindendir. Ekonomisi sağlam olmayan,  gelecek vaat etmeyen bir ülkede istikrar sağlanamaz. Ancak şu da unutulmamalıdır:  Sağlıklı bir ekonomi, sağlıklı bir sosyal sistem, işleyen demokratik kurumlar ve  çağdaş bir hukuk sistemi ile el ele gidebilir.

Çeşitli vesilelerle ifade ettiğim gibi, ekonomimizin her yıl kayda değer  bir büyüme performansı göstermesinin gerekli olduğu tartışılamaz; ancak ülkemiz  için bu büyüme trendinin sürdürülebilirliğini sağlamanın temel şartlarından  birinin, mali disiplin anlayışından taviz verilmemesi olduğu açıktır.

Ekonomide kaynak-ihtiyaç dengesini sağlamanın kalıcı bir güven ve  istikrar ortamının tesisine bağlı olduğu düşünüldüğünde, ekonomi yönetiminin bu  konuda kararlı davranmasının önemi daha da artar. Bütün yatırım ve tüketim  kararlarının ve diğer ekonomik davranışların mali disiplin algısından doğrudan  etkilendiği açıktır. Bu nedenle mali disipline verilen önem, aslında, ekonomiye  yeni ve sürekli kaynak girişinin ve büyümenin finansmanının güvencesi olarak  görülmeli ve önemsenmelidir.

Bu konuya gerekli önemin verildiğinin bilinmesi, ayrıca ekonominin  geleceğine yönelik olumlu beklentileri canlandırarak, ekonomik birimlerin üretim,  yatırım ve tüketim kararlarını daha cesaretle vermelerini sağlayacaktır.”
       
 “FİNANS SEKTÖRÜ KRİZDEN ETKİLENMEDİ”
       
Cumhurbaşkanı Gül, küresel krizin bütün öngörüleri aşan şiddeti ve  derinliğinin, istisnasız bütün ülkeleri etkilediğini, nitekim Türkiye'nin de  yıllar sonra ilk defa 2009 yılında negatif büyüme yaşadığını belirtti.

Büyük krizi tetikleyen ve şiddetini artıran ana faktörün, finans  sektöründeki dengesizlikler olduğunun bilindiğini dile getiren Gül, şunları  söyledi:

“Türkiye, geçmişte büyük maliyetler ödeyerek yaşadığı benzer tecrübeden  ders çıkarabilmeyi başarmış bir ülkedir. Bu durum, ülkemizin, finans sektörü  küresel krizden etkilenmeyen nadir ülkeler arasında yer almasını sağlamış ve  uluslararası ekonomi çevrelerince önemli bir başarı olarak takdirle  karşılanmıştır.

Bu başarı, ekonomimizin krizden en az hasarla ve en hızlı şekilde  çıkmasını sağlayan, hatta ülkemizi kriz sonrası yükselişe geçmesi beklenen  ekonomiler arasında ön sıralara oturtan bir etki yapmıştır. Nitekim bu yılın ilk  yarısında Türk ekonomisinin yaklaşık yüzde 11'lik büyüme oranı ile OECD ülkeleri  arasında en hızlı büyüyen ekonomi olması, takdir edilmesi gereken bir başarıdır.  Bu başarının sağlanmasına katkı sağlayan kurumsal altyapının, düzenleme ve  gözetleme sistemi ile objektif karar süreçlerinin titizlikle korunması ve  geliştirilmesi, başarının sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşımaktadır.

Kriz sürecinin tüketim ve talep eğilimlerini aşağıya doğru çeken  kaçınılmaz sonucu, bildiğiniz gibi, en çok istihdam göstergelerini olumsuz  biçimde etkilemiştir. Ancak memnuniyetle görüyoruz ki, alınan tedbirler  sayesinde, ekonominin yeniden istikrarlı bir büyüme trendine girmesi, istihdam  üzerinde de olumlu etkilerini göstermeye başlamıştır.”
       
“DÖNÜŞÜM SÜRECİNDE GECİKME YAŞANIYOR”
       
Cumhurbaşkanı Gül, toplumsal istikrarın ve esenliğin sağlanması yönünden  önemli gördüğü bir hususu da vurgulamadan geçemeyeceğini belirterek, son yıllarda  ekonominin içinden geçtiği yapısal dönüşüm sürecinin belli sosyoekonomik  kesimlerin nispi durumu üzerinde birçok olumsuz etkiler yaptığını kaydetti.

