Çocuklarımın üzerine yemin ederim ki

Güncelleme Tarihi:

Çocuklarımın üzerine yemin ederim ki
Oluşturulma Tarihi: Eylül 29, 2002 10:05

ANAP Lideri Mesut Yılmaz, "Beyaz Enerji'de gocunacak halim olsaydı, jandarmaya, savcıya kafa tutabilir miydim" dedi. "Gelecek kaygım yok. Kardeşim zengin, ailem zengin. Servet hırsım yok" diyen Yılmaz, "iddiaların fısıltı gazetesiyle yayıldığını ve fısıltı gazetesinin Hürriyet'ten daha etkili olduğunu" savundu.

Haberin Devamı

Mülakat tarihi: 24 Eylül 2002 Salı

Katılan Hürriyet mensupları: Ertuğrul Özkök, Oktay Ekşi, Bekir coşkun, Emin Çölaşan, Tufan Türenç, sedat Ergin, Muharrem Sarıkaya, Nuray Babacan

ÖZKÖK: ANAP anketlerde oldukça düşük bir yüzdede duruyor. Partinizin durumunu nasıl görüyorsunuz?

- Biz bundan bir ay önce bir araştırma yaptırdık. Araştırmada yüzde 48 kararsız çıktı. AKP yüzde 22 idi. Biz yüzde 5'tik. CHP yüzde 14'tü. Diğer partilerin hepsi barajın altındaydı. Ben MKYK'da yapılan araştırmaların  bazılarının güdümlü olduğunu söyledim.
Ben şunu söylüyorum: Tercih kullanan seçmenlerin büyük kısmı, zaten hükümete tepki duyan ve adresini belirleyen seçmen. Çok büyük maniplasyon olmazsa, AKP ve CHP'nin oylarında büyük sıçrama olamaz. Kararsız yüzde 48, ekonomik programın yüküne rağmen henüz tercihlerinden kopmamış seçmen. Biz kendi çıkışımızı o seçmende görüyoruz. Onların muhtemelen tepki ve öfkeyle değil, daha çok sayduyu ile gelecek kaygısıyla sandık başına gideceklerini düşünüyoruz. Biz onları kazanabilirsek, baraj değil, yüzde 20'ye yakın oy alabiliriz. Potansiyel olarak bu mümkün.

Haberin Devamı

Geçen seçim aldığımız oy bizim normal oyumuz değildi. Geçen seçime kötü koşularda girdik. Büyük oyu da DSP'ye kaptırdık. Apo olayı nedeniyle.

BARAJ ALTINDA KALIRSAK GEREĞİNİ YAPARIM

ÇÖLAŞAN: Partiniz baraj altında kalırsa, genel başkan olarak ne yapmayı düşünüyorsunuz?

- Seçim sonucu ne olursa, ben de onun gereğini yaparım. Şimdiden bir şey söylemem. Geçen seçime oranla ne oy aldığımıza bakarım, partinin geleceği açısından bakarım, ona göre karar veririm.

ÖZKÖK: Bu durumda siyaseti bırakır mısınız?

- ANAP'ın Türk siyasetine gerekli olduğuna, kalıcı olduğuna ve Türk siyasetinin ANAP'a ihtiyacı olduğuna en ufak bir kuşkum yok. Kişisel olarak ne olursa olsun siyaset yapacağım diye bir anlayış içinde değilim. Kendimi siyasete mahkum görmüyorum. 20 yıllık bir siyasi birikimim var. Eğer ülkenin bundan yarar göreceğine inanırsam devam ederim.

ÖZKÖK: Anketleri güvenilir buluyor musunuz?

- Benim anketler konusunda şöyle bir hatıram var. Geçen seçimlerden önce Baykal'la son karşılaşmam benim onu CHP Genel Merkezi'nde ziyaretimle oldu. Seçimlerden 5 ay önceydi. Baykal'la son görüşmemiz odur. İki saat süren bir görüşme yaptım. Seçimle ilgili çok şey konuştuk. Bana dedi ki, 'Sizin için çok üzülüyorum' dedi. 'Biliyorsunuz, anket konusunda çok tecrübeli arkadaşlar var' dedi. O zaman Bülent Tanla yardımcısı. 'Sizin durumunuz çok vahim' dedi. 'Barajı geçemiyorsunuz.' 'Sizin durumunuz nedir?' dedim. 'Biz Fazilet'in üç puan önündeyiz.' Birinci onlar, ikinci Fazilet. O zaman beni teselli etmişti.

Haberin Devamı

COŞKUN: O zaman eyvah dediniz mi?

- Ben o zaman CHP'nin Meclis'e girememesine üzüldüm, Ama Baykal'ın girememesine değil.

BAYKAL EGOSUNU AŞAMIYOR

ERGİN: Baykal ile sorununuz nedir? Kimyanız mı uyuşmuyor?

- Ben kendi yaşadığım tecrübelerden şu noktaya geldim ki; insanlar ancak kendi egolarını aştığı ölçüde ülkeye katkıda bulunabilirler. Deniz Bey hiç bir zaman egosunu aşamıyor. Hiç kimsenin egosuna rağmen ülkeye hizmet edebileceğine inanmıyorum. Hiç kimse pür idealist değil, herkesin kişisel hesabı vardır. Ama herkesin o kişisel hesaptan arta kalan ülkeye verebileceği bir şey vardır. Ben maalesef onu Baykal'da göremedim.

BAYKAL'LA KOALİSYON KURMAMAK İÇİN DUA EDERİM

Haberin Devamı

ÇÖLAŞAN: Kişi olarak pek hoşlanmıyorsunuz herhalde?

- Geçen gün DSP'den birisiyle beraberdim. İsmi lazım değil, eğer iki parti kalsa biri Baykal'ın CHP'si, diğeri AKP olsa, oyumu AKP'ye verirdim dedi.

ÇÖLAŞAN: Siz olsanız kime oy verirdiniz?

- Ben o durumda sandığa gitmezdim.

ÇÖLAŞAN: Tansu Çiller'de bunu gördünüz mü? Ondan da pek hoşlanmazsınız?.

- Yani siyasetçiler birbirlerine rakiptir. Birbirlerinden pek hoşlanmazlar. Ama hiç kimse için bu kadar net konuşmam.

COŞKUN: Demek ki, koalisyon kurmak zorunda kalsanız, bir yanda Çiller, diğer yanda Baykal olsa, Baykal'la yapmazsınız...

- Baykal'la bir koalisyona mecbur kalmamak için dua ederim.


TANSU HANIM'LA BİRBİRİMİZİ AKLAMAK İÇİN ANLAŞMADIK
SADECE BAYKAL'IN OYUNUNU BOZDUK

Haberin Devamı

ÇÖLAŞAN: DYP ile ANAP arasında ne fark var aranızda?

- Yapılan araştırmalar iki parti arasındaki geçirgenliğin en az olduğunu ortaya koydu. Geçen seçimlerde ANAP'a oy verdim, bu seçimlerde DYP'ye vereceğim diyenlerin oranı yüzde sıfırlarda. Partililerin böyle hissetmelerinde bizim de liderler olarak bizlerinde katkısı olmuş olabilir.

Farka gelince, biz asılız, onlar taklit. Biz öncüyüz onlar takipçi. Biz 83'de serbest piyasa ekonomisi esastır derken, o gün çıktılar, bunlar Türkiye'ye uygun değil, Türkiye karma ekonomi olmalı dediler. Aradan geçen zaman zarfında, bugün geldiler bizde serbest ekonomiyi savunuyoruz diyorlar. Şimdi siz burada bana aranızda ne fark var diye sorabilir misiniz? Samimiyet farkım var, öncülük farkım var, orjinallik farkım var. Daha ne farkım olsun. Çiller, Demirel'in prensiyken, söylediklerini çıkarın TRT arşivlerinden bakın, biz bu noktada baştan beri buradaydık. Onlar dün geldiler. Fark nedir? Şartların zorlamasıyla bazı şeyleri kerhen benimserseniz, uygulamada aynı performansı gösteremezsiniz.
 Bu hükümette bunu çok iyi gördüm. Çok yapısal reformlar yaptık. Ama koalisyon ortaklarımız kafa yapısı itibariyle bunu benimsemiyordu. Hepsi şartların zorlamasıyla oldu. Biz yapısal reformları 1994'den beri savunuyorduk. Türkiye bu krizi yaşamasaydı, malesef bu yapısal reformlar hayata geçirilemeyecekti. Her şerden bir hayır doğar derler. Bu kriz de buna yardımcı oldu.

