GeriSeyahat Denizkızı Meryem, köyün ne güzel
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Denizkızı Meryem, köyün ne güzel

Denizkızı Meryem, köyün ne güzel

Midilli’nin Assos’a bakan kıyısında bir balıkçı köyü Skala Skamineas. Öylesine küçük ve güzel ki, su dolu cam kürelere yerleştirilmiş, üstüne kar yağan biblo köyleri andırıyor. Sıcak bir nisan günü köye yolum düştü. Karşılaştığım güzel görüntüler, dinlediğim ilginç öyküler unutulur gibi değildi.

Midilli’nin en güzel köyü Molivos’tan başkent Mitilini’ye doğru yola çıktığımızda heyecan içindeydim. Yaklaşık 15 yıldır karşı kıyıdan izlediğim sahil şeridini ilk kez yakından görecektim...
Çanakkale kıyılarından, Assos ve Sokakağzı’ndan baktığımda zeytinlikler arasına saklanmış küçük iki köy görüyor, buralardaki yaşamı merak ediyordum. Dört kez, birer haftalık tatillerde, adanın gündüzünü, gecesini izlemiş, sadece bu iş için götürdüğüm dürbinle uzun uzun incelemiştim. Aradaki boğazda gündüz trol çeken tekneleri, günde iki kez geçen büyük feribotların sefer saatlerini neredeyse ezberlemiştim. Kıyıdan yaklaşık 1,5 kilometre yukarıda, silme zeytinlik kaplı bir dağın yamacında eski bir köy vardı. Aşağıdaki yerleşimden daha büyüktü. Kıyıdaki ise çok cilveliydi. Gece rıhtım boyunca uzanan sokak lambalarını yaktığında, kehribar rengi gerdanlığıyla aklımı çeliyordu. Hepi topu 12 kilometre ötedeydi; dört saate yüzebilir, tatilde kiraladığım küçük balıkçı teknesiyle 1,5 saatte varabilirdim. Ama arada sınır vardı. 1990’larda henüz Ayvalık – Mitilini seferleri başlamamıştı. Midilli’ye gitmek için Atina üstünden dolaşmak gerekiyordu.

FATİH’İN GEMİSİ KARAYA OTURMUŞ

Sıcak bir nisan günüydü. Karşı kıyılara pus çökmüş, Behramkale bir yana, tam karşımızdaki Sokakağzı bile zor görünüyordu. Skamineas köyüne geldiğimizde sahili gösteren Skala Skamineas işaretine doğru saptık. Zeytinliklerin içinden martı gibi süzülerek aşağıya iniyorduk. Öylesine dikti ki indiğimiz tepe, asfalt yol sert virajlarla, kıvrılarak zeytinlikleri dolaşıyordu. Aşağıdaki Skala Skamineas’ın limanına uçaktan bakar gibiydik.
Direksiyondaki yol arkadaşım her virajı döndüğünde homurdanıyordu. Adada otomobil kiralamak için adeta yalvaran ben ise konuyu değiştirmek için hikayeler uyduruyordum. Biliyordum ki biraz daha kızarsa “Sen de ehliyet al, bir sonraki gezide sen kullan” diyebilirdi. İşte tam o sırada, zeytinliğin içindeki iki balıkçı teknesini gördük. Birinin adı Fatih Reis’ti, diğeri ise baş tarafındaki kırmızı ay yıldızlı alınlığıyla dikkat çekiyordu. Alohea-1 gibi tuhaf bir ismi vardı. Denizden en az 1,5 kilometre uzakta, yaklaşık 500 metre yüksekteydik. Karşı kıyıdan bu tekneleri alıp, Midilli dağına çıkarmak için Nuh tufanı yaşanmış olmalıydı...
Tehlikeyi atlatmıştım. Teknelerin nasıl buraya çıkmış olabileceğini konuşarak aşağıya kadar indik. Pansiyon yazan ilk oku takip edip, geniş bir bahçeye girdik. Terkedilmiş zeytinyağı fabrikasının arkasındaki Niki Pansiyon’u gözüme kestirdim. Siyahlar içindeki yaşlı kadınla el işaretiyle anlaşıp pazarlık yaptım, odayı tuttum.

MİRİVİLİS’İN OKURLARI KÖYÜ TAVAF EDİYOR

Merdivenden odamıza çıkarken rastladığım kitaplık pansiyondaki ilk şaşkınlığımdı. En az 300 kitap vardı ve ucuz polisiye romanlar yerine dünya edebiyatının seçkin isimlerinin İngilizce eserleri sıralanmıştı. Yunan Filolojisi diplomalı, fakat mahcubiyetinden tek kelime Yunanca konuşamayan yol arkadaşım da gördü kütüphaneyi. Beklenmedik şekilde dili çözüldü.
Beş dakika sonra pansiyonun balkonunda 60 yaşlarındaki dul Bayan Eleni’yle çay içiyor, Yunanca ve el işareti karışımıyla sohbet ediyorduk.
Kütüphaneden söz açıldığında “Gelenler çok kitap bırakıyor, biz de saklıyoruz. Demek ki önemli kitaplar varmış” demekle yetindi. Vakur bir ses tonuyla, vurgulayarak köylerinde doğan ünlü yazarın adını söyledi: Stratis Mirivilis. Yol arkadaşımdan hayret nidası yükseldi. Ben ise hiç duymamıştım. Her ikisi de yüzüme “Bre cahil” der gibi baktı. Haksız sayılmazlardı. Gerçek adıyla Elefterios Stamatopulos (1890–1969) , Yunan edebiyatının geçen yüzyıl başındaki önemli yazarlarından biriydi. Romanlarından Mezarda Hayat, Post Avcısı yıllar önce Türkçe’ye çevrilmişti. Yunan Yazarlar Birliği’ni de o kurmuştu. Mirivilis, Kazancakis’in eserleriyle karşılaştırılan en önemli romanında bu köyü anlatıyordu. Zaten ismini de sahildeki kilisenin meşhur resminden almıştı: Panagia Gorgona / Denizkızı Meryem… 1949’da yazdığı kitapta anlatılan dut ağacı, liman, gerçek kahramanlarının yaşadığı evler, kilise yerinde duruyor, heryıl dünyanın dört bir yanından okurları bu köyü görmek için geliyordu.