Gül, şöyle konuştu:

“Bu çerçevede, küçük üretici, tüccar, esnaf, zanaatkâr ve benzeri  geçimlik ekonomik ünitelerden oluşan sosyoekonomik yapının sancılı bir değişim  sürecinden geçmesinin bütün ilgililer ve sorumlular tarafından önemsenmesi  gerektiğine inanıyorum. Bugünün gelişmiş ülkelerinde çok zaman önce gerçekleşmiş  olan bu dönüşüm sürecinin, ülkemizde belli bir gecikme ile yaşandığını  görüyoruz.”
       
 “SELEKTİF POLİTİKALAR TASARLANMALI
       
Hükümetin siyasi sorumluluğu altında oluşturulan ve uygulanan ekonomi  politikalarının muhtelif ekonomik kesimler ve sektörler tarafından farklı  değerlendirme ve tartışmalara konu olmasının çok doğal olduğunu belirten Gül,  “Ekonomi yönetiminin görevinin bu tartışma ve eleştirileri önemsemek ve dikkate  almakla birlikte ekonominin genel dengesini ve mali disiplini gözeterek selektif  politikalar tasarlamak olduğu aşikardır” dedi.

Gül, sektör temsilcilerinin de bu duyarlılığı dikkate alarak önerilerini  oluşturmaları ve takip etmeleri, ayrıca kendi içlerinde verimlilik artırıcı ve  rekabet gücünü yükseltici önlemler üzerinde de kafa yormalarının, ekonominin  genel sağlığı açısından büyük önem taşıdığına işaret etti.

Cumhurbaşkanı Gül, “Son yıllarda bilimsel ve sınai AR-GE çalışmalarına  verilen önem çerçevesinde, ciddi kaynaklar ayrıldığını memnuniyetle müşahede  ediyorum. Bu kaynakların düzenli bir şekilde artırılması ve iyi planlanarak  dağıtılması, büyük önem taşımaktadır. Zira bugün başlatılan çalışmaların  meyveleri, ancak orta ve uzun vadede alınabilmektedir” diye konuştu.
       
KOMŞULARLA İLİŞKİLER
       
Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin artan siyasi ve ekonomik gücü ile  ilerleyen demokratik standartlarına paralel olarak uluslararası alandaki itibar,  nüfuz ve kabiliyetlerinin de yükseldiğini söyledi.

Geçen hafta New York'ta Birleşmiş Milletler 65. Genel Kurulu vesilesiyle  yaptığı pek çok faaliyet ve temasın, bu gerçeği en çarpıcı şekilde teyit ettiğini  belirten Gül, şöyle konuştu:

“Bu meyanda, 23 Eylül günü başkanlık ettiğim Birleşmiş Milletler  Güvenlik Konseyi Zirve Toplantısı'nı dikkatinize sunmak istiyorum. Türkiye'nin  çağrısıyla toplanan ve benim yönettiğim zirve, Birleşmiş Milletler'in 65 yıllık  tarihinde 6. zirve olmuştur.

Dış politika alanında yaşanan bu ciddi ve anlamlı sıçramanın altında,  Türkiye'nin, değişen dünyanın yeni dinamiklerini doğru okuması, tarihi tecrübesi  ve jeo-stratejik avantajları ile artan imkan ve kabiliyetlerini 'aktif', 'yapıcı'  ve 'gerçekçi' politika ve inisiyatiflere dönüştürmesi yatmaktadır.

Dış politika, aynı zamanda rasyonel davranmayı, makul ve ölçülebilir  riskleri dikkate alarak atak olmayı da gerektiren bir alandır. Bu nedenle tüm  zorluklarına rağmen Türkiye'nin gerek bölgesinde gerek dünyada ortaya çıkan  sorunların çözümüne katkıda bulunmak istemesi tabiidir.

Ülkemizin üye olduğu pek çok bölgesel ve küresel örgütle tesis ettiği  stratejik ortaklıklar, Türkiye'yi, dünya ile entegre olmuş, geniş ilişkiler ağı  kurmuş bir ülke haline getirmiştir. Bu yeni kabiliyet sayesinde Türkiye, sadece  bölgesel misyon ve sorumluluklarını yerine getiren bir ülke değil, aynı zamanda  insanlığın ortak sorunlarının çözümünde elini taşın altına koyan bir devlet  olarak takdirle anılmaktadır.

Söz konusu küresel sorumluluk bilincimizin bir başka göstergesi ise  diğerlerine ilaveten, Afrika ülkeleri ve En Az Gelişmiş Ülkelerle olan  münasebetlerimizde yakalanan ivmedir.

