80 yıl önce kovulduğum odada gözyaşlarıma zor hakim oldum

Güncelleme Tarihi:

80 yıl önce kovulduğum odada gözyaşlarıma zor hakim oldum
Oluşturulma Tarihi: Şubat 01, 2004 00:00

Dolmabahçe Sarayı'nda geçtiğimiz pazartesi günü tarihin hüzünlü bir cilvesi yaşandı. Sarayda Son Halife Abdülmecid Efendi'nin tablolarının sergisi ile restore edilen kütüphanesinin açılışı vardı ve kurdeleleri Halife'nin torunu Neslişah Sultan kesti. TBMM bundan 80 yıl önce, 1924'ün 3 Mart'ında, Osmanlı hanedanının Türkiye'den sınırdışı edilmesini kararlaştırmış ve Abdülmecid Efendi hemen o gece sürgüne gönderilmişti. Karar Halife'ye sarayın kütüphanesinde tebliğ edilmişti, Halife'nin o sırada henüz üç yaşında olan torunu Neslişah Sultan tebliğ ánında kütüphanede oyuncaklarıyla oynuyordu ve Neslişah Sultan tam 80 yıl sonra kovulduğu odanın açılışını TBMM Başkanı Bülent Arınç ile beraber yaptı. Neslişah Sultan, kurdeleyi keserken neler hissettiğini sorduğumda, ‘‘80 yıl önce kovulduğum odada gözyaşlarımı zor zaptettim. Gerçi bir-iki damla yaş döktüm ama kendimi hemen toparladım...’’ dedi.DOLMABAHÇE Sarayı, 1924'ün 3 Mart akşamı tarihinin belki de en büyük teláşını, koşuşturmasını ve heyecanını yaşıyordu.Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin o gün kabul ettiği 431 sayılı kanunla Osmanlı Hanedanı'nın bütün mensuplarının Türkiye sınırları dışına çıkartılmasına karar verilmiş, memleketten ayrılmaları için hanedanın erkek mensuplarına 24 saat, kadınlara ise 10 gün tanınmıştı.Saraydaki koşuşturmanın sebebi, işte bu kanundu. Ankara Hükümeti, İstanbul Valisi Haydar Bey'e gönderdiği telgraf emriyle Dolmabahçe Sarayı'nda kalan Halife Abdülmecid Efendi'nin hemen o gece sınırdışı edilmesi talimatını vermişti.Vali Haydar Bey, 3 Mart akşamı saat sekiz sularında Halife'ye kararı tebliğ etmek için Dolmabahçe Sarayı'na gitti. Yanında İstanbul Emniyet Müdürü Sadeddin Bey de vardı. Polis ve asker sarayın etrafını sarmış, bütün telefonlar kesilmiş, sarayda yaşayanların dışarıyla bağlantı kurmasına imkán bırakılmamıştı.Abdülmecid Efendi, heyeti kütüphanede kabul etti. İlk tepkisi 'Ben vatan haini değilim. Buradan ölsem de gitmem. Ceddim Fatih'in zaptettiği bu topraklardan beni zorla nasıl çıkartabilirler?' oldu. Vali ve polis müdürü, Halife'ye 'milli iradeye itaat etmediği takdirde saraydan gerekirse zorla çıkartılacağını' söylediler. Abdülmecid Efendi, kararın herşeye rağmen mutlaka uygulanacağını, ancak bu sözlerden sonra farketti.Halife ile valinin tartıştığı salonun hemen yanındaki küçük odada biri üç, diğeri on yaşındaki iki kız çocuğu, oyuncaklarıyla oynamaktaydı. Büyüğünün adı Dürrüşehvar idi, Halife'nin kızıydı; küçüğü olan Neslişah ise torunu... Yandaki salona tanımadıkları birilerinin girip çıkmasından önce tedirgin oldular, sesler yükselip tartışma şiddetlenince ürktüler ve himaye ararcasına dadılarına koştular.Zoraki yolculuğın hazırlıkları sadece 1,5 saat sürdü ve Halife'yle beraber üç hanımı, Şehsuvar, Hayrünisa ve Mehisti hanımlar, oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi, hemen o gece, Dolmabahçe'den alınıp Çatalca'ya götürüldü, istasyonun dışında bekletilen Simplon Ekspresi'ne iláve edilmiş yataklı altı adet vagona bindirilip Türkiye'den sınırdışı edildi. O sırada 10 yaşında olan ve birkaç saat önce kalabalıktan ürküp