Çift taraflı bir kültür şoku

Güncelleme Tarihi:

Çift taraflı bir kültür şoku
Oluşturulma Tarihi: Kasım 25, 2001 01:46

Koç Üniversitesi'ni, inşa edilirken görmeye gittiğimde hiç bir şey algılayamadım. İkinci gidişimde bir toplantı için gitmiştik ve inşaat bitmek üzereydi, üçüncü seferinde ise artık yaşama geçilmesi aşamasına gelmiş muhteşem bir üniversite kampüsü ortaya çıkmıştı.

Hem şık, hem güzel, hem de çok kaliteli olmuştu. Yatakhanelere ve akademisyenlerin lojmanlarına kadar gezdim. Rafine bir kompleksti. Bir sürü badireler atlatan bu üniversite planladığımızdan çok daha pahalıya çıkmıştı ama ‘‘helal olsun’’ diye düşünürken Anadolu'dan gelecek olan talebelerin bu mükemmelliğe nasıl uyum sağlayacakları sorunu aklıma geldi ve derhal hocalara sormaya başladım. Öğrendim ki, Anadolu'dan bu okula gelen talebeler genellikle burslu talebelermiş ve burs alan talebeler de çalışkan, akıllı ve zeki çocuklar oldukları için bu ortama çok çabuk uyum sağlıyorlarmış.

Koç Lisesi'nde IB (uluslararası bakelorya) programı var. Bazı talebeler bu programa katılıyorlar. Programın özelliği, anladığım kadarıyla daha ağır bir ders programı olması ve dünyanın her tarafındaki üniversitelere kabulü bir nebze kolaylaştırması. Bu programın bir şartı da sosyal hizmetler ‘‘CAS’’ (Creavity, action and service- Yaratıcılık, harekete geçirmek ve hizmet etmek) yüz elli saatlik bir çalışma yapılmasının şart olması.

Benim üç erkek, bir de 18 yaşında kız yeğenim var. Çocuğum olmadığı için bu dört çocuğu, çocuklarım gibi sever ve ilgilenirim, hepsiyle de yakın arkadaşlığım vardır. İpek en küçükleridir, kız olduğu için de kız kıza daha çok anlaşmaktayız. Koç Lisesi'nin öğrencisi olan İpek, IB programını uyguluyor ve dolayısı ile sosyal hizmet şartı gereği de bir köy okulunda ders veriyor. İpek'in bir başka arkadaşı ise huzur evinde yaşlılara hizmet ediyor, diğer talebeler de buna benzer hizmetlerde çalışıyorlar.

Geçen hafta sonu IB programını uygulayan 13 öğrenci ve iki de öğretmen, Bitlis ilimizin Ahlat ilçesindeki Ovakışla İlköğretim Okulu'nu ziyaret ettiler. Bitlis'e niçin gittikleri sorusuna gelince; konuyu çok ilginç bulduğum için sizlere de anlatmaya karar verdim.

Ahlatlı imiş okulun müdürü. Akıllı olduğu muhakkak ki bir bilgisayar edinmiş ve okulunu tanıtan bir web sayfası açmış. Sayfa, IB'nin ‘‘CAS’’ programını uygulayan öğretmen Sündüs Cebecioğlu'nun dikkatini çekmiş, aralarında elektronik posta haberleşmesi başlamış ve böylece bu köye gitmeye karar vermişler. Van'a uçan talebeler üç buçuk saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra Ahlat'a varmışlar.

Bundan sonrası İpek'in izlenimleridir: 13. yüzyıldaymış gibi yaşayan Ahlat'ta tabiat çok güzelmiş. Harikulade Selçuklu mezarları varmış. Kalesi bütün ihtişamı ile varlığını hissettiriyormuş ve içindeki küçük küçük evlerle patika yollar, sanki o devirden bir sahneyi andırıyormuş. Hava eksi dört dereceymiş. Gece öğretmenler evinde barınmışlar. Çift cam olan odalarında dışardaki cam kırık olduğu için esen rüzgarı bütün haşmetiyle hissetmişler ve birbirlerine korku hikayeleri anlatıp gülüp eğlenmişler. Bir tek alaturka tuvalet varmış ve duş muş hak getireymiş.

