Ying ve yang köşe yazarları

GAZETE okuruna küçük bir test sorusu:"Sizce bir köşe yazarı alkışlanmaktan mı daha çok keyif alır, yoksa yuhalanmaktan, hakarete uğramaktan mı?"

Hemen cevap vermeyin.

Yani hiç düşünmeden "Elbette alkışlanmaktan" demeyin.

İsterseniz sorunun cevabını birlikte arayalım.

* * *

"Tanrı yazar"
kavramından sonra, bugün size yeni bir kavram daha tanıtıyorum.

"Ying" ve "yang" köşe yazarı.

Bu defa kavramın mucidi ben değilim.

Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan.

Geçen salı günü, gazetecilere hákim olan "yeni zihniyeti" anlatan çok güzel bir yazı yazdı.

Şimdi bu yazıdan size uzun bir alıntı yapacağım.

Berkan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un konuşmasını izleyen gazetecilerin, konuşmayı kendi dünya görüşlerine göre aktardıklarını ve gazetelerde kaliteli analiz haberlerin yer almadığını söyledikten sonra şunları yazıyor:

Dikkatle, altını çize çize okuyalım:

"İş köşe yazarlarına bırakılınca, ister istemez konu bir dizi sübjektif seçimin, yani yazarların konuşmanın kendi istedikleri bir bölümünü kendi siyasi eğilimlerine göre yorumlamalarının insafına kalıyor.

Diyebilirim ki, gazetelerimizin neden hep özendiğimiz The New York Times, The Washington Post, The Guardian gibi olmadığı sorusunun cevabı tam da bu örnek olayda gizli.

Gazetelerimiz, objektif bir bakış açısıyla ve adilane biçimde yazılmış, ayağı yere basan haberler ve haber analizler yayımlayamadığı için okuyucusunun yorum ihtiyacını karşılaması için bu denli çok sayıda köşe yazarı barındırıyor.

O yazarlar da, aslında çoğu zaman yorum ihtiyacını karşılamak yerine kendi fikirlerini okuyucuya iletiyorlar.

Böylece köşe yazarının etrafında bir taraftar ve bir de nefret edenler kitlesi oluşuyor, bu kitlenin varlığı da zaman içinde Ertuğrul Özkök’ün gündeme getirdiği ’Tanrı yazar’ fenomenine yol açıyor.

Yazarın etrafındaki taraftar ve nefret eden kitlesi aslında birbirinin tamamlayıcı parçası, adeta yazarın ’ying’ ve ’yang’ı. Zaman içinde yazar taraftarları tarafından pohpohlanmaktan da, düşmanları tarafından bir nefret objesi olarak algılanmaktan da neredeyse eşit derecede haz almaya başlıyor.

Ve tam bu noktada yazar bir nevi tek başına siyasi parti haline geliyor. Bu evrim tamamlanıp yazar kendi başına bir siyasi varlık haline dönüşünce gerçek dünyadan kopuş hızlanıyor.

Yazar önüne gelen her konuyu, iyi-kötü; doğru-yanlış; yararlı-zararlı kategorisine sokmaya başlıyor.

Daha da fenası, yazar (hiç değilse bir kısım yazar) dünyayı gazetelerden ve diğer köşe yazarlarından ibaret sanmaya başlıyor.

Bütün enerjisini diğer gazetelerden ve gazetecilerden nefret etmeye, onlara kendi üslubuna göre şu veya bu biçimde bulaşmaya adar hale geliyor.

Etrafınıza bakın, gazetelerinizde okuduğunuz yazarları bir hatırlayın,

Başlığına veya ilk bir iki satırına bakınca yazıdaki ’anafikri’ tahmin edemeyeceğiniz kaç kişi var?"

* * *

İsmet Berkan’
ın yazdıklarına katılıyorum.

Köşe yazarlarının küçümsenmeyecek bir bölümü, dini veya siyasi bir taraftar okura yaslanıyor.

O okurla birlikte bir "cemaat" haline geliyor.

Sonra o cemaatin istediklerini söyleyip aldığı alkışlarla "ego"sunu hormonlamaya başlıyor.

Ego hormonlaştıkça, yavaş yavaş yazar tanrılaşmaya, okuru da mürit gibi görmeye başlıyor.

Üstelik, bu psikoloji iki yönlü çalışıyor.

Yani alkış kadar nefret ve yuhalanma da egoyu şişiriyor.

* * *

Bir süre önce "Tanrı yazar" döneminin kapanmaya başladığını söylemiştim.

Şimdi de şunu söylüyorum:

Yavaş yavaş parlayan yeni bir yazar profili var.

Bu profilin kim ve ne olduğunu artık herkes biliyor.

Bu yeni profil, eski ve hormonlu egoya dayalı yazar, bir yazar neslini tasfiye etmeye başladı.

Hep birlikte izleyeceğiz.
Yazarın Tüm Yazıları