Bu ne kısırdöngüdür

Güncelleme Tarihi:

Bu ne kısırdöngüdür
Oluşturulma Tarihi: Ocak 04, 2004 00:00

Hakikaten de Sedef Kabaş'ın bir bildiği varmış; meğer başına geleceklerin kokusunu önceden almış... Keşke bir kez olsun yanılsaydı...Olan biteni, farkında olmayanlar için biraz açalım: Bundan iki hafta önce Doğan Kitap'ın Eskişehir'e düzenlediği vagon söyleşileri gezisine, TV'de yaptığı söyleşi programından seçkilerden oluşan ve her gazetecinin kütüphanesinde arşivlik bir eser olarak bulunması gereken Sesli Düşünenler kitabından dolayı Kabaş da katılmıştı. Şehri gezerken, memleketin ve bizim sektörün ahvalinden konuştuk bir süre. Kabaş, bizde prim yapan cinsten programlar yapmıyor, daha sarih bir ifadeyle, eli yüzü düzgün, ağır başlı, sulandırılmamış programlar yapıyor olmasının bedelini, çalıştığı her müessesede ilk gözden çıkarılan eleman olmakla ödediğini söylemişti. Nitekim, Kabaş'ın hazırlayıp sunduğu Sesli Düşünenler, araştırma raporlarına göre kanalın en tanınan programı olmasına rağmen, TV 8 yönetiminin kararıyla yayından kaldırıldı. Bilin bakalım sebep ne: Kanal, bundan böyle nispeten daha magazine yönelik programlara, dizilere yer verecekmiş. Zira halkın talebi o yöndeymiş... Şimdi, iki hafta önceki söyleşilerde, kendisine neden medyada daha eğitici programlar bulunmadığını, tukaka medyanın niçin hep yavşatılmış mevzular peşinde koştuğunu soranları Kabaş'ın nasıl yanıtladığını, seyircinin de sorumlulukları bulunduğuna dair nasıl cengáverce tartıştığını hatırlıyorum da... Bir kez daha sormak isteriz: Bakınız, işte sizin talep ettiğiniz türden bir yıldız daha -umarız kısa bir süreliğine- kaydı. Bu konuda ne yapacaksınız? Kanalın önünde slogan mı atacaksınız? Protestolarla kapıları mı yıkacaksınız? Bir yandan lay lay lom programları izleyip, bir yandan medyanın durumu üzerine ahkám mı keseceksiniz? Tavuk mu yumurtadan çıkıyor, yumurta mı tavuktan? Amaaan, bize ne di mi? Bıkmadık mı artık, sahtekárlıktan?..Hani kötüler ölmezdi?Ergenlik yıllarını benim gibi 80'lerde heba etmiş bir arkadaş, hışımla yanıma yanaşıp elindeki bilgisayar çıkışı sayfayı burnuma dayadı. ‘‘Görüyor musun bak’’ diye lafa girdi; ‘‘Sonunda Sue Allen'ın ahı tuttu işte...’’ Okuduk ki ne görelim: Dallas dizisinin insanları her pazar eve hapsettiği 80’ler boyunca memleket sınırları dahilindeki her meskende ‘‘ailecek’’ kıl olunan, tek ayak üstünde on ayrı katakulli çevirebilen Jr. Ewing karakteriyle toplumsal belleğimize nakşolan Larry Hagman, Bild'in haberine göre ölüm döşeğinde... İki hafta önce New York'ta acil olarak ameliyata alınan fakat yapılan karaciğer nakli olumlu sonuç vermediği için evine gönderilen Hagman'a doktorlar şans tanımıyor. Yıllardır alkolik olduğu bilinen 72 yaşındaki aktörün, geçen yılın başında, daha önce bırakmış olduğu alkole tekrar başladığı söyleniyor. Hatta bir arkadaşı; ‘‘Kendi mezarını kazdığının bilincindeydi’’ şeklinde yorum da yapmış. Ne kendi mezarını kazması kuzum; adamın hayatı meslek icabı kaymış işte... Dallas'ı bir hatırlasanıza? Aile fertleri, sabah kahvaltısında viski bardağını eline alır, jeneriğe kadar da bırakmazdı. Üstelik o viskiler hiç de bizim sulandırılmış çaylara benzemezdi. Bölüm sonlarına doğru, her karede kafayı bulmuş bir karakter görmekten, izleyicinin bile kafası iyi olurdu. Bak sen şu işe... Hani kötüler ölmezdi? Mesleki deformasyon ağır mevzu azizim... Koskoca Jr. bile bu hállere düştüyse... Sue Allen iyi durumda olsa bari... Aşkın adı elektrik olunca eve giren çarpılıyorMálûmunuz, son ayların en hayati ve pek milli meselesi Popstar hakkında komplo teorisi