Türkiye'nin Avrupa ile yakından tanışması, 1850'li senelerde yaşanan Kırım Savaşı ile başlar. Savaş sırasında İstanbul'a çok sayıda İngiliz ve Fransız askerin yanısıra binlerce Avrupalı sivil de geldi ve yabancılar şehrin sosyal hayatında büyük değişiklikler yaptılar. İftar, devletin zirvesinde artık hurmanın yanısıra Fransız reçelleriyle de açılıyor, hatta İngilizler'e mahsus ‘‘kum midyesi çorbası’’ bile içiliyordu.Türkiye'de 19. asrın ortalarında gittikçe artan Avrupalılaşma hevesi, iftar soframızı bile etkiledi ve asırlardan beri devam edegelen iftar mönümüzü değiştirdi.İşte, bu değişmenin kısa öyküsü:Rus Çarı Birinci Nikola, Osmanlı'nın bir an önce çökmesini istediği için Osmnlı topraklarını işgal etmek istiyordu. 1853'ün 2 Temmuz günü Osmanlı teb'ası olan Ortodokslar'ın haklarını koruma bahanesiyle Eflak ve Boğdan'ı işgal etti. İngiltere ve Fransa, Rusya'nın büyüyüp başlarına bela olmasından korktukları için ilk ve son kez Osmanlılar'ın yanında savaşa girdiler ve böylece tarihe 'Kırım Savaşı' diye geçen meşhur muharebeler başlamış oldu.Sivastopol'un 10 Eylül 1855'te müttefikler tarafından alınmasıyla, çarpışmaların sonu görünmüştü. Savaş sürüyordu ama taraflar artık anlaşma istiyorlardı. Çar, müttefiklerin anlaşma taleplerini 25 Şubat 1856'da kabul etti ve barış görüşmelerine Paris'te başlandı. Temaslar aslında Osmanlı'yı korumak amacıyla yapılıyordu ama Avrupalılar kendi çıkarlarının derdine düşmüşler, Türkiye ise birbirini yiyen Avrupalılar'ın arasında zarar görmemek için büyük çaba göstermişti.Bitmek tükenmek bitmeyen diplomatik manevraların sonunda, 29 Mart 1856 günü Paris Andlaşması imzalandı. Bu andlaşmayla, Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğü büyük Avrupa devletlerinin garantisine alınmış ve Avrupa'dan etkilenmemiz zirveye ulaşmıştı.Osmanlılar, Ruslar karşısında büyük bir başarı sağlamışlardı ama savaşın bedeli pahalıya malolmuştu. İmparatorluk tarihinde ilk defa dışarıdan borç alındı ve borçlar giderek arttı.Kırım Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu'nu yeni teknolojiyi ile tanıştırmıştı. İngiliz askerleri, savaş sırasında Londra ile devamlı şekilde haberleşebilmek için, İstanbul ile Varna ve Varna ile Kırım arasında bir telgraf hattı çektiler. Fransızlar ise Varna'dan Avusturya'ya kadar bir başka hat uzattılar. Böylece Osmanlılar, telgrafı icadından kısa bir süre sonra kullanmaya başlamışlardı.Müttefik gemilerinin Karaköy limanına yanaşabilmeleri için büyük bir rıhtım inşa edildi. Ancak rıhtımlar karanlıktı. İngilizler ile Fransızlar'ın uyarısıyla Çanakkale ve Karadeniz Boğazı ile kıyılara 18 adet fener inşa edildi. Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk askeri demiryolu da yine bu dönemde
Fenerbahçe ile HaydarpaÅŸa arasında döşendi. Aynı günlerde, Ä°ngiliz askeri doktor Paul Pincoffs'un tavsiyesi ile batı tarzındaki ilk meslek örgütümüz olan 'Societe Medicale de Constantinople' da kuruldu.SavaÅŸ sürerken önce dönemin hükümdarı Sultan Abdülmecid, daha sonra da Sadrazam ReÅŸid PaÅŸa, Fransız elçiliÄŸini ziyarete gitmiÅŸlerdi. PadiÅŸah ve sadrazam, Osmanlı tarihinde ilk defa bir elçiyi ziyaret ediyordu. Sultan Abdülmecid savaÅŸ bittikten sonra, Fransız ElçiliÄŸi'nde tertip edilen baloya Fransa'nın vermiÅŸ olduÄŸu Legion d'Honneur niÅŸanını takarak gitti ve bu gidiÅŸiyle bir padiÅŸahın baloya katılmasına öncülük etmiÅŸ oldu. Ä°ngiliz ve Fransız elçilerin savaÅŸtan sonra Osmanlı yönetimi üzerindeki etkileri giderek arttı. Artık baÅŸbakan ve bakan olabilmek için, her iki elçiliÄŸin de desteÄŸini saÄŸlamak gerekiyordu.O sıralarda hálá Ä°stanbul'da bulunan Ä°ngiliz, Fransız birlikleriyle Sardunyalı askerler sürekli alışveriÅŸ yapıyor ve esnafı zenginleÅŸtiriyordu. Bu durum, esnafı lükse yöneltti. Ä°stanbul sokaklarında gezen Avrupalıların giyimlerine özenen Osmanlılar da, Avrupa modasını Ä°stanbul'a getirdiler. 19. yüzyılın en önemli tarihçilerinden olan Cevdet PaÅŸa, harem kadınlarının mesire yerlerinde sık sık gitmelerinin bu döneme denk geldiÄŸini yazar.Sosyal hayatta yaÅŸanan bu deÄŸiÅŸiklikler, asırlardan beri yerleÅŸmiÅŸ olan geleneksel iftar mönümüzü de etkiledi. Hükümdarın sarayda, zamanın sadrazamının da konağında verdiÄŸi resmi iftarlarda Mekke ve Medine hurmasının yanında artık Fransız reçelleri, Ä°ngiliz marmelatları ve hatta Ä°ngilizler'in meÅŸhur 'Clam Chowder'i, yani 'kum midyesi çorbası' bile ikram ediliyor, haremde geleneksel Fransız tatlısı 'Charlot' yeniyordu.Bütün bu geliÅŸmeleri yazan dönemin tarihçileri, Türkiye'de bazı geleneklerin artık deÄŸiÅŸmekte olduÄŸuna dikkat çekerlerken, sarayda kaynatılan reçellerin bile 'baÅŸka bir tat aldıklarını' yazıyorlardı.Osmanlı ArÅŸivleri'nde ve saray mutfak kayıtlarının yeraldığı defterleri incelerseniz, özellikle Abdülmecid döneminde sarayda bol bol 'cassis' yani Fransa'da yetiÅŸen bir cins meyveden marmelat yapılmasıyla ilgili belgelerin arkasında yatan olay, budur.Â
button