Haberin Devamı

ÇÖLAŞAN: Çiller'le siyasi rakip olarak çekiştiniz. Ama 1999 seçimleri öncesinde, birbirinizi karşılıklı olarak akladınız? Bundan pişman mısınız?

- Emin olun ki, böyle bir pazarlık, karşılıklı görüşme falan olmadı. Sadece şu oldu: O zaman bizim ve DYP'nin grup başkanvekilleri bir araya geldiler. 'Bu Deniz Baykal ikimize de oyun oynuyor. İkimize de mezar kazmak istiyor. Bu durumu kötüye kullanıyor. Oyuna gelmeyelim. Oyuna gelirsek zarar görürüz'' dediler. Ne benim, Tansu Hanım'la aramda trafik oldu, ne de parti düzeyinde bir temas oldu. Yalnızca Baykal'ın tahtaravallinin ortasındaki bir parti olarak, her iki partiye de yara vermeye çalışmasını önlemek için tedbir alındı.

Nitekim ben Başbakan Yardımcısı olmadan önce 13 soruşturma tekrar gündeme geldi. Hatta ikisinde MHP'lilerin de desteği oldu. Eğer bu komisyon konularında, hakikaten saklanabilecek, saklanması gereken en ufak bir şey olsaydı, orada her partinin temsilcisi vardı, kimse kimsenin gözünün yaşına bakmazdı. İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyler olduğunu gördüler.

ÇÖLAŞAN: Yani Tansu Çiller mal varlığı konusunda temizdi, onu mu diyorsunuz?

- Oradaki hadise, maalesef bizim yasal sistemimiz içerisinde müeyyide uygulanacak bir şey değildi. Bu ancak siyasi ahlak açısından önemli bir durumdu. Bir devletin bir bakanı yurt dışında mal edinebilir. Yasal açıdan suç değil, ama siyasi ahlak açısından tartışılabilir. Yasal olarak maalesef yapılacak bir şey yoktu. Ama siz eleştirmekte serbestsiniz. Ben yaparsam beni de eleştirin. Bana göre, ülkeyi yöneten kişinin ülkesi dışında gayrimenkul almaması gerekir. Ülkeyi yönetmeye talip birinin devletini yurt dışında mahkemeye vermemesi gerekir. Ancak bunların hepsi bıçak sırtı şeyler.

BASIN ÖRGÜTÜN MORALİNİ BOZDU, MORALLER YENİ YENİ DÜZELİYOR

ÖZKÖK: Seçimden sonra gerekirse AKP ile koalisyon yapabilirmisiniz?

- Seçim sonuçlarını görmeden varsayıma dayalı bir şey söylemem.

TÜRENÇ: Örgütün morali seçim öncesi nasıl?

- Örgütün morali basının sayesinde bozuktu. Şimdi toparlıyorum. Hakikaten bir ara barajın altında olduğumuz endişesine düşmüşlerdi. Bizden de fazla ses çıkmadı. Biz AB işleri nedeniyle pek siyasi çalışma yapamamıştık. Örgütün morali şimdi yavaş yavaş düzeliyor. En görkemli aday tanıtım toplantısını biz yaptık. Onu telafi ediyoruz. Ancak önemli olan örgütünde katkısıyla kamuoyunu düşünmeye sevk etmemiz gerekir. Sandığa gitmeden önce öfke değil mantıkla oy kullanmaları lazım.

MEDYA AKP-CHP İKİLEMİNE ZORLUYOR

BABACAN: Örgütün moralinin bozulmasında sizin hatalarınızın, partiden kopmaların, yapılan yanlışların hiç mi payı yok?

- Var tabii, ama medyanın etkisi daha fazla. Medya oyunun parçası haline geldi. AKP'yi olduğundan güçlü gösterip, ondan kurtuluş yolu olarak da olduğundan güçlü gösterdiği CHP'yi öne sürdü. Seçmeni ikileme zorlamak istiyor. Bu ikilem, Türkiye'yi düzlüğe çıkarmaz, belirsizliğe götürür.

4 KASIM'DA MEŞRUİYET SORUNU ÇIKABİLİR

Bu seçimde öyle bir tablo ile karşılaşabiliriz ki, yüzde 22 alan parti, anayasayı değiştirecek bir çoğunluğa sahip olabilir. Bu AKP olabilir. Bir veya iki partinin barajı geçmesi durumunda dahi bu sonuç doğabilir. Türkiye istikrar için seçime gitmişken, 4 Kasım'da Türkiye yeni seçimi tartışmaya başlar. Bugüne kadar hiç bir seçimde çarpıklık yaşanmadığı için bir rejim sorunu, bir meşruiyet sorunu gündeme gelmedi.

Bunu önlemek için ne yapılması gerekiyorsa, bunu yapmak gerekir. bu sonuç, tek başına iktidar olacak partinin işine de yaramaz. Bu tabloda yüzde 60'ın Meclis'e girememesi tehlikesi var.

İTTİFAK EN UYGUN YÖNTEM, BARAJI DÜŞÜRMEK GEREKMEZ

TÜRENÇ: MHP, 3 Kasım tarihini ortaya attığında o zaman niye itiraz etmediniz? Niye uyarmadınız?

- Hepsini uyardım, ortaklarıma söyledim. Ancak o dönemde benim önceliğim AB Yasaları'nın geçmesiydi. Eğer erken seçim kararı alınmasaydı, AB paketini çıkarmamız mümkün değildi. MHP, 'Birine göz yumarım, iki tanesi olursa hükümetten ayrılırım' dedi. Bana göre o zorluk nedeniyle yaptığımız iş doğrudur. Bana göre tüm faktörler dikkate alındığında en uygun olan şey hala ittifaktır. Yüzde 10 barajını dışarda savunmakta zorluğumuz var, ama ittifak yüzde 10 barajının doğurduğu sakıncaları da ortadan kaldıracağı için en kolay uygulayacağımız şeydi.

DYP VE YTP İLE İTTİFAK OLABİLİR

ÖZKÖK: Siz kiminle ittifak yapmayı düşünürsünüz?

- Vallahi, bir kaç parti ile ittifak yapabileceğimizi düşündüm. Ancak hiçbiriyle temasım olmadı. Bizim gibi merkeze yakın olan partiler olabilirdi, DYP ile olabilirdi, YTP ile olabilirdi. Ancak hiçbiriyle görüşmedik.

EKŞİ: MHP çekilsin talebiniz oldu. Bu zor bir talepti. Ardından bizde çekilebiliriz dediniz. Bunları size söyleten neydi?

- MHP'nin AB konusundaki tavrı kendi açısından tutarlı ancak bizim açısımızdan kabul edilemezdi. 99 Aralık'daki Helsinki Zirvesi'nden bu yana böyleydi. Zirve günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısına dışarda olduğum halde Başbakan beni de çağırdı. Orada MHP'nin ikilemini gördüm. Bunu yüksek sesle dile getirmediler. Ben kararın kabul edilmesi gerektiğini savundum. DSP destek verdi. MHP rezervini dile getirmekle beraber engel olmadı.