Başta tüm komşularımız olmak üzere, yakın çevremizle ilişkilerimizi her  alanda geliştirmek, dış politikamızın temel unsurlarından biri haline gelmiştir.  Ayrıca, başta ABD olmak üzere, tüm müttefiklerimizle ilişkilerimize büyük değer  verdiğimizin bilinmesini isterim.”
    
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bugünün  Türkiye'sinin, sivil, demokratik ve çoğulcu bir anayasaya ihtiyaç duyduğunu,  bunun zamanlamasına siyaset kurumunun karar vereceğini belirterek,  “Cumhurbaşkanı olarak, bu ihtiyacı tekrar hatırlatmak, yapılacak yeni  anayasanın, toplumun bütününün beklentilerine yer verecek bir katılım ve ortak  anlayışla çıkarılması gerektiğini belirtmek istiyorum. Yeni yasama yılının, yeni  anayasa tartışmasına yer vermesini, sivil toplum kuruluşlarından siyasi  partilere, geniş bir tartışma imkanı ve alanı oluşturması gerektiğini  düşünüyorum” dedi.

Gül, TBMM'nin yeni yasama yılının açılış konuşmasında, dış politikadaki  gelişmelere ve AB ile ilişkilere yer verdi.

Türkiye'nin, Batıya yöneliminin, nesiller üstü bir politika olduğunu,  köklü bir tarihi geçmişi ve esaslı bir stratejik gerekçesi bulunduğunu belirten  Gül, “Türkiye'nin AB'ye üyelik hedefi, işte bu tarihi temel üzerine bina edilen  stratejik bir tercihtir” diye konuştu.

Gül, AB ile ilişkilerde yaşanan sıkıntılar konusunda, AB'nin tutumundan  kaynaklanan eleştirilerini açık sözlülükle çeşitli Avrupa başkentlerinde dile  getirdiği için yinelemeyeceğini kaydetti.

“KARAMSARLIK VE YILGINLIĞA DÜŞMEDEN”
       
“Burada, kendi yapacaklarımıza odaklanmak istiyorum. Bu süreçte  karamsarlık ve yılgınlığa düşmeden yolumuza devam etmeli, ülkemiz ve milletimizin  hayrına olan tüm reformları gerçekleştirmeliyiz” diyen Gül, sözlerini şöyle  sürdürdü:

“Sizlere tavsiyem, AB katılım süreci çerçevesinde öncelikli çıkarılması  gereken yasaları, diğer yasa çalışmalarından ayrılarak daha süratli bir şekilde  elbirliği ile Meclisten geçirilmesinin yollarının bulunmasıdır. Bugüne kadar  yaptığımız pek çok reformun ülkemize nasıl bir dinamizm ve avantaj sağladığını en  iyi sizler bilmektesiniz.

Elbette bu tek taraflı bir süreç değildir. Birliğin de ahdi  yükümlülüklerini ivedilikle ve eksiksiz yerine getirmesine yönelik haklı  beklentimiz ısrarla takip edilmeli ve muhataplarımıza hatırlatılmalıdır.

Diğer yandan, yakın bölgemizde cereyan eden önemli gelişmelere kayıtsız  kalamayız. Ulusal güvenlik ve çıkarlarımızı doğrudan ilgilendiren ve halklarıyla  yakın soydaşlık, akrabalık, kardeşlik ve dostluk bağlarımız bulunan bu bölgelere  sırtımızı dönemeyiz. Bilakis, milletimizin samimi beklentisi ve tarihi  sorumluluğumuz, bu geniş coğrafyada aktif ve yapıcı politikalar izlememizi  zorunlu kılmaktadır.”
       
“ORTADOĞU'DA KALICI BARIŞIN TESİSİ”
       
Cumhurbaşkanı Gül, kendilerini üzen bölgesel meselelerin başında  Ortadoğu'da barışın hala tesis edilememesinin geldiğini dile getirdi.

Ortadoğu'da kalıcı barışın tesisinin, dünyada barış içinde istikrarlı bir  geleceğin sağlanmasının anahtarı olduğunu vurgulayan Gül, bölgenin barışa  kavuşamamış olmasının, dünyanın diğer bölgelerinde de vahim ve olumsuz stratejik  sonuçlara kaynak oluşturduğunu belirtti.

