Pazar Sohbeti

Güncelleme Tarihi:

Pazar Sohbeti
Oluşturulma Tarihi: Nisan 16, 2000 00:00

Haberin Devamı

Bakan’ın yazar annesi

Ege'li bir hanımefendi

80 yaşındaki Ferzan Gürel. 40 yıldır öykü ve roman yazıyor. Ünlü yazar Samim Kocagöz ve şair Halil Kocagöz'ün kardeşi. Ünlü eğitimci Vedide Baha Pars ve Halide Adıp Adıvar'ın öğrencisi, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in annesi...

YAŞAMININ büyük bölümünü Aydın'ın Söke ilçesinde ve İzmir'de geçiren Ferzan Hanım, sanatçı bir aileden geliyor. Ünlü yazar Samim Kocagöz ve şair Halil Kocagöz'ün kardeşi. İzmirli ünlü eğitimci Vedide Baha Pars'ın lisede, Halide Adıp Adıvar'ın ise üniversitede öğrencisi olmuş. Yazdığı öykü kitapları edebiyat litaratürüne girmesine karşın yıllarca tanınmayan Gürel'in, son yazdığı ‘‘İzmir'in İşgalinden Kurtuluşa'' adlı anı - romanı büyük ilgi gördü. Teyzesi, babası, annesinin anlattıkları ve kendi yaşadıklarından yararlanan Gürel, kitapta 1922 sonrası Söke ve İzmir'deki yaşamdan kesitler sunuyor. Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in annesi, yazar Ferzan Gürel, toplumsal hafızamıza çimdik atarken, güzel geçmişimize pencereler açıyor. Ferzan hanım bu haftaki konuğumuz:

İlk kitabınız ‘Evcilik oyunu’ siz 43 yaşındayken basıldı. Yazmaya geç mi karar verdiniz?

ASLIHDA ilk kez 19 yaşındayken yazdım. Eskiden kızları okutmak istemiyorlardı. Ben Amerikan Kız Koleji'ne bir yıl geç gittim. Annem evde bize Tevfik Fikret'ten şiirler, romanlar, çocuk hikayeleri okurdu. Evde çok kitap vardı. Kolejde Türkçe öğretmenim ünlü eğitimci Vedide Baha Pars ne yazsam beğenirdi. Bir gün Tevfik Fikret'in ‘‘Haluk'un vedası'' adlı şiirini okudum. Annem öyle güzel öğretmişti ki; vurgularıyla hiç hata yapmadan okudum. O şiiri sonra bütün okul önünde okuttu. Derken benim adım ‘‘edebiyatçı''ya çıktı. Arkadaşlarımın kompozisyon ödevlerini de ben yazardım. Yahudi 5 arkadaşım vardı. Onlar bana İngilizce'de, ben de onlara edebiyat dersinde yardım ettim. Yazdığım bir oyun, mezun olduğumuz sene sahnelendi. Ancak, üniversiteye gidince yazmayı bıraktım.

Neden ara verdiniz?

İSTANBUL'da İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde okudum. Yurtta kaldım. Farklı bir çevreydi. Halide Edip Adıvar'ın öğrencisi oldum. Ancak, okulun son yıllarında annem hastalandı, felç geçirdi. Mezun olduktan sonra bir yıl Söke'de İngilizce öğretmenliği yaptım. Daha sonra evlendim. Çocuklarım oldu. Aklıma bu süreçte yazmak gelmedi.

Kalemi daha sonra ne zaman elinize aldınız?

OĞULLARIM Ziya ve Şükrü büyüdükten sonra, İzmir'e okumaya gittiler. O zaman yazabildiğim aklıma geldi. Biliyorsunuz ağabeyim Samim Kocagöz, yazar. Ben de denemek istedim. İlk eleştirmenim de Samim ağabeyim oldu. Yazdıklarımı çok beğendi. İlk öykü kitabım ‘‘Evcilik Oyunu‘‘ 1942 yılında basıldı. Ondan sonra devamı geldi. Kendime büsbütün vakit ayıramıyordum. Küçük kasabada yaşıyorduk. Önceleri kimseye birşey söylemedim. Bu nedenle 5 sene arayla çıktı kitaplar. Çok da üstüne düşmedim bu işin. Eleştirmenlerin çoğu okumadılar herhalde. Yankı yapmadı yazdıklarım. Son zamanlarda, kitaplar satmaya başladı. Kendi kendime, ‘‘nihayet bir şeyler yazdım'' dedim. Şükrü oğluma bir gün, ‘‘Ben daha erken başlasaydım, devamlı yazabilirdim. Her olaydan sonra bir öykü çıkarabilirim. Geç mi başladım‘‘ dedim. Şükrü, ‘‘Sen kendini insanlara adamışsın. Yeni insanlar tanımazsan, yakınlarından uzak kalırsan hiç yazamazdın‘‘ sözleri ile teselli etti beni.