dadısına sokulan kızı Dürrüşehvar Sultan da sürgün kafilesindeydi.Abdülmecid Efendi sarayı terkederken Vali Haydar Bey'e 'Madem ki milletin ve memleketin selámeti için çalışıyorsunuz, Allah muvaffak etsin'; Emniyet Müdürü Sadeddin Bey'e de 'Ben yine bu millete dua edeceğim. Ölsem dahi mezarımda kemiklerim bu milletin refahı ve saadeti için duaya devam edecektir' demişti.CUMHURİYETE YAKIŞANI BUDURGeride kalan üç yaşındaki kız çocuğu da o sırada ailesiyle beraber sarayı terkediyordu. Çocuğun babası Şehzade Ömer Faruk Efendi, Halife'nin oğluydu, son padişah Sultan Vahideddin'in kızı olan kuzini Sabiha Sultan ile evliydi ve Neslişah ile Hanzade adında iki kızları vardı. Küçük kızları Hanzade Sultan 1923'te Dolmabahçe Sarayı'nda doğmuştu. Ömer Faruk Efendi o gece babasıyla beraber sürgüne giderken eşi Sabiha Sultan da boşaltılacağı tebliğ edilen sarayı terkedip Rumelihisarı'ndaki evine döndü ve bir hafta sonra iki kızıyla beraber o da Türkiye'den ayrılıp sürgün kafilesine katıldı.1924'ün 3 Mart gecesi tartışmaların ve hüzünlü bir sürgün hazırlığının yaşandığı Dolmabahçe Sarayı'nın aynı salonu, bütün bu hadiselerin üzerinden tam 80 sene geçmesinden sonra, geçtiğimiz pazartesi sabahı yine doldu, taştı. Sarayda, zamanının önde gelen ressamlarından olan Halife Abdülmecid Efendi'nin tablolarından oluşan bir resim sergisi ile Halife'nin restore edilen kütüphanesinin açılışı vardı. Sarayların bağlı olduğu TBMM'nin Başkanı Bülent Arınç, Halife'nin İstanbul'da yaşayan torunu Neslişah Sultan ile temas kurup açılışı onun yapmasını rica etmişti ve hep beraber oradaydılar.Tarih, geçtiğimiz pazartesi sabahı Dolmabahçe Sarayı'nda işte böylesine garip bir cilve yaptı ve Halife Abdülmecid'in resim sergisi ile kütüphanesinin kurdelesini kesmek, 80 sene önce o salonda oyuncaklarıyla oynadığı sırada apansız sürgüne gönderilen toruna, yani şimdi 80'lerinde olan Neslişah Sultan'a düştü.Neslişah Sultan, yani şimdiki ismiyle Neslişah Osmanoğlu, daha sonra konuştuğumuzda, '80 yıl önce kovulduğum odada gözyaşlarımı zor zaptettim' diyordu. Sergiden sonra sıra büyükbabasının restore edilen kütüphanesinin, yani Halife'ye bundan tam sürgün kararının tebliğ edildiği salonun açılışına gelmiş, kurdeleyi kestikten sonra bir ara yorulmuş ve oradaki bir koltuğa ilişmişti. 'Oturur oturmaz, birdenbire ‘Ben bu koltuğu biliyorum’ diye düşündüm ve hemen hatırladım' dedi. 'Büyükbabamın koltuğuydu. Orada oturur, beni ve kardeşimi kucağına alır, ‘Benim güzel kızlarım’ diye severdi. Artık neler hissettiğimi tahmin edersiniz. Gerçi bir-iki damla yaş döktüm ama kendimi hemen toparladım...'Bilmem dikkat ettiniz mi? Son senelerde birçok memleket tarihiyle barıştı. Bulgaristan'ın son Kralı Simeon memleketine yıllar sonra sıradan bir vatandaş olarak dönüp başbakanlığa kadar yükseldi. İtalya, ülkeye girişi 50 yıldan beri yasak olan tahtın várisini geçtiğimiz aylarda yarı resmi törenle karşıladı. Avusturya Macaristan İmparatorluğu tahtının várisi Arşidük Otto von Habsburg, Avrupa Parlamentosu'nda uzun yıllar milletvekilliği yaptı. Fransa tahtının várisi Paris Kontu Henry d'Orleans, Paris'te mütevazi bir evde yaşıyor ve hayatını resim yaparak kazanıyor.Türkiye'de de son senelerde tarihle barışma yolunda yavaş ama güzel adımlar atıldı. Barışma, bundan birkaç sene önce hükümet