Zorluk Ulusal Programın kaleme alınmasında ortaya çıktı. Katılım Ortaklığı Belgesi'nin açıklanmasının ardından bizim Ulusal Programı hazırlamamız bir kaç ay geçikti. Aslında biz bu geçikmeyi çok iyi kamufle ettik. MHP ile o zamandan başlayan pazarlıklar geldi, son AB Paketi'nde MHP'nin itiraz ettiği konularda odaklandı. Ölüm cezası, anadilde eğitim ve anadilde yayın konularında. Ulusal Program da uzlaşma sağlanması için öyle kaleme aldık ki; Katılım Ortaklığı'nda ki net talepleri karşılamıyordu. AB dedi ki; Sizin Ulusal Programı'nız bazı konularda Katılım Ortaklığı ile örtüşmesede, biz bunu kabul ediyoruz. Biz bu farklılığın farkındaydık.

Bu farklılık hep önümüze çıktı. MHP, Nuh dedi Peygamber demedi. Hakkını vermek gerekirse Başbakan bu konuda yapılabilecek herşeyi yaptı. En son dönüm noktası Başkent Hastanesi'nde yapılan zirvedir. Bu zirvede Başbakan, Devlet Bey'e dedi ki; 'Çok rica ediyorum bu konuda direnmeyin.' Bahçeli, 'Hayır tavrımız sürüyor' dedi. 'Bu konuda size destek olamayız. Siz bizim dışımızda halledebilirsiniz' dedi. Üç gün sonra Çankaya Köşkü'deki zirve oldu, Bahçeli tavrını kesin ortaya koydu. Ben konuştum tüm konuşmacılar bana destek verdi.

Bahçeli yeniden sözaldı. Bu konuda kendileri dışında bir çoğunluğun oluştuğunu, hükümetin de bu çoğunluğa görev kurulması gerektiğini kendilerinin buna kesin karşı olduklarını söyledi. Şöyle dedi; 'Bizim dışımızda Meclis'teki siyasi partilerin konsensüs içinde oldukları anlaşılıyor. Biz bu kararların alınmasına karşı çıkarız, bu kararları alan hükümetin içinde yer almayız. Bizim dışımızdaki çoğunluk isterse bir hükümet kurabilir' dedi.

O tarihten itibaren MHP'nin tutumu netleşti. Bahçeli daha sonra yaptığımız toplantıda, ''Ölüm cezasını bizim dışımızda çıkarabilirsiniz. Ama diğer meselelerde yayın ve eğitim meselesini de Meclis'e getirin bizim dışımızda çıkarırsanız bu hükümet varlık nedenini kaybeder. Biz bunun içinde yeralmayız.'
Biz yeni bir hükümet arayışının nereye gideceğini de kestiremiyoruz. Bu hükümet içinde bu işi nasıl aşarız diye uğraşıyoruz. En son geldiğimiz formülde Bahçeli dedi ki; 'Uyum Yasası olarak ne istiyorsanız getirin, biz oy vermeyiz. Bizim oy vermemizi istiyorsanız, bunu parçalayın' dedi. 'Paketi ayırın' dedi. 'Diğerlerine destek verelim' dedi. Biz diğer partilerle konsensüs sağlayınca hepsini getirdik. Ya çıksın ya çıkmasın diye.

MHP öyle bir tavra girdi ki; 'Bize rağmen bu kanunları çıkarırsınız burada yeni bir şey söylüyorum. Bizim bunu hükümet meselesi yapmamız seçim kararı alınmış olmasına ve hükümetin 2 aylık seçim hükümetine dönüşmüş olmasına bağlı. İki aylık seçim hüükmeti zamanında zaten bu kanunlar uygulamaya girmez'. Bahçeli, 'Zaten Alman seçimlerinin ne getireceği de belli değil. Aralık'ta da göreceksiniz bize müzakare takvimi vermeyecekler' dedi.

İşler öyle gelişmedi, MHP'nin muhalefetine rağmen diğer partiler, kamuoyunun da baskısıyla pakete destek verdiler. Bazı tavır değişiklikleriyle. Paket geçince biz hükümeti bozma riskine uğramadan kanunları geçirmiş olduk. Önümüzde bir tek kanunları uygulama meselesi kaldı. Paketi geçirdikten sonra AB, bize 'Kanun çıkarmakla yetmez, uygulamayı görmek gerekir' dedi. 95'deki Madrid Kriterleri'ne göra bu söylenen doğru.

Ne yapalım diye düşündük. Dedik ki, 'Bakanlar Kurulu kararına bağlı olmayan dil yönetmeliğini hemen çıkarabiliriz' dedik. Dil yönetmeliği, yayın yönetmeliği, vakıflar yönetmeliği çıkartabilirdik. Sessiz kalınsaydı, bu şekilde Aralık'a kadar gidebilir ve AB'ye diyebilirdik ki; 'Biz kanunları çıkardık, uygulama yönetmeliklerini de çıkardık, Uygulamayı da kısmen başlattık' diyebilirdik. AB temaslarımda da bunu sık sık söyledim. Öğretmen yetiştirmemiz lazım, altyapı hazırlamamız lazım dedim. Onlarda anlayışla karşılamaya başladılar. Ta ki, MHP Anayasa Mahkemesi'ne başvurana kadar. MHP, 'Biz Yargı sonuçlana kadar bunu dondurduk' dedi. Yani AB'nın kulağına kar kaçırdı.

Yarın İstanbul'daki azınlık vakfı bize gelse, 'Malvarlığı aldım bunun tescilini yapın dese', bu konu Bakanlar Kurulu'na gelse, Bakanlar Kurulu imzalamayacağı için. AB bize diyecek ki; 'Rum Vakfı'nın şu tarihte yaptığı müracat Kanun'a uygun olduğu halde Bakanlar Kurulu tarafından uygulamaya geçirilmedi' diyecek. Derneklerle ilgili kararlar da böyle.

Ulusal Af Örgütü'nün Türkiye'de şube açması konusu bu tartışmalar olmadan önce Bakanlar Kurulu gündemine geldi ve bu karar çıktı. Şimdi nasıl imzalanmayacak bunu anlamıyorum. Bakanlar Kurulu'nun kanunu uygulamamak gibi bir yetkisi yok.

Katılım Ortaklığı Belgesi'nde azınlık vakıflarıyla ilgili konular yer alıyor. MHP karşı çıktığı için Ulusal Programdan çıkartıldı. Son çıkan kanunda bu talebi yerine getirdik. MHP, 'Ulusal programda yok, siz benim dışında yaptınız' diye bilir. Ama hükümetin kanunları uygulamamak gibi bir yetkisi yok. Onun için MHP'nin çekilmesi gerekir dedim.

ECEVİT'İ DIŞLAYACAK ARAYIŞLARA GİRMEDİM
SADECE ÖZKAN'IN BİRAZ DAHA ÖN PLANA ÇIKMASINI ARZULADIM

EKŞİ: Ecevit'in sağlık sorunları gündemdeyken, sizi hükümet senaryolarının içinde gösterdiler?

- Bakın çok açık söyleyeceğim. Kurumsal, partisel hiçbir temas olmadı. Ama şimdi sizin gibi otururken, dostlarla fikir jimnastiği yaparken, kulağımıza şöyle senaryolar geldi: Ecevit'in sağlık durumu o kadar kritik durumda ki, Ecevit bir sürpriz yapacak, parti kongresini toplayacak, yerine birini tayin edecek. Bu iş sadece DSP'nin iradesi değil. Bu hükümette üç koalisyon ortağı var. Eğer, Ecevit böyle bir karara varırsa, bu hükümetin devam edebilmesi için asgari hangi uzlaşma formülleri düşünülebilir. Bu konuda zaman zaman egzersiz yaptık.

Hiçbir zaman Ecevit'i ikame edecek bir arayış içinde olmadım. Hatta Bahçeli'yi çok sinirlendiren, Derviş'li senaryo gündeme geldiği zaman, ben sırf Ecevit'i zor durumdan kurtarmak için, doktorların bu konuda Ecevit'in sağlık durumu yerindedir diye kamuoyunu tatmin etsinler dedim. Ancak MHP bunu tersine kullandı. MHP dedi ki; 'Yılmaz, Başbakan'dan sağlık raporu istiyor.' Benim gerçek niyetimi soruyorsanız? Benim gerçek niyetim. Eğer mümkünse sağlık durumu engel değilse, görevine devam etmesi. Ama sağlık durumun yarattığı handikapların telafisinin de yapılması. Ben burada Hüsamettin Özkan'ın daha ön plana çıkması, Başbakanın bazı yetkilerini ona devretmesini düşündüm. İşlerin aksayacak noktaya gelmemesini istedim.