Gül, Ortadoğu'da kapsamlı barışa ulaşılması için her türlü çabayı  desteklediklerini vurgulayarak, Filistin ile İsrail arasında başlayan doğrudan  görüşmelerin, ihtiyatlı bir iyimserlik oluşturduğunu kaydetti. Gül, müzakerelerin  selametini, İsrail'in yerleşim faaliyetlerini durdurup durdurmayacağının  belirleyeceğine dikkati çekti.
       
“BARIŞÇIL AMAÇLARLA KULLANIM HAKKINA SAYGI”

Uluslararası gündemi meşgul eden önemli konulardan birinin de İran'ın  nükleer programına ilişkin gelişmeler olduğunu ifade eden Gül, sorunun,  Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi  Antlaşması yükümlülüklerine uygun bir şekilde çözülmesini arzu ettiklerini  söyledi. Gül, bununla birlikte İran'ın nükleer enerjisinin barışçıl amaçlarla  kullanım hakkına saygı gösterilmesini beklediklerini belirtti.

Gül, “İran'ın nükleer programı etrafındaki sorunun çözülmesi yönünde  sergilediğimiz çabalarda, 1990'dan beri Irak'ta yaşanan olayların ülkemiz için  getirdiği maliyetleri hep hatırda tutuyoruz. Benzer bir kötü tecrübeyi, bir kez  daha doğu sınırlarımızda yaşamak istemiyoruz. Müttefiklerimizin ve uluslararası  camianın bu hassasiyetimizi anlayışla karşılaması gerektiğini düşünüyorum.  Türkiye, müttefikleri arasında bu sorunun çözümüne katkı sağlama kapasitesine  sahip tek ülkedir. Çabalarımız diplomatik çözüme şans tanımaktadır. Bunun takdir  edilmesini de bekliyoruz” diye konuştu.
       
“SORUNLARA ADİL ÇÖZÜM”
       
Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin, Irak'tan, Afganistan'a, Balkanlardan,  Kafkaslara kadar bağları bulunan geniş coğrafyada barış ve istikrarın  sağlanmasına, iş birliği atmosferi oluşturularak bölgede bulunan tüm halkların  refah ve mutluluğuna katkıda bulunmaya çalıştığını anlattı. Gül, sözlerine şöyle  devam etti:

“Bu çerçevede, bir yandan tüm kesimlerini kucakladığımız Irak'ta yeni  hükümet kurma çalışmalarına katkıda bulunurken, diğer yandan Belgrad'a yaptığım  tarihi ziyaretle başlayan süreç, Balkanlarda yeni bir yakınlaşma ve çözüm  ortamına zemin oluşturmuştur. Balkan ülkeleriyle başlayan üçlü diyalog  mekanizmaları bu yeni anlayışın somut bir tezahürüdür. Yapıcı ve sonuç odaklı  girişimlerimize Afganistan ve Pakistan ile birlikte düzenlemekte olduğumuz üçlü  zirveleri de ilave etmek yerinde olacaktır.

Öte yandan Kafkaslardaki de facto durum, kimsenin menfaatine değildir. Bu  nedenle Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki mevcut sorunları adil bir  çözüme ulaştırma noktasındaki irademizi devam ettirmeliyiz.”
       
KARDEŞ TÜRK DEVLETLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER”
       
Gül, Cumhurbaşkanı olarak çok önem verdiği bir başka konun ise kardeş  Türk devletleri arasındaki ilişkilerin her açıdan geliştirilmesi ve  derinleştirilmesi olduğunu söyledi.

İstanbul'da geçen ay yapılan Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları  Zirvesi'nde, 18 yıllık bir rüyanın gerçek olduğunu belirten Gül, geçen yıl  Nahçıvan Zirvesi'nde alınan karar doğrultusunda Türk İşbirliği Konseyi  kurulduğunu anımsattı. Gül, merkezi İstanbul'da olacak konseyin kardeş Türk  cumhuriyetleri arasındaki iş birliğinin kurumsallaştırılması bakımından önemli  bir kilometre taşı olduğunu bildirdi.
       
“MÜZAKERELERİ SONUNA KADAR DESTEKLİYORUZ”
       
Sözlerini, “Milli davamız olan Kıbrıs meselesinde kalıcı bir çözümün  sağlanması konusunda irademiz tamdır” diye sürdüren Cumhurbaşkanı Gül, şunları  kaydetti:

“Bu konuda Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat tarafından başlatılan ve  şimdi Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu tarafından samimiyet ve sebatla devam  ettirilen müzakereleri sonuna kadar destekliyoruz. Müzakereler ve çözüm konusunda  aynı iyi niyet ve kararlığı karşı taraftan da bekliyoruz.