mensuplarının bir padişah torununun cenazesine çelenk göndermesiyle başladı, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun 700. yıldönümü resmi törenlerle kutlandı. TBMM'nin organize ettiği Halife sergisinin açılışını şimdi Halife'nin torunu yaparken başbakan da Osmanlı ailesinin reisiyle New York'ta kahvaltı ediyordu.Bu gelişmeler bazı çevrelerin iddia ettikleri gibi 'Hiláfete dönüş hazırlığı' yahut 'Osmanlı hayali' değil, tarihi mirasa sahip çıkmaktır ve kendine güveni tam olan bir cumhuriyete yakışan da, geçmişiyle barışık olmaktır.Sefir Bey, biraz yakın tarih okuyunEMEKLİ büyükelçi, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Onur Öymen, TBMM Başkanlığı'na Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından cevaplandırılması talebiyle bir soru önergesi verdi.Öymen, önergesinde, Başbakan'ın New York'ta bulunduğu sırada Sultan İkinci Abdülhamid'in torunu Osman Ertuğrul Efendi ile görüşmesi ile ilgili olarak 'Sizden önce herhangi bir cumhuriyet hükümeti başbakanı Osmanlı henedanı várisleriyle görüşmüş müdür? Cumhuriyetimizin kurucuları tarafından sınırdışı edilen bir padişahın várisleriyle görüşmenizin sebebi nedir? Bu görüşmeyle halkımıza ve dünyaya hangi mesaj verilmek istenmektedir?' diye soruyordu.Başbakan, önergeyi TBMM içtüzüğü uyarınca cevaplayıp görüşme hakkında nasılsa bilgi verecek ama ben, mütekaid sefir Onur Bey'in önergesinde peşpeşe yeralan tarihi hataları görünce Başbakan'ın cevabını bekleyemedim ve Sefir Bey'e bazı teknik konuları hatırlatmak istedim.* 'Hanedan várisi' diye bir kavram yoktur Onur Bey! 'Hanedan' demek 'aile' demektir, genellikle 'iktidarda bulunmuş ve hükmetmiş' aileler için kullanılır ve nasıl 'aile várisi' denmezse, 'hanedan várisi' de denmez, 'hanedan mensubu' denir.* 'Hanedan mensuplarıyla' önceki yıllarda Türkiye Cumhuriyeti'nin sadece başbakanları değil, bazı cumhurbaşkanları da görüşmüş, henüz Türk vatandaşlığına geçmemiş olan padişah torunlarına pasaport bile vermişlerdir.* Ve, Sefir Bey'in önergesindeki tarihi hataların en büyüğü; ikinci sorudaki 'Cumhuriyetimizin kurucuları tarafından sınırdışı edilen bir padişah' ifadesi... Başbakan'ın eşiyle beraber kahvaltıya davet ettiği Osman Ertuğrul Efendi, Onur Bey'in önergesinde de yazdığı gibi Sultan İkinci Abdülhamid'in torunudur ama Sultan Abdülhamid İstanbul'da 10 Şubat 1918'de, yani cumhuriyetin ilánından tam beş sene önce vefat etmiş, çok büyük bir devlet töreniyle Cağaloğlu'ndaki Sultan Mahmud Türbesi'ne defnedilmiştir. Hálá aynı türbede yatmaktadır ve yolu Cağaloğlu taraflarına düştüğü takdirde türbeyi Onur Bey bile ziyaret edebilir! Zaten, Cumhuriyetimizin kurucuları hiçbir padişahı sınırdışı etmemişlerdir, zira Osmanlı tahtı cumhuriyetin kuruluşundan çok daha önce boşalmıştır ve 1923 Ekim'inde sınırdışı edilecek bir padişah zaten yoktur. 3 Mart 1924 tarihli ve 431 sayılı kanun uyarınca Türkiye'den çıkartılanlar padişahlar değil, Osmanlı ailesinin mensuplarıdır ve TBMM, sonraki senelerde bütün aile mensuplarının vatandaşlık haklarını iade etmiştir.Tarihi konularda siyasi soru önergeleri vermeden önce hiç olmazsa biraz yakın tarih okuyun Sefir Bey... Zira, emekli de olsa bir büyükelçinin padişahları sürgüne göndermesi biraz ayıp ve tuhaf kaçıyor...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!