MHP YANILGIYA DÜŞTÜ VE 'ERKEKLİK BENDE
KALSIN' DİYE SEÇİM İSTEDİ

ÇÖLAŞAN: Başbakan o günkü sağlık sorunlarıyla görevini sürdürebilir miydi? Sizin kişisel görüşünüz neydi?

- Zaman zaman ben de, tedbir alınmazsa görevini sürdüremez noktasına geldim. Ama hiç bir zaman, MHP'nin yanıldığı şey şu- hiçbir zaman MHP'yi hükümetten dışlayacak arayışın dahi içinde olmadım. O zaman Bahçeli zirveye geldi, 'Frankfurt yaklaşımında bu işin kotarıldığını söylüyorlar' dedi. Ben, 'Frankfurt'ta Çiller'le merhabalaşmadık bile. Tayyip Bey'le görüşmedim.' Biz oradan geldik üç gün sonra Bahçeli Franfurt yaklaşımından söz etti. Bugüne kadar söyledikleriyle birleştiriyorum. Demek ki, Ecevit'siz ve MHP'siz bir hükümetin kotarıldığını, bunun arkasında da basının, TÜSİAD'ın olduğunu düşündü. Beni hükümetin dışına çıkaracaklar, 1,5 yıllık bir hükümet kuracaklar. Bu programın tüm ceremesini ben çektim. Beni muhalefete atacaklar. MHP olarak seçimlere zor koşullarda gideceğim. Erkeklik bende kalsın, seçime hükümette gideyim diyerek 3 Kasım önerisini ortaya attı.

DERVİŞ BAŞBAKANLIĞA ECEVİT
YERİNE CEM'İ İSTİYORDU

ÇÖLAŞAN: Siyasi senaryoları gündeme getiren Derviş, sizce hükümetin içinde bir Truva atı mıydı?

- Derviş'le ben üç kez ikili konuştum. Derviş'in dile getirdiği, Ecevit'in gönüllü olarak Başbakanlığı İsmail Cem'e bırakmasıydı. Tam bu cümlelerle olmayabilir. Derviş, Cem'in Başbakan olması durumunda dış ekonomik çevrelerin bunu olumlu karşılayacaklarını, Başbakan'ın sağlık sorunu nedeniyle ortaya çıkan güven sorununun giderileceğini düşünüyordu. Bu kelimelerle olmayabilir, ama 'Cem Başbakan olsa, dışarda çok olumlu etki yapar' dedi. Ecevit partinin başında kalabilir, Cem'i başbakan olarak önerebilir, Cem'in başkanlığında bu hükümet devam edebilir diye düşünüyordu.
Derviş, sık sık MHP'li bakanlarla ters düştüğü için, MHP'nin yerine DYP ya da başka birini düşündü mü bilmiyorum. Bu konuda bana bir şey söylemedi. Ama böyle bir şey düşünebileceğini dışlamıyorum.

DERVİŞ DÜNYA BANKASI'NIN
RAPORLARINI BİLE OKUMAMIŞ

Derviş, Cem'i YTP yerine CHP'ye geçerek hüsrana uğrattığı gibi, beni de bir kez hüsrana uğrattı. Derviş'i Merkez Bankası Başkanı olarak çağırmıştık, Devlet Bakanı olmak istedi. Bu operasyonların ardından bir yıl sonra Derviş, Meclis'te konuşma yaparken, 'Benim de hatam oldu, Türk bankacılık sisteminin bu kadar kötü olduğunu bilmiyordum' dedi. Bu sözlerine çok şaşırdım. Çünkü, Derviş Türkiye'ye gelmeden önce Dünya Bankası Türk bankacılık sistemiyle ilgili rapor yayınlamıştı ve 20 milyar dolarlık açığı olduğunu yazıyordu. Kendisinin uzman olarak çalıştığı bankasının raporunu görmemiş olmasını anlayamadım.

DERVİŞ BAYKAL'LA BİRLİKTE
YTP'YE OYUN OYNADI

ÇÖLAŞAN: Sizce Derviş, YTP yerine CHP'ye geçerek YTP'ye kazık mı atmış oldu?

- Kendi yorumumu kendime saklamak istiyorum. Ama YTP'deki arkadaşlarla, örneğin Hüsamettin Özkan'la diyalogum var. Onların yorumu, 'Derviş'in daha hükümet içindeyken, CHP ile danışıklı olarak bu planı uyguladığı. Hatta Baykal'ın YTP'yi gelin çağrısının bile birlikte kararlaştırılan tamamen göstermelik, Derviş'e mazeret yaratmak için yapılmış bir manevra olduğunu' düşünüyorlar. Doğrusu ben de ona yakın düşünüyorum. Baykal yeni bir şey söylemedi ki, 'Gelin bana iltihak edin' dedi. Baykal iltihak çağrısını her zaman yapar. Yeni bir tarafı yok bunun. Derviş'i bu kadar etkilemiş olmasını anlamak mümkün değil.
Ben Derviş'i pek iyi tanımıyordum. Kendisini çok iyi tanıyan arkadaşlar var. Onların bana zaman zaman aktardıkları, iyi bir uzman olmakla beraber siyasete çok yoğun ilgili olduğuydu. Geldiği zaman bürokratik görevi kabul etmeyip, siyasetçi olarak görev almak istemesi bunun işareti oldu.

Sonuç itibariyle bakarsan, ilk yaklaşımı doğruydu. Partiler arasındaki suni bölünmüşlükleri de aşan bir kuvvetli hükümete ihtiyaç vardı. Ama doğurduğu sonuç, zaten bölünmüş yapıyı biraz daha bölmek oldu.

ÖZKÖK: Bölünmüşlükte, sizin hiç mi sorumluluğunuz yok?

- En az sorumluğu olan benim, ben bu tehlikeleri görüp, önceden tedbir alınmasını söyleyen tek kişiyim.

COŞKUN: Mesut Bey, zaman zaman ben yanlış anlaşılıyorum diye düşünüyor musunuz?

BABACAN: Arkasında sizin olduğunuzun düşünüldüğü bir kaç örnek verdiniz. Niye hep sizin olduğunuzu düşünüyorlar? Bu size garip gelmiyor mu?

- Sizin gazetenin tüm olumsuzluğu da Ertuğrul'a yazılıyor. Ertuğrul'da açık bana benim kabahatım yok, Emin yaptı diyor. (gülüşmeler). Bir laf vardır, beni bir tek sen anladın, sende yanlış anladın. Körün halinden şaşı anlar.

DEMİREL HATA YAPTI, 3 YIL
UZATMAYA RAZI OLACAKTI

ÖZKÖK: Cumhurbaşkanı Demirel'in görev süresinin uzatılması sağlansaydı, bugünkü kriz ortamı daha rahat atlatılırdı şeklindeki görüşleri nasıl karşılıyorsunuz?

- Ben de aynı kanaatteyim. Demirel kalsaydı daha rahat atlatılırdı. Ancak bunun sorumluluğunu Demirel'de aramak gerekir. Çünkü ben o dönem çok makul bir öneri yapmıştım. Görev süresini 5 artı 5 yapalım, ancak Demirel'in görev süresini sadece 3 yıl uzatalım dedim. Süleyman Bey bunu kabul etseydi, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında uyum sorunları yaşanmadan çok uyumlu bir çalışma yapılabilirdi. Süleyman Bey, 3 seneyi az gördü. 10 sene istedi. Bunu benim parti grubuna kabul ettirmem mümkün değildi. Benim partimde Demirel'le davalı olan çok kişi vardı. Ben ne yaparsam yapayım, kapalı bir oylamada grubumu buna razı edemezdim. Ancak 3 yıl için ikna edebilirdim. Biraz fireyle geçerdi.

