Güncelleme Tarihi:
TÜBİTAK’ın “yeni” kadrolarının, Bilim ve Teknik’in ‘Charles Darwin ve Evrim Teorisi’ni konu alan kapağını sansürlemesi sürpriz değil.
AKP muhafazakarsa, Türkiye’de iktidarının nüfuz ettiği her alanda elbette “muhafazakar” siyasetler uygulayacaktır.
Mesela ABD’de, Bush Yönetimi döneminde Yaratılışçılığın ders kitaplarına konması gündeme gelmiş ve Cumhuriyetçiler’i biraz tanıyan hiç kimse buna şaşırmamıştı.
Dolayısıyla, bugüne kadar AKP’ye olan “hayranlıklarını” her fırsatta dile getiren bazı köşe yazarı ve aydınların, şimdi bu mesele yüzünden AKP’yi topta tutması saçma.
AKP’nin “muhafazakarlık anlayışına” getirilen eleştiriler, yapılacaksa, Darwin meselesinden çok daha önce, tâ 2001’den itibaren yapılmalıydı.
“Rüzgar nereden eserse oraya” dönen kişilerin bugünkü eleştirileri, geçmişteki övgüleri kadar boş ve samimiyetsiz geliyor bana.
* * *
Peki bu konuda “dolu” ve “samimi” bir eleştiri nasıl yapılabilir?
Yine bir kıyas yöntemi izleyebiliriz.
“Siyasi muhafazarlığın” tanımı gibi tez konusu olabilecek derinlikte bir konuya hiç girmeyelim. Batı ve Türkiye tipi muhafazarlığın o çarpıcı farkını, “Evrim Teorisi” meselesinde bile yakalayabiliyoruz.
ABD’de muhafazakarların Darwin’e muhalefeti, Tevrat ve İncil’deki bazı ayetlerin Evrim Teorisi ile bâriz biçimde çelişmesinden kaynaklanıyor. Buna karşı “Akıllı Tasarım” gibi kavramları ortaya atan Evanjelistlerin bu direnci, yüzlerce yılda oluştu.
Türkiye’de ise, apayrı bir durum var. Evrim tartışmaları bize yabancı.
İslami “nas”, en başta Kuran-ı Kerim olmak üzere, hiçbir kaynağında Evrim Teorisi ile çelişmiyor. Hatta Prof. Dr. Süleyman Ateş gibi aydın ilahiyatçılar,İslam’ın en büyük mucizesi olan Kuran’da, Evrim’i doğrulayan işaretler bile görüyorlar.
Türkiye’deki dini/siyasi grupların, Batı’dakilerin aksine, tarih boyunca Darwin’e karşı bir tutum geliştirmemesi, Evrim Teorisi’nin dinen “sakıncalı” görülmemesinden kaynaklanıyor. Darwin “hayatın başlangıcını” değil (yani Tanrı’nın varlığını/yokluğunu değil), “canlı türlerinin nasıl evrildiğini” anlamaya çalıştığına göre, bizim için bu konu hiçbir zaman ciddi bir mesele olmamıştı.
Buna tarihten bir örnek vereyim.
Refik Halid Karay, “Bir Avuç Saçma” adlı hatıratında, ilkokulda okuduğu bir kitaptan hatırladığı şu cümleyi nakleder:
"Benî beşer ki eşrefi mahlûkattır, Cenab-ı Hak onu hayvanatı saireden hassai nutukla mümtaz kıldı..."
Yâni: “İnsanoğlu yaratıkların en şereflisidir. Allah, konuşma yeteneği ile onu diğer hayvanlardan ayrıcalıklı kıldı.”
Karay 1888 doğumlu olduğuna göre, Osmanlı ders kitaplarında bu cümlenin 19’uncu yüzyıl sonlarında var olduğu anlaşılıyor. Muhtemelen önceki birkaç onyılda da, belki Tanzimat’tan beri vardı.
Öyleyse, bizim kültürümüz ve bizim dinimiz için Evrim Teorisi karşıtlığının “tarihi bir kökeni” olmadığını, “ithal bir mal” olduğunu ve yeni moda haline getirildiğini söyleyebiliriz.
Zaten son dönemde artan bilim karşıtı propagandanın şekil ve içeriğine bakarsanız da, Amerikan Evanjelistleri’ni izler gibi olursunuz.
Batı tipi ve Türk tipi muhafazakarlığın farkı da burada:
İlkinin “tarihsel kökleri” var, o yüzden birşeyleri “muhafaza etmeyi” amaçlayabiliyor.
İkincisi ise tarih boyunca hiçbir zaman toplumsal gelişim sağlayamadığı için “köksüz” kalmış, o yüzden dış etkilere açık ve fanatik bir “gericiliğe” karşı korumasız.
* * *
İşte “Bilim ve Teknik’te Darwin sansürü” meselesinde AKP’ye getirilmesi gereken eleştiri, bu yönde olmalı.
Bütün alanlarda olduğu gibi, Türkiye’de din/bilim ekseninde de “muhafazakarlık” mümkün değil.
Türkiye’nin, kendisini “muhafazakar” olarak tanımlayan herhangi bir siyasi parti ile “gelişmesi” de imkansız.
Çünkü Batı’dan gelen –sebebi belli- alkış seslerine bakıp umut bağladığımız “muhafazakar” partilerin, ülkenin kendine özgü dinamikleri gereği eninde sonunda o “gericilik” batağına saplandığını görüyoruz.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan Demokrat Parti’ye kadar birçok örnekle sabit olduğu üzere yaşanagelen yine bu.
AKP hükümetinin içeride “dinsel popülizmi” aşıp, dışarıda da “yabancı etkilere” karşı ülkeye bağışıklık kazandıracağı umutları sönüyor.
Arada olan, her çağa ayak uydurma “hayatiyetine” sahip İslam’a oluyor ve bu din yeniden Batı’ya özgü bir “karanlık dönem” olan Ortaçağ’a sürüklenmek isteniyor.
Özetle...
Hiçbir şeyi muhafaza ettiğimiz yok.
Toplumca geriye doğru evriliyoruz.