Ertesi gün programları başlamış. Dört öğrenci daha evvel İstanbul'dan hediye olarak yolladıkları dört adet blgisayar programının öğretilmesi ve uygulanması ile meşgul olmuşlar. Öğrencilerden biri, sosyal hizmetlerde bilinçlendirme konusunda çocukları bilgilendirmiş. Bir diğeri sivil toplum örgütleri ile ilgili konuşmuş. İpek ve diğer kızlar sadece kız öğrencilere hijyen üzerine bildiklerini öğretmeye çalışmışlar. Fakat en büyük kültür şokunu ebeveynlerle yapılan toplantıda yaşamışlar.

İpek'in nakletmesi: ‘‘Teyzeciğim olamaz böyle bir şey. İlköğretime başladıkları zaman kız ve erkek öğrenciler aynı sayıdalar ama ilkokul biterken tek bir kız öğrenci bile kalmıyor. Çünkü kızlar adet görmeye başladıkları anda okuldan alınıp başlık parası karşılığı satılıp evlendiriliyorlar. Kız çocuğa ‘’kaç kardeşsiniz?’ diye sorunca ‘on kardeşiz’ cevabını alıyorsunuz ama anne ve babasına sorduğunuzda ‘üç çocuğum var’ diyorlar, kızlarını hiç hesaplamıyorlar.’’

Ebeveynlere ‘‘Kızlarını okuldan almayın, onların da okumalarına müsaade edin’’ dedikleri zaman bir kısmı ekonomik zorunluluktan, bir kısım ahlakının bozulacağından bahsetmişler, bir kısmı ise ‘‘Kur'an'da kızların okumasının günah olduğu yazılıdır’’ demiş. İpek ‘‘Günahtır diyenler neredeyse bizleri şişleyeceklerdi’’ dedi. Öyle büyük bir şok yaşamıştı ki, kar yüzünden kapanan yollardan zorlukla dönüp bir nefeste tekrar tekrar anlattı bütün bunları.

Anesine babasına ‘‘Ahlat'ta bir Eğitim Gönüllüleri Parkı kuralım’’ diye tutturdu ama ertesi gün bu ısrarından vazgeçti, çünkü önce anneleri ve babaları eğitmek gerektiğine karar vermişti. Tabii, İpekciğim törelerden ne derece haberdardı, bilemiyorum. Bizler geleneklerine sadık bir aile yapısına sahibiz. Bu sefer ben düşünmeye başladım. Acaba bu ülkede eğitimsizlik mi, yoksa töreler mi, yoksa dinimizin yanlış yorumlanması mı ilerlememize mani olmaktadır? Ben karar veremedim, sizler ne dersiniz?

Kardeşim Suna'nın, okuldayken en büyük hayali köy okullarında öğretmen olmaktı. Bildiğiniz gibi büyük bir iş kadını oldu. Ben de zaman zaman bu hayalini hatırlatır ve onunla dalga geçerim. Bana bir gün, ‘‘Öğretmen olamadım ama bak Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nı kurdum’’ dedi. Tabii bu da bir hizmetti. Suna, İpek'in Ovakışla'daki bu okula gitmesinden ziyadesiyle memnun kalmıştı. Zira kızının Türkiye'nin öteki yüzünü de görerek yaşamasını istiyordu. Zannedersem bütün İstanbullu ailelerin, çocuklarına Türkiye'nin öteki yüzünü de göstermeleri ileriye dönük Türkiye'nin yararına olacaktır.

Benim bir türlü anlamadığım IB programı galiba ilginç bir program...


Benim üç erkek, bir de 18 yaşında kız yeğenim var. İpek en küçükleridir, kız olduğu için de kız kıza daha çok anlaşmaktayız. Koç Lisesi'nin öğrencisi olan İpek, okuldaki IB programı gereği bir köy okulunda ders veriyor. Geçen hafta sonu 13 öğrenci ve iki de öğretmen, Bitlis Ahlat'taki Ovakışla İlköğretim Okulu'nu ziyaret ettiler. İpek döndüğünde izlenimlerini anlattı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!