Ecevit dahil, sadece Süleyman Bey değil, Demirel'in görev süresinin uzamamasının benim bir planım olduğunu düşünüyorlar. Halbuki bu öneriyi ilk getiren benim. Demirel'e hükümeti kurma aşamasında çıktım. 'Cumhurbaşkanlığı meselesi önümüze geldiğinde ben bu öneriyi yapacağım' dedim. Süleyman Bey o gün bu öneriyi kabul etmem demesi gerekirdi. Bana 'Şimdi zamanı değil, zamanı geldiğinde görüşürüz' dedi. 'Olmaz' demedi.

Ben bu önerimi basın aracılığıyla da gündeme getirdim. Demirel, 'Böyle bir şeyi kabul etmem. Bu uzatmalı çavuş gibi olur' dedi. Aslında ben bunu niye kabul etmediğini bugün dahi anlayabilmiş değilim.

CUMHURBAŞKANI SEZER BU KADAR
İÇİNE KAPALI OLMAMALI

ÇÖLAŞAN: Sezer'i Demirel'le kıyaslayınca nasıl bir fark çıkıyor ortaya?

- İki türlü zorluk olduğunu düşünüyorum. Cumhurbaşkanı'nın siyasi olmayan biri konumdan, siyasi olan Cumhurbaşkanlığı'na geçişi için bir uyum süreci gerekiyordu. Bana göre Sezer bu uyum sürecini aştı. Başlangıçtaki sıkıntılar geride kaldı. Bir de Cumhurbaşkanı'nın mizacından kaynaklanan durumu zorlaştıran faktörler var. Bir Cumhurbaşkanı'nın bu kadar uzun süre kamuoyundan uzak, içine kapanık kalmamasının doğru olmadığını düşünüyorum.

Üstelik açık rejimde, Cumhurbaşkanı kamuoyuyla, toplumla daha çok ilgili olmalı. Süleyman Bey, günde 20 heyet kabul ederek, bunu fazla abartıyordu. Bu başka bir ekstremdi. Ama 20 gün kimseyle görüşmemekde başka bir ekstrem. Bir türlü orta yolu bulamadık gibi geliyor bana. Ama her yaşanan olay bir deneyimdir. İnşallah bundan sonraki Cumhurbaşkanları bu deneyimden yararlanır. Türkiye tıpkı 61 Anayası'ndan 82 Anayasası'na geçmek gibi Süleyman Bey'den Ahmet Necdet Sezer'e geçerken de bir ekstremden başka bir ekstreme geçti.

OLAYLI MGK'DA ECEVİT YÜZDE 100 HAKLIYDI

ÇÖLAŞAN: Sezer'e oy verdiğinize pişman mısınız?

- Şu ana kadar pişman olacağımı gerektiren bir konu olmadı. Ancak Demirel görevde olsaydı, bu sarsıntıları daha kolay atlatırdık. Mesela MGK'da yaşanan olay olabilecek bir iş değildi.

ÇÖLAŞAN: MGK'daki olayda kim hatalıydı size göre?

- Yüzde 99 demiyorum, yüzde 100 Başbakan haklıydı. Çünkü biz MGK Toplantısı'ndan önce Cumhurbaşkanı'nın yanına giriyoruz. Gündem dışı konuları orada görüşüyoruz. Cumhurbaşkanı orada bu konuyu gündeme getirebilirdi. Başbakanın savcılarla ilgili açıklamasını orada gündeme getirebilirdi. Ağzını bile açmadı. Sanki MGK'da gündeme getirmek istiyor havası vardı. Derhal toplantıya geçildi ve hemen bu konuyu gündeme getirdi. Başbakan, son derece kibar ve nazik davrandı. Ama Cumhurbaşkanı üstüne gittiği zaman, Hüsamettin Bey de biraz aşırı tepki gösterdi. Ama bugün Cumhurbaşkanı'nın artık söyle bir davranış yapacağına ihtimal vermiyorum.

BÖYLE BİR OLAY STADYUMDA BİLE OLMAZ

ERGİN: Başbakan'ın MGK'dan çıktıktan sonra yaptığı açıklama doğru muydu?

- Evet haklısınız ama, Başbakan olay patlak verene kadar soğukkanlılığını korudu. Ondan sonra Başbakan zaten kontrolünü kaybetti. Orada yaşanan olay kolay kolay olacak bir olay değil. Stadyumda bile olmaz orada yaşananlar.

FISILTI GAZETESİ HEP ALEYHİMİZE İŞLİYOR

ÇÖLAŞAN: ANAP'ın adı hep yolsuzluklarla anılıyor, bundan rahatsız olmuyor musunuz? Bazı somut olaylar var. Eş dost kollamalar var. Kardeşinizin adı geçiyor. Katrilyonluk olaylar var...

- Tabii ki rahatsız ediyor. Rahatsız etmekten ötesi, bize zarar veriyor. Bu iddiaları ortaya atanların bunları ispatlama durumu var. Şu konuda ihalede şöyle yolsuzluk var. Şunun rolü var diye. Bize gelen iddialar hiç böyle ortaya konmuyor. Bizimle ilgili iddialar hep fısıltı gazetesiyle kulaktan kulağa dolaşıyor. Fısıltı gazetesi, Hürriyet'ten daha etkili.

Benim kardeşim devletle hiç bir iş yapmıyor. Hiç bir ihaleye karışmıyor. hiç bir konuda rolü yok. Bana bir örnek söyleyin.

TURGUT HİÇBİR İŞE KARIŞMIYOR

ÇÖLAŞAN: Kardeşinizin borsa şirketi var. Çok şey bildiğini kendi söylüyor.?

- Bu doğru. Ama herhangi bir bakanlığın ihalesiyle ilgili ilişkisi yok.

ERGİN: Tayinlere de mi karışmıyor?

- Hiçbir bakanlığın, hiçbir işine karışmıyor. Size belki, benim söylediğim ikna edici gelmeyebilir. Mesela, Beyaz Enerji davasında bir sanık bir ifade verdi. 'Müteahhitlerden çuvalla para, ANAP'a gidiyor oradan da Yılmaz'ın kardeşine gidiyor' dedi. Gazeteler yazdı. Ne söylenebilir. Mahkeme bu kişileri mahkum etti. Bu olayda rüşvete aracılık eden maalesef bizim eski bir partilimiz. Biz adamı görevden almışız. Ama o rüşvete aracılık etmiş. Bu işi bize bulaştırmak için ortaya atılan ifadelerin hiçbiri yargı sürecinde kanıtlanamadı.

SAĞLAM OLMASAM JANDARMAYA MEYDAN OKUYABİLİR MİYDİM?

Bir an için benim yerimde ol ve bana bir öneri yok. Ben çıktım, 'Savcı sen bu iddiayı kanıtlamak zorundasın.' Jandarmaya çıkıp çattım. Bütün bu işleri açığı olan bir adam yapabilir mi? Benim kardeşim bu işlere aracılık etse, biz bu işte menfaat saglıyor olsak, bun çıkıp savcıya meydan okuyabilir miyim? Jandarmaya meydan okuyabilir miyim? Benim gocunacak çekinecek bir yanımın olması gerekmez mi?

Bizim teşkilat mensupları kardeşime telefon açıp, 'Abi İskenderun Demir Çelik'i almışsın bizim çocuğu işe al' diyorlar. Bilmem ne madenini almış, 'Taşımasını biz yapalım' diyorlar. Bir an için oradan kalkın gelip benim yerime oturun, olaya tersinden bakın.

