Zapsu’ya nasihat

TAMAM, yaşça küçüğüm.

Bu nedenle size nasihat etmem, en azından adaba aykırı ve racona terstir.

Ancak...

Memleketimizde ayda en az iki kez geleneksel olarak "Cüneyd Zapsu krizi" yaşanıyorsa...

Artık adabın ya da raconun lafı kalmamış demektir. İşte bu noktadan aldığım güven ve cesaretle size seslenmek istiyorum:

Sayın Zapsu...

Hadi şu afili "Veri Koordinatörü" şeklindeki sıfatınızı bir tarafa bırakalım ve vazifenizin tam adını koyalım:

Siz son tahlilde bir danışmansınız.

Ve size çizilen çerçeve şudur:

Başbakan’a yardımcı olmak!

Başbakan’ın ilişkilerini düzenleyeceksiniz, yanlış anlaşılmasının önüne geçeceksiniz, dostlarının sayısını artıracaksınız, düşmanlarının sayısını azaltacaksınız, rahatlatacaksınız, tartışmaların dışına çıkaracaksınız, başına iş açılmasının önüne geçeceksiniz, hakkında olumsuz haberler çıkmasın diye çırpınacaksınız falan...

Ve bütün bunları yaparken...

Asla ve kata rol çalmayacaksınız.

Başbakan’ın önüne geçmeyeceksiniz. Amerikan iç politikasına imrenip, "güçlü danışman" ya da "hükümetin arkasındaki sakin güç" ayaklarına yatmayacaksınız.

Heva ve heveslerinize yenik düşmeyeceksiniz.

* * *

Peki "çerçeve" buyken...

Siz ne yapıyorsunuz?

Gördüklerimiz şunlardır:

Bela çıkarıyorsunuz, sorun teşkil ediyorsunuz, tartışma yaratıyorsunuz, ortalık güllük gülistanlıkken toz dumana neden oluyorsunuz, herkesi zor durumda bırakıyorsunuz, hükümetin dost sayısını azaltıp düşman sayısını artırıyorsunuz, rol çalıyorsunuz, muhalefete muhteşem malzemeler sunuyorsunuz falan...

Kısacası:

Vazifenizin tam tersini yapıyorsunuz.

"Sorun çözmek" yerine bizzat sorunun kaynağı haline geliyorsunuz.

Vahim durum şudur:

Sizden beklenen "Başbakan’la ilgili krizleri çözmek" olduğu halde...

Başbakan sizin neden olduğunuz krizleri çözmek için çırpınıyor.

* * *

Sayın Zapsu...

"Dünya politikasına yön veren adam"
mı olmak istiyorsunuz? Ya da...

Günde dört büyükelçiyle görüşmek ve bunun keyfini doyasıya çıkarmak mı istiyorsunuz?

Veya...

Gönül rahatlığıyla kriz mi çıkarmak istiyorsunuz?

Bilin ki:

"Danışman" kimliği böylesi heveslerin karşılanması için hiç de uygun değildir.

Sizin tez elden "danışan" kimliğini edinmeniz gerekir. Yani...

Kurun bir parti, alın oyların çoğunu...

Sonra gelsin Bush, gitsin Blair...

Oynayın oynadığınız kadar.

Ama üzgünüm...

Mevcut konumunuzla bu oyunu oynayamazsınız!

Hem yeriniz dar, hem de saha müsait değil.

Antilaik bir Süpermen

"SÜPER kahraman" filmlerini neden izleriz?

Neden olacak?

Masalsı havaya kendimizi kaptırıp bir parça rahatlamak için.

Peki rahatlar mıyız?

Ne gezer?

Çünkü bu tür filmlerin vazgeçilmez bir klişesi vardır:

"Süper kahramanın ontolojik sorunları" ya da "Süper kahramanın kimlik krizi" gibi gereksiz mevzulara sardırmak!

Olay şöyle gelişir:

Siz, "Kahramanımız uçsun, kurtarsın, gücünü göstersin" diye beklerken, "bizimki"nde bir trip, bir trip...

"Nereden geliyorum? Nereye gidiyorum?" şeklinde ruh sıkıcı felsefi sorular, bunalımlar falan...

Biz ekran başında "Manyak mısın oğlum, keyfini çıkarsana" diye kendimizi yerken, "bizimki" lüzumsuzun lüzumsuzu bir "kendini arama ve bulma" çabasındadır.

Bugünlerde vizyonda olan "Süpermen Dönüyor" filminde de bu "klişe" aynen korunmuş.

Ayrıca filmde, "Dünyanın Süpermen’e ihtiyacı var mı?" sorusu, "İnsanlığın ilahi bir güce ihtiyacı var mı?" sorusuna gönderme yapılarak sorulmuş.

Böylece film, "Ateistler için ibret alınacak hikmet dolu dersler" filmine dönüşerek bir tür "Samanyolu TV belgeseli" havasına girmiş.

Yani bu yönüyle Cumhurbaşkanı Sezer’in ters bakıp, kamusal alana sokmayacağı türden "antilaik" bir film olmuş.
Yazarın Tüm Yazıları