Son kitabınızda Söke ve İzmir'de 1922 sonrasını anlatıyorsunuz? Eski İzmir'den akıllarda kalan nelerdir?

BENİM çocukluğumda, Karşıyaka'da yazlık evler ve bahçeler vardı. Yaz aylarında giderdik. Rum bahçevanların baktığı bahçelerde her türlü sebze, ağaçlarda meyve bulunurdu. Bugün Karşıyaka çok değişti. Atlı tramvaylar vardı örneğin. Herkes çok samimiydi. Kıyıdaki evlerden ‘‘Dur tramvaycı‘‘ diye bağırırlar, tramvay hareket etmez onları beklerdi. Deniz hamamları vardı. Köprü ile gidilen barakalar vardı. Kadınlar burada girerdi denize. Çok tenhaydı. Karşıyaka'da herkes birbirini tanırdı. Savaş sonrası Rum kalmamıştı. Bakkallar ve kasaplar hep Türk oldu. Sahil kıyılarında gazino ve çay bahçeleri vardı. İzmir'in kalburüstü insanları Fuar'daki Göl Gazinosu'na giderdi.

Sizce o dönemle, bugünün insanları arasında ne farklar var?

KURTULUŞ Savaşı sonrası dönemde, insanlar birbirlerine karşı daha içtendi. Geleceğin daha iyi olacağına dair güven, bir umut vardı. Söke'de papazın evi halkevi olmuştu. Orada gençler, piyano çalar, keman çalmayı öğrenir, kitap okur, piyesleri kendileri sahneye koyarlardı. Halk evleri çok yararlıydı.

Yeni bir kitap daha yazacak mısınız?

ARTIK çok yaşlandım. Sağlık koşulları nedeniyle zorlanıyorum. 3 öykü yazdım. Bir kaç tane daha yazabilirsem bir kitap olacak. Bir de daha önce çocuklar için yazdığım ‘‘Nurtanem'' adlı bir romanım var. Henüz basılmadı.

Kimdir?

FERZAN Gürel 1919 yılında Söke'de dünyaya geldi. Kocagöz Ailesi'nin bir ferdi olan Ferzan Gürel'in ağabeyleri ünlü yazar Samim Kocagöz ve şair Halil Kocagöz edebiyat dünyasının duayenleri arasında yeralır. İstanbul İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu olan Gürel'in avukat-ressam Ziya Gürel ve Devlet Bakanı Profesör Şükrü Sina Gürel olmak üzere iki oğlu var. ‘‘Güneydoğu'ya geçit yok'' adlı roman ve ‘‘İzmir'in İşgalinden Kurtuluşa'' anı-romanının dışında çok sayıda öykü yazdı. Gürel öykülerini,‘‘Evcilik Oyunu, Şeftali Çiçeği, Mutlanmanın İzdüşümü, Kordon Boyu, Kara Tutku, Ölü Gözünden Yaş'' adlı kitaplarda topladı.

Şükrü anlattı

ben yazdım

OĞLUM Şükrü, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Doçent'ken Yaser Arafat'ın davetlisi olarak Filistin'e gitti. Orada, gördüklerini ve başından geçenleri anlattı. Filistin'de yaşayan insanlar için çok üzüldüm. Ben, eziyet çeken insanlardan çok etkilenirim. Kitaplarımda da konu hep bu insanlardır. İşte, Şükrü oğlumun anlattıklarından yola çıkarak, ‘‘Güneydoğu'ya geçit yok'' adlı kitabı yazdım. Yani, kitaptakiler onun başından geçenler.

Oğlumu çok

özlüyorum

ŞÜKRÜ'nün bakan olması bana çok tesir etmedi. Oğlumla övündüm, her zaman övünürüm çocuklarımla. Şükrü'yü çok özlüyorum. Çok meşgul olduğu için fırsat bulabildiği ölçüde arada gelebiliyor. Ben de yaşlılığımdan dolayı Ankara'ya gitmeyi göze alamıyorum. Ameliyat olduğumda Ziya ve Şükrü başımda beklediler. Her iki oğlum da bana ‘‘anacım'' derler. Şükrü, sık sık telefonla arar ve ‘Ne yapıyorsun anacım’ diyerek özlem giderir.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!