TÜRKİYE'DE İŞ YAPARSAN, MUHAKKAK LAF GELİR

Türkiye'de eğer iş yapacaksan bunlardan kaçınman mümkün değil kardeşim. Ben çocuklarımın üstüne yemin ederim ki; ihale bitinceye kadar Karadeniz Otoyolu'nu hangi mütehhitlerin kazandığını bilmiyordum. Ben Başbakan olarak sadece dedim ki, 'Bu iş çok önemli, ne yapın yapın bu işi çok hızlı bitirin' dedim. Sonra bunu Meclis'e getirdiler, Deniz Baykal falan, 'Yok firmaları seçmişin, aralarında anlaşma varmış'. Sana yemin ederim ki, ben hangi firmaların girdiğini de, kazandığını da bilmiyordum. Bir tek derdim vardı, bu işin biran önce bitmesiydi.

Benim gelecek kaygım yok. Belki başkalarından daha avantajlıyım. Benim kardeşim zengin, benim ailem zengin. Benim babamdan kalan bana yetecek kadar. Benim servet hırsım yok. Ben diyorim ki ben Başbakan olduysam, benim dün şikayet ettiğim ataleti göstermemem gerekir. Bu ülkede çok şey yapılabilir.

ECEVİT BİLE NÜKLEER REAKTÖR
İHALESİNİ İPTAL ETMEK ZORUNDA KALDI

Sayın Başbakan bu tür konulardan hiç leke almamış insandır. kimse onun için bir şüphe şaibe ihsar etmemiştir, şimdiye kadar. Ben hükümete girdikten sonra bir nükleer eneji santrali tartışması oldu. Önce uzmanlarla konuyu tartışdık. Ecevit bu işin doğru olduğuna karar verdi. bu işin yapılmasına karar verdik. Üç grup kıyasıya yarışıyor, MHP'ye yakın bir bayan var. O Kanadalılara yakın. 'Kanada teknolojisi olmazsa olmaz' diyor. Her grup partilere yakın adamlar tutmuşlar. Diğerleri farklı bir şey diyor, korkunç bir şey. Enerji Bakanlığı bizde, biz kime verilmesi konusunda tek laf etmedik, yoksa üzerimize kalacak. O kadarını artık görüyoruz. Biz yeter ki Nükleer Santral yapılsın kardeşim noktasındayız. Sonunda Ecevit, 'Ben bu işten vazgeçtim' dedi. Bana göre bu iş mutlaka yapılmalıydı. Ben Başbakan olsaydım, tüm o lobilere rağmen vallahi de billahi de onu yapardım. Tüm riski göze alırdım. Sonra Emin Çölaşan bana 'Hadi Mesut Yılmaz o 40 milyon doların hesabını ver' diye sorardı. Hiç çekinmez, vallahi billahi yapardım.

MECLİSTEN TATİL KARARI ÇIKMAZ

SARIKAYA: 1 Ekim'de ne görüyorsunuz? Çalışma kararı çıkar mı?

- Tatil kararı çıkmasına ihtimal vermiyorum. Biz önce göreceğiz. Bundan bir netice alınır mı alınmaz mı onu göreceğiz. Ben daha öncede söyledim, seçimlerin bir kaç ay ertelenmesi dünyanın sonu olmaz dedim. Türkiye'nin Kopenhag Zirvesi'nde netice alması gerekir. Eğer seçimlerden sonra ortaya çıkabilecek meşruiyet sorunun ortadan kaldıracak bir çalışma olursa, biz destek verebiliriz. Seçim yasaları, yasakların kaldırılması...

ÇÖLAŞAN: Siz seçimden korkmasanız, buna destek vermezdiniz?

- Bu öneriyi biz getirmedik. 124 kişi getirdi. Bunlardan sadece 23'ü bizim milletvekilimiz. Bunlar arasında aday olan milletvekillerimizde var. Şu ana kadar hiçbir arkadaşımıza bu konuda girişimde bulunun ya da aman ha girişimde bulunmayın, yaparsanız sizi atarız falan da demedim. Şu andaki girişim şahsi bir girişim. Ama biz parti olarak bundan sonraki tavrımızı belirlemek için nihai amacını görmek zorundayız, bunun netice alıp almayacağı görürüz. Bu öneriyi daha önce ben yaptım. Çoğunluk bulamadım. Seçimi 15 Aralık'a erteleyelim dedim. Gerekirse hükümeti de değiştirelim, bu reformları hayata geçirelim dedim. Orada da bir destek bulamadım. Benim dışımda gelişen bir hareket var. Bu hareket benim endişelerimi giderecek şekilde gelişirse, Türkiye'yi macereya götürmeyecek şekilde kanalize edilirse, o zaman biz bunu ciddiye alırız.

SEÇİM ERTELENİRSE ÜLKEYE ZARARI OLMAZ

SARIKAYA: Seçimin ertelenmesi başarılırsa bu hükümetle yola devam edilebilir mi?

- Bu hükümetle yola devam edilmesini önleyen asıl unsur, benim dediğim unsurdur. Bu hükümet Türkiye'yi bloke ederken, ne biz hükümette kalabiliriz ne de bu hükümette Türkiye'ye fayda gelir. Biz bu hareketin parti olarak içinde arkasında yokuz. Bu bizim dışımızda, bir hareket. Ancak önyargılı olarak bakmıyoruz. Sıcak ya da soğuk baktığımız doğru değil. Önyargısız bakıyoruz. Nötr bakıyoruz. Bize göre medya kuruluşlarından TÜSİAD'a kadar 3 Kasım'da seçimlerin yapılmasını savunanlar, henüz 4 Kasım ile ilgili sağlıklı bir durum değerlendirmesi yaptıklarına inanmıyorum. Biz bugünden 4 Kasım'a ilişkin dikkat çekiyoruz.

1-1,5 senelik bir hükümet sözkonusu değil. Ben bu endişeleri gidermek için seçim tarihiyle oynamadan da bazı tedbirler alınabilir. Ben bunu önerdim, taraftar bulamadım. Hala benim 2004 Nisan'a kadar sürecek bir hükümet arayışım yok. Bir ay sonra, 1,5 ay sonra olabilir. 4 ay sonra olabilir. Bunların hiçbirisi ülkeye öyle zarar verecek sonuçlar olmaz. Daha doğrusu bunlardan gelecek zarar 4 Kasım sonuçlarının vereceği zarardan daha hafiftir.

TÜSİAD'ın bütün kehanetleri şimdiye kadar ters çıktı. Sene başındaki raporunu alın, bugünle kıyaslayın.

SARIKAYA: Seçimlerin ertelenmesi durumunda ciddi sıkıntı yaşanacağı düşünen partilileriniz var. Bu sizin tavrınızla çelişiyor?

- Bizim arkadaşlarımızın bir kısmı seçimlerin ertelenmesine karşı. İmza vermeyenlerin tamamına yakın karşı. Biz her meselede af meselesinde de olduğu gibi. Sonunda oturur tartışırız. Orta yol buluruz. Her arkadaşımızın farklı endişesi olabilir. Ortak tavıra tüm parti uyar.

AB KOPENHAG'DA BİZİ İSYAN ETTİRMEYECEK BİR KARAR ALACAK

ÖZKÖK: Helsinki'deki AB Zirvesi'nden Türkiye ve Kıbrıs sorunu için nasıl bir karar bekliyorsunuz?

- Bana göre tam üyelik müzakerelerinin başlaması 2004'den önce olamaz.  Biz daha iyi asılmalıyız. Almanya, Fransa ve İngiltere nezninde. Seçimlerden sonra Almanya'nın durumu daha iyi oldu. Şükrü Sina Gürel, Fransa Dışişleri Bakanı'yla görüşecek. İngiltere'den yana pek sorun yok. İtalya'dan da. Baltıklarda da fazla sorun olmaz. Sorun Almanya. Baltıklarda bu hafta bir toplantı var. Zannediyorum orada bir açıklama yapacaklar.

Almanya'nın tek çekincesi ekonomik. Serbest dolaşımla ilgili. Ona ilişkin de önlemler alıyorlar. İktidarın dışında muhalefetin kullandığı bazı gerekçeler var. AB'nın sınırı Irak'a dayanacak. AB oralarda güvenlik sağlamak zorunda kalacak. Hıristiyan kültürünü korumakta sorun yaşanır, gibi itirazları var.