üreten üretene... Yarışma sonucunun esasında şimdiden belli olduğunu düşünenler, Deniz Seki'nin jüri üyeliğinden ayrılmasının stratejik bir hamle olduğunu iddia edenler, jüri üyeleri arasında çıkan kavgaların evvelden planlandığını söyleyenler, Bayhan'ın sabıkalı olduğunun ta başından beri bilindiğine inananlar...Bunca komplo teorisi arasında insan havaya giriyor háliyle... Canı birkaç çatal laf salatası çekiyor háliyle... Bizim de kafamızda birkaç gram beyin, bünyemizde mebzul miktarda paranoya mevcut yani... Uzun lafın kısası, fena hálde komplo teorisi üretesim geldi...Fakat heyhat, güneşin altında Popstar üzerine söylenmedik söz kalmadığı için ben de bari bir başka ‘‘yarışma’’ya el atayım dedim: Arkadaşlar, bence programın yapımcıları ‘‘neo-görücü-usulü-başgöz etme-hanesi’’ Ben Evleniyorum Evi'ne, yüksek teknoloji ürünü bir sistemle, gözle görülmeyen bir tür elektrik veriyorlar.HABERCİ DE ELEKTRİK ALIRKapıdan içeri ayağını basan, elektroşoka maruz kalmış gibi oluyor. Havadaki vibrasyonu -artık bünyenin her neresiyleyse- algılayan ve fakat başına tam olarak ne geldiğinden bihaber olan eleman, içine aşk böceği kaçtı zannediyor.Tamam, diyeceksiniz ki, oraya giden tiplerin hepsi zaten koca-karı bulmaya, olmadı, ‘‘Yetmiş milyonluk nüfusta elbet bir beğenen çıkar; dışarıda bir yerde benimle evlenecek gerzek bir orta kademe memuru ya da iyi yemek yapan sazan bir zengin kızı bulurum; en olmadı kısa günün kárı bábında 15-20 dakikalığına şöhret olurum’’ hesabı güdüyor.Yani daha giriş formunu doldururken, taammüden aşık olmaya niyetliler, geçinmeye dünden razı gönüllüler...Peki yılbaşı gecesi ‘‘habercilik aşkıyla’’ eve giren Savaş Ay'a ne diyeceksiniz? Allah'tan 31 Aralık gecesi, saatler gece yarısını göstermekteyken, elálemin bir akvaryumun içinde nasıl fingirdediğini seyretmekten daha iyi alternatiflerimiz vardı. Üç-beş yárenle muhabbetteydik. Dolayısıyla, Savaş Ay'ın ‘‘habercilikte yine bir ilke imza atan’’ canlı aşk yayınını (Kendi haberinin aynı zamanda süjesi de olmak kolay iş midir, sorarım size?) naklen izleyemedik. Ancak, biz de gazeteciyiz yani bir yerde... Hemen ertesi gün, kopan geyik fırtınasının uyandırdığı merakla, özetlerin başına çöktük...EV DEĞİL TRAFO MÜBAREKBilenler -varsa öyle bir güruh- bilmeyenlere anlatsın: Savaş Ay, mekánda yeterli kamera olmadığını düşünmüş olacak, kendi kamerasını da kapıp, Ben Evleniyorum evine giriyor. Saatler 24.00'ü vurduğunda, Arzu isimli yarışmacıyla dansa kalkıyor. Ay, dans ederken, kendi tabiriyle ‘‘Arzu'nun bir yaprak gibi titrediğini’’ hissediyor. Arzu'ya ‘‘Ben öyle kimselere benzemem, beğendim mi söylerim’’ tipi laflar ediyor. Uzun süre göz göze, yanak yanağa dans eden çift, daha sonra mutfağa gidip mırıl mırıl fısıldaşmaya başlıyor. Sonunda Savaş Ay evden ayrılırken, Arzu Hanım bir koşu -ya da bir elektrik akışı mı deseydik?- yanına gidip ‘‘Bir an önce evden çıkıp senin yanına gelmek istiyorum’’ diyor. Bu olayın ertesi günü Savaş Ay, köşesinde; ‘‘N'olmuş yani biz de biraz elektrik aldıysak; sevmek suç mu?’’ mealinde bir yazı yazıyor.Var ya, bu işte kesin Pavlov'dan esinlenmiş, aşkın kimyası, vs. üzerine sapkın deneyler peşinde olan dış mihraklarca görevlendirilmiş bilim adamlarının parmağı var. Eve biri düştü mü, dayıyorlar elektriği, o oluyor. Şoku yiyen, karşısında saç-sakal birbirine karışmış kafasını bir delikten çıkarmış Saddam'ı görse, aşık oluveriyor...Ev, ev değil, trafo mübarek... Al gülüm elektrik, ver gülüm elektrik... Neslivoltaj ile Sayaçcan nasıl titreştiler; azzz sonra...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!