2001:Ne umduk ne bulduk

Güncelleme Tarihi:

2001:Ne umduk ne bulduk
Oluşturulma Tarihi: Ocak 07, 2001 00:00

Haberin Devamı

SIR Arthur C. Clarke'ın yazdığı ve merhum Stanley Kubrick'in yönettiği ‘‘2001-Bir Uzay Macerası’’ adlı 30 yıllık film ile gerçek 2001'i karşılaştırınca bugünkü dünyanın filmde hayal edildiğinden çok farklı hatta birçok bakımdan daha gelişmiş olduğunu da görüyoruz.

Arthur C. Clarke'ın servetini geleceği görmekten, ününü ise doğru tahmin etmekten yaptığı söylenir. Büyük şeyler söz konusu olduğunda bu doğru. Örneğin aya iniş, uzay mekiği ve uydular konusunda haklıydı. Ancak filmi tekrar izlerseniz (ki çoğunuz malum nedenlerle bu yıl yeniden izleyeceksiniz) birçok ufak tefek ayrıntının günümüzle uzaktan yakından alakalı olmadığını göreceksiniz. USS Enterprise uzay gemisinin bir elemanının dediği gibi ‘‘Bu film hayat hakkında, ama bildiğimiz hayat değil.’’ Evet, en azından gerçek 2001'de bildiğimiz hayat gibi değil.

İsterseniz filmi birlikte izleyelim.

Önce filmin temposundan başlayalım. Film 139 dakika fakat o kadar ağır tempolu ki izleyince bunun iki misli gibi geliyor. Bunun da nedeni tüm oyuncuların sakinleştirici ilaç almış gibi olmaları. The Times gazetesi yazarı Ann Treneman, ‘‘Filmi videoda izlerken bazı sahnelerde dayanamadım ve hızlı ileri alma düğmesine bastım. Ancak o zaman insanlar normal hareket ediyor gibi görünüyorlardı’’ diyor.

Havaalanı sahnesini hatırlayalım. Bunu da Treneman'ın izlenimlerinden dinleyelim: ‘‘Geçen hafta Heathrow'daydım. Terminal, oradan oraya koşturarak büyük bavullar taşıyan insanlarla doluydu. Bir kahve alabilmek bile büyük bir meseleydi.’’

Oysa 2001 filminde Dr. Heywood'un başına böyle şeyler gelmiyor. Dr. Floyd'un uzay gemisinde özel hostesi var ve tek işi mümkün olduğu kadar yavaş bir şekilde yiyecek tepsisini getirip götürmek. İşte gerçeğe benzer bir şey varsa bu yiyecek tepsisi. Küçük küçük, değişik renkli yiyeceklerin bulunduğu gözleri olan bu tepsi, bugünün uçak servisinde de var.

Havaalanındaki görüntülü telefon inanılmaz derecede fütüristik ve buzdolabı kadar büyük. Konuşma bitince kocaman ekranda bir yazı beliriyor: ‘‘Ücret 1.70 dolar. Teşekkür ederiz.’’

Bugün olsa Dr. Floyd'un minicik bir cep telefonu, faksı ve printeriyle portatif bilgisayarı ve internet bağlantısı olurdu. Eğer Clarke ve Kubrick bunu öngörebilselerdi, 2001'in karakterleri hayatın sırrını sakin bir atmosfer içinde aramak yerine, masalarını terk etmeden mütemadiyen e-mailler, anında mesajlar geçecek ve Jupiter'le ilgili yeni bir gerçeği araştırmak için internette sörf yapacaklardı.

Filmde gerçekten kahkahalarla güldürecek bir sahne var ki o da BBC12 kanalından arayan sunucunun, Jüpiter'e doğru yola çıkan gemiyle yaptığı röportaj. Diyaloglara bakın:

- Tünaydın baylar. Nasıl gidiyor?

- Harika. Hiçbir şikayetimiz yok!

- İyi, bunu duyduğuma sevindim. Eminim tüm dünya size sağ salim ve başarılı yolculuklar dileklerime katılacaktır.

- Çok teşekkür ederiz.

Ne kadar kibar değil mi? Sonra Bay BBC12, ünlü kompüter HAL9000'e yöneliyor:

- Nasıl gidiyor?

- İyi akşamlar. Her şey olağanüstü iyi.

Eğer bu yolculuk bugün gerçekten yapılacak olsaydı ve biz uzaya gidiyor olsaydık, çevremiz gazeteciler ve kameramanlarla yüklü diğer uzay araçlarıyla sarılmış olurdu kesinlikle.

Gelelim HAL adlı bilgisayara: HAL filmin şu ana kadar en inandırıcı karakteri. Bazı insanlar HAL'ı sevimli bile buluyorlar. Adının ‘‘IBM’’ harflerinden birer harf geri gidilerek türetildiğini biliyor muydunuz?

Hafızası adım adım silindikçe ‘‘Daisy, Daisy, bana cevap veeee...’’ diye şarkı söyleyerek öldüğü sahneyi seyirciler çok acıklı buluyor. Fakat tüm bu duygusallık, eski zamanlarda bilgisayarların çok iri ve esrarengiz görünümlü olmalarından kaynaklanıyor.

Şimdi biz HAL'ın çocukları ve torunlarından oluşan bir makine ordusuyla boğuşup duruyoruz. Tüm bu bilgisayarların zaman zaman bizim yapmamızı istemediği şeyler oluyor nedense. Bir an geliyor kredi kartımızı kullanamaz, alışveriş yapamaz, arkadaşlarımızla konuşamaz, uçak biletimizi ayırtamaz oluyoruz. Kafasına göre hareket eden bilgisayar o an her nedense çökmüştür ve artık yapılacak bir şey yoktur. Tüm planlarınız suya düşmüştür. Şimdi artık intikam zamanıdır. Komutan David Bowmann'ın da yaptığı budur. HAL bütün görev arkadaşlarını öldürmüştür. David, kompüterin bağlantılarını tek tek sökerken HAL yalvarmaktadır:

‘‘Yapma Dave... Biliyorum seni çok üzdüm. Ama oturup sakin olmalısın. Bir sakinleştirici al ve her şeyi baştan düşün. Sana tüm kalbimle söz veriyorum ki normal çalışma düzenime döneceğim. Hala görev heyecanıyla ve inancıyla doluyum ve sana yardım etmek istiyorum. Dave, lütfen durur musun? Dur Dave! Yapma Dave!’’

Eh, bilgisayar kullanıcıları, intikamınızın çoktan alınmış olduğunu hissediyor musunuz?

Filmde

Hayat yavaş ve ölçülü bir tempoyla akıyor Minimalist yaşam çok az insan, uçsuz bucaksız boşluk ve gürültü patırtı yok anlamına geliyor Markalar yok Bilgisayarlar ve seyyar telefonlar buzdolabınız kadar büyük Uçaktaki yiyecekler sıkıcı, lezzetsiz ve küçük bölümlü tabaklarda servis yapılıyor İnsanlar uzayda, dünyada seyahat ettiğimiz kadar rahat seyahat ediyor.

GERÇEKTE

Hayat hızlı bir yolda ve giderek hızlanıyor Gürültülü patırtılı ve aşırı kalabalık bir yaşam sürdürüyoruz Coca-Cola, MCDonald's, Nike, Sony vs, vs Teknoloji mikrolaşıyor. Mikro-telefonlar, mikro-bilgisayarlar, mikro-çipler ve her şey Tamamen aynı 30 yıldır aya bir tek kez inildi

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!