Verheugen önemli değil. Raporu uzmanlar hazırlıyor, kendisine getiriyor. Bu rapor bir röntgen filmidir. Rapor öneri getirmeyecek, rapor röntgen çekecek. Raporda değer yargısı ve öneri olmayacak. Orada diyecek ki, şunlar yapılmıştır, şunlar yapılmamıştır. Bazı işkence iddiaları, insan hakları ihlalleri ve son olarak siyasi yasaklar önümüze gelebilir. Uygulama eksikliklerimizi araştırıyorlar. AB Kanunu'ndan hangileri uygulamaya girdi, hangileri girmedi onları araştırıyorlar.

KIBRIS'TA YAŞAYABİLECEĞİMİZ
BİR ORTA YOL FORMÜLÜ BULACAKLAR

ÖZKÖK: Kıbrıs'la ilgili nasıl bir karar bekliyorsunuz?

- Sadece bizimle ilgili karar vermeyecekler, genel bir karar verecekler. Bunun için de Kıbrıs'ta var. Kıbrıs'ta mutlaka bir orta yol bulmaları gerekir. Kıbrıs'ı diğer aday ülkelerle aynı şekilde üye alamazlar. Kıbrıs'taki bölünmüşlüğü dikkate almadıkları takdirde, aldıkları karar yara alacak. Orta bir yol bulacaklar. Kıbrıs'la ilgili böyle bir karar alırken, Türkiye ile ilişkileri de koparmamaya çalışacaklar.

Kıbrıs'ı üye yapmıyoruz. Sorun çözüldüğü zaman yaparız diye bir karar bizim için en iyi karar olur. Ama böyle bir opsiyon yok. Niye? Çünkü bu opsiyon olduğu zaman bütün genişleme duracak. Çünkü Yunanistan, ben de diğer adaylara vize vermiyorum diyecek. O yüzden yok. Kıbrıs'ı öyle şekilde almamız lazım ki. Biz de içinize sindirmeseniz dahi tepki göstermeyin. Kıbrıs'ı alıyorum ama AB müktesabatı Kuzey Kıbrıs'ta geçerli olmayacak. Sadece Güney Kıbrıs'ta geçerli olacak. Böyle bir karar çıkacak sonunda. Biz Türkler olarak bununla yaşayabiliriz.

AB KONUSUNDA İYİMSERİM

Ne kadar iyimsersiniz?

- Benim AB konusunda iyimser olmamı gerektiren dış faktörler de var. Kendinizi AB'nin yerine koyun. Önünüzde karar vereceğiniz 10 tane ülke var. Bir de Türkiye var. Gemişte yaşanmış bir tecrübe var. Lüksemburg'da seni istemiyoruz demişsin. Türkiye'de ben de seninle ilişkimi kesiyorum demiş. AB, İki sene sonra  ben yanlış yaptım dedi. Türkiye'yi dışlayamayız. Türkiye'yi diğer ülkelerin kriterlerine uymak koşuluyla üye yapacağız dedi.

Ben o belgenin gereklerini yerine getirmişim. 10 gün önce görüşürken, Feurguan'e Türkiye'yi ileri de üye alacağız gibi bir kararı kabul etmeyiz. Bunu aynen Lüksemburg'daki gibi ayrımcılık olarak kabul ederiz. Böyle bir karar alırsanız Lüksemburg'a geri döneriz dedim.

Biz diğer adaylar gibi, eşit muamele bekliyoruz. Kriterimiz 1997 senesinde Slovakya gibi eksiklerine rağmen müzakerelere başlama kararı verdiniz. Bizim bugünkü durumumuzu 97 ile kıyaslayın. Biz o günkü Slovakya'nın gerisindeysek, size söyleyecek sözümü yok. Ama o günkü Slovakya'nın yerine getirdiği kriterleri yerine getirmişsek ve ona ramen müzakere tarihi başlatmıyorsanız o zaman anlarız ki bize karşı olan ayrımcılık devam ediyor.

Adamlar da bunun farkındalar. Bizim kriterleri diğer aday ülkeleri kadar yaptığımızı biliyorlar. Bunu ne kadar zorlukla yaptığımız içimizdeki direnişin ne kadar büyük olduğunu da biliyorlar. Sadece bizimle ilgili karar vermeyecekler, genel bir karar verecekler. Bunun için de Kıbrıs'ta var. Kıbrıs'ta mutlaka bir ortayol bulmaları gerekir. Kıbrıs'ı diğer aday ülkelerle aynı şekilde üye alamazlar. Kıbrıs'taki bölünmüşlüğü dikkate almadıkları takdirde, aldıkları karar yara alacak. Orta bir yol bulacaklar. Kıbrıs'la ilgili böyle bir karar alırken, Türkiye ile ilişkileri de koparmamaya çalışacaklar.

ÖZKÖK: KKTC açısından sıkıntı olur...

- O ayrı bir mesele. Bunu kaşıyanlar olacak. Yönetime olan muhalefet artacak. Kıbrıs'ta zaten bizi kısmen rahatsız edecek, ama inşallah ilişkileri koparmayacak, bizi isyan ettirmeyecek bir karar alacaklar. Üstüne bir de kriterleri yerine getirdiğimiz halde, bize tarih vermedikleri Kıbrıs'la birleşince yeni bir kriz olacağını ve ilişkilerin kopma noktasına getireceğini gayet iyi biliyorlar. Bu dönemde böyle bir şeye cesaret edemezler. Kapıda Irak meselesi var. Kafkasya meselesi var. Bir de 11 Eylül vakası var.

BAYKAL ATIYOR

ÖZKÖK: Deniz Baykal'ın CHP iktidarının 20 milyar dolarlık rahatlama getireceği açıklamasını nasıl karşılıyorsunuz?

- Aslında benim proje yapıp söylememe gerek yok. Baykal gelince faizler 20 puan düşecek. 20 puan demek, 20 milyar dolar demek. 20 milyar dolar bizim IMF'den aldığımız para demektir. Demek ki hepinizin bunu desteklemesi gerekir (gülerek). Ancak ufak bir yanlış var. 20 puanlık düşmenin 20 milyar dolarlık rahatlık sağlayabilmesi için Türkiye'nin tüm iç borcunun değişken faize endeksli olması gerekir. Türkiye'nin iç borcu 130 katrilyon lira. Bunun sadece 60 katrilyon lirası değişken faizde. Bunun da sadece 15 katrilyonu özel sektöre olan değişken faiz. Bunun dışındakiler, kamunun kamuya olan borcu. Baykal niahi rakamları dogru veriyor da, iç rakamları bilmediği için varsayımı yanlış. Baykal Başbakan olmasının faizlerin yüzde 20 düştüğünü farzedersek, bunun Türkiye'ye sağlayacağı rahatlık 2 milyar dolardır. Yanı Baykal 10 misli atıyor. Valla Derviş tarım kesimi için 600 trilyon lirayı verene kadar canımıza okudu. Ama 57. Hükümeti 650'yi veremezse, Baykal hükümetini 2 milyar verebilir belki.

50 İLE VERGİ MUAFİYETİ GETİRECEĞİZ

EKŞİ: Seçim kampanyanızda yeni projeler var mı?

-Biz ayağımız yere basan öneriler yapmak durumundayız. Türkiye'nin imkanlarını biliyoruz. Biz şu an değişik unsurlardan oluşan 3 proje üzerinde çalışıyoruz. 15 gün içerisinde de kamuoyuna açıklayacağız.

Türkiye'de bölgesel gelişmişlik farklılığı nedeniyle uygulanan teşvik sistemi başarısız olmuştur. Gördük ki; elektrik fiyatını indirmekle, 5 sene vergi muafiyeti getirmekle sonuç alamayacağız. Bir çalışma yaptık. Çok çarpıcı bir sonuca geldik.

