Anneannemin ezan vakitlerinde başörtüsü istemesi, onun Cumhuriyetçiliğine asla gölge düşürmez

Güncelleme Tarihi:

Anneannemin ezan vakitlerinde başörtüsü istemesi, onun Cumhuriyetçiliğine asla gölge düşürmez
Oluşturulma Tarihi: Ekim 28, 2003 23:00

Her halükarda, hálá biraların, ayranların, rostoların bitmediği Gazi Çiftliği'ndeki masamızda, kökeni çok eskiden beri yedi tepeli şehrin sur içlerine uzanan bir familyanın abaları, çocukları ve torunlarıyla üç ‘‘Cumhuriyet Kuşağı’’ oturmaktadır.

ILIK, hatta sıcak sonbahar güneşi bardaklardaki birayı biraz daha altunileştirdi.

Ayranların beyazı ise, tıpkı uzun masa örtüsünün kolalı kıvrımları gibi, aynı ışık huzmesiyle pırıltıya dönüştü.

Biraları anneanne hariç ebeveynler, ayranları da biz çocuklar içiyorduk.

Bozkır güzünden istifade bahçede oturmayı tercih etmiş kıranta müşterilere içeriden püreli rosto tabaklarını getiren garsonlar servis kapısını açtıklarında ise lokanta salonundaki oda orkestrasının çaldığı alafranga musiki dışarı taşıyordu.

Bir Mozart kuatör akoru olabilir... Kolay bir Strauss valsi de olabilir...

Fakat eminim, müzisyenler ‘‘Türk Beşleri’’nden birisinin eserini icra etmiyor.

Şimdi biz Atatürk Orman Çiftliği'nde öğle yemeği yiyoruz ve birazdan Cumhuriyet'in kırkıncı yıl kutlamasını izlemek için Hipodrom'daki törene gideceğiz.

Ve, ah şu biralar, ayranlar, rostolar bir an önce bitse!

*

BİRALARIN, ayranların, rostoların bir türlü bitmek bilmediği o masada familyamın üç farklı ‘‘Cumhuriyet Kuşağı’’ oturmaktadır.

Büyük dayı birincinin de ötesinde, gerçek bir ‘‘öncü’’dür.

Gazi'nin talimatına derhal uymuş ve Fatih'teki muayenehanesiyle Gureba'daki servisini bırakarak, ‘‘Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane-i Osmaniye’’ diplomasıyla hanidir ve hanidir ‘‘toz yuvası Ankara’’da başhekimlik icra etmeye başlamıştır.

Doktor dayı biz çocuklar nezdinde, ağızdan ağıza dolaşan bir aile efsanesidir.

Ve yazları Erenköy'deki köşke gelse de Dersaadet defterini çoktan kapatmıştır.

*

ÖTE yandan, hemşiresinin, yani anneannemin Pendik ötesini hala ‘‘taşra’’ addetmesi ve bira yerine ayran içmesine ek olarak da ezan vakitlerinde başörtüsü istemesi, onun ilk kuşak Cumhuriyetçiliğine asla gölge düşürmez.

Nitekim, hafif bir Pay-i taht ağzıyla ‘‘k’’ları ‘‘g’’ yapıp torunlarına, ‘‘Angara, Angara, seni görmek ister her bahtı kara’’yı öğretmekte kusur işlememiştir.

Üstelik aynı torunlarına, hem komodininde hazine gibi sakladığı kuşe kağıt basımlı ‘‘Onuncu Yıl’’ ve ‘‘Yeni Ankara Garı’’ albümlerine kirli elle dokunmalarını yasaklamıştır; hem de ‘‘biraderini ziyaret maksadıyla’’ bundan önce ya iki ya da üç defa ‘‘sliping’’le gittiği o Ankara'yı daima ballandıra ballandıra anlatmıştır.

Tamam, torunlar belki Gazi Çiftliği birasıyla Bomonti köpüğü arasındaki benzerliği; traktör üzerindeki golf pantalonlu fotoğrafla Savarona güvertesindeki Ülkü'lü enstantane arasındaki farkılığı; radyodaki ‘‘bugün Cumhuriyet'imizin onuncu yılını idrak ediyoruz, kutlu olsun’’ diyen uzak sesle ‘‘Ferai'dir Kızın Adı’’ şarkısı arasındaki paralelliği belki anneanneden öğrenmemişlerdir.

Ama, eğer ‘‘kırkıncı yılı mutlaka başkentte kutlamalıyız’’ diye kendi ebeveynlerini ‘‘kafese koyup’’, ‘‘sliping’’le değilse bile motorlu trenle işte şimdi nihayet ilk kez Ankara'ya kavuştularsa, bunda, kuzenlerin ‘‘Piknik’’te yenilen Rus salatasını övmeleri kadar, aynı anneannenin ‘‘Angara, Angara’’ marşı da belirleyicilik taşımıştır.

*

BU defa Pederî taraftan Küçük Dayı'nın çocukları olan o kuzenler ise ‘‘öz be öz Ankaralıdır’’.

Çünkü, söz konusu küçük dayı üniversiteden itibaren başkente yerleşmiş ve Cumhuriyet bürokrasisinde ‘‘rical’’e doğru yükselmiştir.

Zaten genel çerçeveden bakıldığında da, ailenin son İmparatorluk İstanbul'undaki ‘‘kalem efendisi’’ ve asker - sivil bürokrasi geleneği Ankara'ya geçen kanadın şahsında tamamen sivilleşmesine rağmen Cumhuriyet bürokrasisi olarak devam etmiş, yeni başkente göçmeyenler ise artık söz konusu gelenekten koparak ‘‘serbest hayat’’ tercihini yapmışlardır.

Her halükarda, hálá biraların, ayranların, rostoların bitmediği Gazi Çiftliği'ndeki masamızda, kökeni çok eskiden beri yedi tepeli şehrin sur içlerine uzanan bir familyanın babaları, çocukları ve torunlarıyla üç ‘‘Cumhuriyet Kuşağı’’ oturmaktadır.

Ve torunlar hariç de kimse Hipodrom'daki kırkıncı yıl kutlaması için yer kalmayacak endişesine kapılmamaktadır, çünkü şeref tribünündeki ‘‘rical davetiyeleri’’miz bizi bekleyen makam otomobillerinin şoförlerinde durmaktadır.

*

KIRK yıl olmuş! Ankara'ya ilk kez özel olarak Cumhuriyet'in kırkıncı yıl kutlamalarına katılmak aşkıyla giden o küçümen çocuk artık seksenincisine ulaşmış.

‘‘Bugün Cumhuriyet'imizin sekseninci yılını idrak ediyoruz, kutlu olsun!’’

Kutlu olsun ve Cumhuriyet'imizin bilançosunu genel bütünlük çerçevesinde, onu inkára yeltenmeden ama efsane de üretmeden düşünmek görevimiz olsun!
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!