SEN DE Mİ ELENİ

Eleni’ye dağda, yol kenarındaki zeytinlikte rastladığımız Türk teknelerinin sırrını sorduk. Görmemişti, duymamıştı. Muhtemelen başkente inmesi gerektiğinde karayolu yerine, günde bir düzenlenen tekne seferlerini tercih ediyordu.
Türk olduğumuzu öğrenince birden sevgi dolu gözlerle bakmaya başladı. Karşı kıyıdan bu sahilleri nasıl merakla seyrettiğimizi öğrenince çok heyecanlandı. Sonra bize gözlerimizi yaşartan bir öykü anlattı...
Çocukluğu boyunca Bayan Eleni karşı sahilleri seyretmiş, oradaki hayatı çok merak etmişti. Hatta bu merakı oğluna aşılamıştı. 1990’ların başında bir gün oğlu meraka dayanamayıp Çanakkale’ye gitti. Sonra telefon etti. “Anne bir motosiklet kiraladım. Bu akşam saat 9.00’da kalenin bulunduğu yola geleceğim. Motosikletin farını senin için üç kez yakıp söndereceğim. Lütfen sen de kıyıda ol.”
Eleni’nin gözleri dolmuştu. Bizim de. Bu küçük, ıssız köye ayak basar basmaz kendimizi sıradışı öykülerin içinde bulmuştuk... İkindi güneşinin gittikçe sarılaşan ışığında, terk edilmiş zeytinyağı fabrikasının tuğladan kırmızı binaları, kule gibi yükselen bacası, arkasındaki Ege’nin masmavi suları, kullanılmayan fabrika bahçesinde serpilip gelişmiş ve çiçeği durmuş begonviller bize bu köye gelmekle doğru bir seçim yaptığımızı söylüyordu. Karşı kıyılardaki sis kalkmış, Sokakağzı görünür olmuştu. Şimdi sahile inip, liman ve çevresini keşfetme zamanıydı.

ROMAN KAHRAMANI SAHİLDEKİ DUT AĞACI

Mirivilis’in Denizkızı Meryem romanında anlattığı dut ağacı sahilde, küçük limanın hemen yanıbaşında. Bu görkemli ağacın dalları geniş bir alanı gölgeliyor. Altına adanın ünlü restoranlarından Dut Ağacı yerleşmiş. Seyahat rehberleri ıstakozunu ve ıstakozlu makarnasını öve öve bitiremiyor. Restoranı iki kardeş, eşleri ve çocuklarıyla işletiyor. Biz ahtapot, kalamar, balık ve mezelerini denedik. Ahtapot tabağı kızarmış patatesle gelince, dayanamayıp bu adetin nereden çıktığını sordum. Daha turistik bölgelerde, hatta Atina’da bile rastlamamıştım. “Müşterilerimiz artık böyle istiyor” cevabını verdi garson. Diğer tabaklar da lezzetliydi, fakat sunumları turistik hale getirilmişti. Sonra internetten araştırdığımda, restoranın bir süre önce el değiştirdiğini öğrendim. Anlaşılan dutun eski tadı kalmamıştı.

KAYALARIN ÜSTÜNDEKİ ŞAPEL

Dünya denizlerini dolaşan kaptanlar Ege’nin en tehlikeli denizlerden biri olduğunu söyler. Rüzgar aniden patlar, dalgalar yükselir. Dahası, dalgalar sık aralıklıdır. Küçük gemiler, tekneler için ciddi tehlike yaratır. Kuşaklar boyunca yakınlarını denize kurban veren Midilli köylüleri adanın her yerini şapellerle donatmış. Denizin şiddetine karşı hayatta kalabilmek için Tanrı’ya sığınmış. Osmanlı’daki adıyla İskamya, şimdiki adıyla Skala Skamineas köyünün balıkçıları da limandaki kayaların üstüne, neredeyse denizin ortasına bir şapel kondurmuş. Gözalıcı freskiyle tanınan bu şapelde, Meryem alışık olmadığımız şekilde, denizkızı şeklinde resmediliyor. Şapel “Bizim Denizkızı Kutsal Meryem” adını taşıyor. Kıyısındaki liman, çapı yaklaşık 50 metrelik küçük bir alan. Akşamları tekneler balıktan döndüğünde ağzına kadar doluyor. Gece boyunca paraketeler hazırlanıyor, kadınlı – erkekli balıkçılar ağlarını onarıyor. Gün boyunca liman ve çevresi fotoğrafçılara birbirinden güzel kareler sunuyor. Köyün sahilinden batıdaki koylara giden yol aydınlatılmış. Fakat bu bölgede yerleşim bulunmuyor.

False