Türkiye'de bugün 50 il, gelir ve kurumlar vergisinde devletin toplam tahsilatının sadece yüzde 4.4'ünü sağlıyor. Devletin devlete ödediğini vergiyi düşersek, bu oran yüzde 2. Bu 50 vilayette gelirler ve kurumlar vergisini sıfıra düşürsek, devletin vergi kaybı sadece yüzde 2 olacak. KDV. bunun dışında. Devlet, bu illerde özel sektörün yapacağı yatırımlardan vergi almayacak. Bu, 10 yıl için yapılacak. Böyle bir uygulamanın şimdiye kadar sağlamadığı ölçüde yatırım sağlayacağına inanıyoruz. Bu iller ağırlıklı olarak, Doğu, Güneydoğu, Karadeniz ve İçanadolu bölgelerinde.

EĞİTİME BEDAVA TEŞVİK

Bedava teşviği eğitim için vereceğiz. Özel eğitim kuruluşu kuranlara tıpkı turizmde olduğu gibi 49 yıllığına devlet arazisi vereceğiz. Sembolik bedelle tahsis edeceğiz. Özel üniversitelere zaten yapıyoruz. Ben şirket kurdum özel okul açacağım diyenlere arsa vereceğiz. Yabancı yerli ayırımı yapmayacağız.

UZAKTAN MESLEKİ EĞİTİM

Türkiye'de eğitim konusunda bir kaç sakatlık var. Ara eleman sıkıntımız var. Bizim üzerinde çalıştığımız bu uygulama, Amerika'da ve bazı Batılı ülkelerde yıllardan beri var. Biz orta öğretimi bitirmiş, üniversiteye giremeyen kişilere, uzaktan eğitimle meslek kazandıracağız. Bunun da mutlaka Türk İş Kurumu ve Milli Eğitimin organizasyonuyla yapacağız. Çünkü Türkiye'de istihdam kuruluşlarıyla mesleki eğitim kuruluşları arasında hiç bir bağ yok. Bu, Anadolu Üniversitesi'nin verdiğinden farklı olarak örgün eğitimle ilişkili olacak. Mesela internet aracığıyla, biri Teknik Üniversite'den, diğeri Gazi Üniversitesi'nden ders alabilecek. Bunu Amerika'da bu işin içinde çalışan arkadaşlarla hazırlıyoruz.

SİGORTA SİSTEMİ SİL BAŞTAN

Diğer çalışmamız, sigorta meselesi. Türkiye'nin bugünkü sigorta sistemiyle yola devam etmesi mümkün değil. BAĞKUR'da tarım sigortalılarının bugün sadece yüzde 14'ü primini ödüyor. Bu sistemin kendini sürdürmesi mümkün değil. Sağlık ve emeklilik sigortası birbirinden ayrılmalı. Emeklilik sigortası, tümüyle özel sigortacılığa geçmeli. Özel sigorta şirketleriyle görüştük, tarım ve ev kadını dışında tüm BAĞKUR sistemini olduğu gibi devralmayı kabul ettiler. Tarım devlette kalmaya devam edecek. Onun dışında BAĞKUR'u lavedip, kendi işini gören bağımsız çalışan esnaf ve sanatkarların hepsini özel sigorta sistemine geçirmeliyiz. Özel sigorta sistemi, şu anda BAĞKUR'a ödenen primle çok daha yüksek emeklilik maaşı ödemeye hazır. Bunu yapmazsak, devlet artık emekli maaşlarını ödeyemeyecek duruma gelecek. Sistem iflas edecek. Onu bugünden görüp, tedbir almak gerekir. Vatandaş batıda olduğu gibi ayda 100 dolar öderse emekliliğinde ayda bin dolar maaş alacağı bilecek.

EURO İÇİN HENÜZ ERKEN

Bana göre Türkiye, 2005 yılından önce EURO'ya geçemez. Bunun için iki şeyi yapmak gerekir. Enflasyonun düşürmesi ve mali sistemin rehabilitasyonunun tamamlaması gerekir. Mali sistemin ameliyatı devam ederken, EURO'ya falan geçemeyiz. Yıl sonunda enflasyonu yüzde 35'e indireceğiz. Yüzde 35 enflasyonla da EURO olmaz. Ama bir gerçek var ki; Türk parasına olan psikolojik güven ortadan kalktı. Biz ne yaparsak yapalım, Avrupa'daki gibi yüzde ikilik üçlük enflasyona inemeyeceğiz. Orada EURO'nun psikolojik katkısını sağlamak için 2005 yılında EURO'ya geçebiliriz.

EKONOMİK PROGRAMA DEVAM

Önümüzdeki dönemde bu ekonomik programa aynen devam edilmeli. Yapısal reformlar tamamlanmalı. Siyasi riskler göze alınıp, bu program, taviz verilmeden devam ettirilmeli. AB uyum süreci mümkün olan en süratli şekilde 2007'de Bulgaristan ve Romanya'yı yakalayacak şekilde devam ettirilmeli. İki program aynen sürdürülmeli. Bu yapılırsa, Türkiye iki yıl sonra, 2005'de kendi ayakları üzerinde duracak hale gelir. IMF'ye muhtaç olmaktan kurtulur. Bunun dışında Türkiye'yi IMF'den kurtarma edebiyatı palavradır. Aklı başındaki tüm iktidarların birinci hedefi, Türkiye'yi IMF'ye muhtaç olmaktan kurtarmak için çalışmak olmalıdır.Bu programlardan taviz vermek, Türkiye'yi çıktığı çukura düşürmek olur.

MALİ MİLAT TOPAL OLMAMALI

Mali Milatı mutlaka gerçekleştirmesi lazım. Nereden Buldun'u mutlaka uygulamalıyız. Bu sadece Türkiye'nin kendi çarpıklıklarını gidermesi için değil, aynı zamanda, gelişmiş dünya ekonomisiyle entegre olması için de gerekli. Bunu yapmadığımız sürece karaparayla, yolsuzluklarla mücadele edemeyiz. Bunun alt yapı çalışmaları da gayet güzel yürüyor. Maliye Bakanlığı 20 ilde vergi otomasyonu sağlandı. Biz dedik ki; uygulama başlamadan önce bir geçiş düzenlemesi yapmak lazım. İki büyük kriz yaşandı. Firmalara bir uyum fırsatı verelim dedik. Bu hazırlıklar seçim nedeniyle rafa kalktı. Kim iktidar olursa olsun bunu yapmalı. Bu yapılmazsa Mali Milat topal başlar. Yüzde 60'ı kayıt dışı ekonomiyle bu sisteme başlayamazsınız. Bunu yapıp, sonra kimsenin gözünün yaşına bakmadan Mali Milat'ı uygulayabilirsiniz.

ÇİFTÇİ NE ZAMAN RAHATLAYACAK

Çiftçi ne zaman rahatlayacak diyorsanız, Baykal ya da ben Başbakan olunca değil, Türkiye AB'yi girince rahatlayacak. Çiftçiyi devlet bütçesinde olmadığı için sübvanse edemiyoruz. Buna rağmen, AB, bizim çiftçimizin ürün bedeli olarak aldığının iki katı sübvanse veriyor. Biz bununla nasıl rekabet edebiliriz. Biz aynı pazara girdiğimiz anda Türk çiftçisi, kalkınmasına destek açısından olağanüstü imkana kavuşacak. Tabii ki bize aynı imkanı sağlamakta ayak diretecekler. Çünkü çok büyüğüz, tarımsal nüfusumuz çok fazla. AB'de bizim en zor müzakeremiz, tarımla ilgili olacak.

PROGRAMDAN TAVİZ VERİLMEMELİ

ANAP iktidarlarında ekonomik kriz yaşanmamıştır. Tüm krizler ANAP dışındaki iktidarlarda ya da koalisyon dönemlerinde yaşanmıştır. Son yaşanan iki krizin çok önemli getirisi oldu. Başka türlü olmayacak olan yapısal reformları işleme koyduk. Sıkıntı bir süre devam edecekir. Bu programlardan taviz vermek; Türkiye'yi çıktığı çukura düşürmek olur.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!