Soğuk Savaşın sona ermesinin ardından bir türlü dengeye ulaşamayan  uluslararası sistemin, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, ABD liderliğinde, AB, Rusya,  Çin, Hindistan ve Brezilya gibi büyük güçlerin uyumuna dayanan bir düzene doğru  evrilmesi kuvvetle muhtemeldir.

Binlerce yıllık devlet geleneğine ve büyük imparatorlukların tecrübe,  hafıza ve refleks mirasına sahip Türk milleti, bu yeni uluslararası düzende hak  ettiği yeri alacaktır. Zengin insan kaynağımız, gelişen ekonomik gücümüz, köklü  kültürümüz ve demokrasimizin erdemleri bu süreçte temel itici gücümüz olacaktır.  Bu amaca ulaşmak için önümüzdeki 10–15 yıllık süreçte, bilimsel,  teknolojik, askeri ve ekonomik açıdan ciddi bir yakalama ve öne geçme çabası  içine girmeli ve toplum olarak bu hedef etrafında kenetlenmeliyiz. Gerekli irade,  azim, vizyon ve cesareti gösterdiğimiz takdirde Türkiye'nin, yeni dünya düzeninde  değişimi takip eden değil, talep eden ve şekillenmesine katkıda bulunan bir ülke  olacağına inancım tamdır.

Bir gözlemimi de sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum: Yurt dışına her  çıkışta, Türkiye'nin dışarıda kazandığı itibar ve ağırlığı gördükçe  gururlanıyorum. Ama ne yazık ki Türkiye'ye döndüğüm zaman dış dünyada  kazandığımız bu ağırlığın içeride yeteri kadar fark edilmemesine de üzülüyorum.  Daha önce de söyledim, gücümüzün, potansiyelimizin, birlik ve beraberliğimizin  ülkemize yaratacağı katma değerin bilincinde olmalıyız.”
       
“SİVİL BİR ANAYASAYA İHTİYAÇ”
       
Yeni yasama yılının, son derece anlamlı ve önemli bir döneme denk  geldiğine yönelik sözlerine işaret eden Gül, “Bu anlama ve öneme binaen, yüce  Meclisin seçim atmosferinden etkilenmeden, gündemindeki reform çalışmalarını tüm  kararlılığıyla sürdürmesi önemlidir. Önümüzde ticaret yasalarından AB uyum  yasalarına, adalet reformlarından usul yasalarına kadar pek çok önemli gündem  maddesi bulunmaktadır” diye konuştu.

Anayasaların, yazıldıkları dönemin ruhundan ve koşullarından  etkilendiklerine dikkati çeken Gül, 1982 Anayasası'nın, o yılların Türkiye'sinin  anayasası olduğunu söyledi. Millet iradesine kısıtlama getiren bir müdahalenin  ardından, o dönemin şartlarının oluşturduğu kadrolar tarafından hazırlandığına  işaret eden Gül, o günden beri hem iç hem de dış siyasette muazzam gelişmeler  olduğunu belirtti.

Yaşanan gelişmelere Türkiye'nin ayak uydurabilmesi için, bugüne dek  yapılan değişikliklerin, Türkiye'nin ihtiyacı olan yeni anayasa talebini tam  olarak karşılamadığını vurgulayan Gül, sözlerini şöyle tamamladı:

“Bugünün Türkiye'si, sivil, demokratik ve çoğulcu bir anayasaya ihtiyaç  duymaktadır. Kuşkusuz, bunun zamanlamasına siyaset kurumu karar verecektir. Fakat  Cumhurbaşkanı olarak, bu ihtiyacı tekrar hatırlatmak, yapılacak yeni anayasanın,  toplumun bütününün beklentilerine yer verecek bir katılım ve ortak anlayışla  çıkarılması gerektiğini belirtmek istiyorum. Bu çerçevede yeni yasama yılının,  yeni anayasa tartışmalarına yer vermesini, sivil toplum kuruluşlarından siyasi  partilere, geniş bir tartışma imkanı ve alanı oluşturması gerektiğini  düşünüyorum.

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, yüce Meclisin milletimize  hizmet etmiş tüm üyelerini rahmetle anıyorum. Önümüzdeki dönemin milletimiz ve  devletimiz için hayırlar getirmesini Cenabı Allah'tan diliyorum.”
      

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!