Duayen mimar Doğan Tekeli: Binalar hızlı ve alelade yapılmış

Türkiye’nin duayen mimarlarından Doğan Tekeli ile hem dertleştik hem de yeniden yıkımların yaşanmaması için neler yapılabileceğini konuştuk. 70 yılı geçen mesleki hayatında 120’den fazla yapıya imza atmış olan Tekeli, “Benim gözlemim deprem bölgelerinde binaların çok hızlı ve alelade yapılmış olduğu” diyor ve ekliyor: “Dikkatli olunması gereken onay süreci çok hızlı ilerlemiş. Beton kalitesinin nasıl olduğu yıkık bina görüntülerine bakınca hemen anlaşılıyor; bütün demirler açıkta, sulanmamış, ya çimentosu az ya iyi karıştırılmamış…”

Haberin Devamı

1- Aslında ikimizin de eski albümleri karıştırası yoktu… Kasvetli bir İstanbul gününde buluştuğumuzda hava kurşun gibi ağırdı. Kahramanmaraş merkezli depremlerde yaşamını yitirenlerin sayısı 40 bini geçmişti. Yüz binlerce insan yaralanmış, evsiz kalmıştı… Türkiye’nin duayen mimarlarından, hocaların hocası Doğan Tekeli’yi aradığımda amacım biraz dertleşmekti… Tekeli, 70 yılı geçen meslek hayatında 120’den fazla yapıya imza atmış, İTÜ Mimarlık Bölümü’nde hocalık ve Mimarlar Odası Başkanlığı, Ağa Han Mimarlık Ödülleri’nde jüri başkanlığı yapmış kıymetli bir isim. En meşhur eserleri Rumeli Hisarı düzenlemesi, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ), Emin Onat mezarı, Hazine Müsteşarlığı, Halk Bankası Genel Müdürlüğü, Antalya Havalimanı, İş Bankası Genel Müdürlüğü ve Sabiha Gökçen Uluslararası Havaalanı Yeni Terminali… Bir süre sessizce birbirimize baktıktan sonra Doğan Bey, “Ah efendim, nereden başlasak ki…” dedi. Bir yerden başlamak lazımdı… 1930’lardan başlamaya karar verdik.

Haberin Devamı

Duayen mimar Doğan Tekeli: Binalar hızlı ve alelade yapılmış

PARA BULDUKÇA KİTAP ALIRDIK

Doğan Tekeli, 1929 senesinde Isparta’da maliye memuru bir baba ile ev hanımı bir annenin ilk çocuğu olarak dünyaya geliyor. Aile kuşaklar boyu Ispartalı. Dedesi Faik Tekeli hattat ve mektep hocası. Babaannesi de kentin tanınmış ailelerinden, ‘Çebiş Evi’nin kızı… Babasının işi sebebiyle o dört yaşındayken önce Ankara’ya, sonra İstanbul’a ve en son Tekeli’nin çocukluk ve gençliğini geçireceği İzmir’e taşınıyorlar. Son duraklarında onlara evin küçük oğlu, daha sonra ağabeyi gibi alanında meşhur olacak olan İlhan (Tekeli) katılıyor. Aile ‘İkinci Karantina’ denen bölgede yokuş üzeri iki katlı bir eve yerleşiyor. Doğan Bey, mutlu bir çocukluk geçiriyor. Büyük merakının okumak olduğunu, para buldukça Kemeraltı Çarşısı’ndan kitap aldıklarını anlatıyor.

Duayen mimar Doğan Tekeli: Binalar hızlı ve alelade yapılmış

Haberin Devamı

SENE 1930: Anne Saliha Hanım ve baba Talat Bey ile... 

ÖĞRETMENLER VALİLER KADAR MEŞHURDU

Başarılı da bir talebe. Ortaokuldan sonra not ortalaması iyi, parlak öğrencilerin kabul edildiği İzmir Atatürk Lisesi’ne devam ediyor. Tekeli, “İyi yetişmiş öğretmenlerimiz vardı” diye anlatıyor: “Edebiyatta, felsefede, astronomide… Fizik ve kimya hocalarımız Sorbonne mezunlarıydı. Bunlar Atatürk’ün yurtdışına eğitime gönderdiği öğrencilerdi. Atatürk Lisesi laboratuvarlarıyla bir üniversiteden farksızdı. Öğretmenler şehirde vali kadar ünlüydü! Bütün aileler, ‘Halil Hoca ne demiş?’ diye bakardı.” Başarılı talebelerin de yüksek öğrenim için tek bir istikameti oluyordu; İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)… Tekeli, 1947 senesinde kendi lisesinden İTÜ’ye kabul edilen dört öğrenciden biri oldu. Mimariyi neden seçtiğini şöyle anlatıyor: “Sosyal derslerim de iyiydi ama İTÜ için mahalle baskısı vardı. Bari içinde biraz felsefe de olur diye Mimarlık Fakültesi’ne karar verdim.” 

Haberin Devamı

Duayen mimar Doğan Tekeli: Binalar hızlı ve alelade yapılmış

SENE 1947: Zincilikuyu Yapı-Usta Okulu’nda stajda

YENİDEN ŞEHİR YAPMAK

“Türkiye’de sıfırdan yapılmış en düzenli şehir 1928 yılında Hermann Jansen’in yaptığı Ankara… Tabii o zaman nüfusun en fazla 250 bine çıkacağını düşünmüşler. İngilizler, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yıkılan Londra’da ilk iş okulları ve konutları inşa ettiler. Ben 1956’da gittiğimde Londra Belediyesi’nde üç bin mimar çalışıyordu.”

2- SAYISI AZ KALİTESİ YÜKSEK EĞİTİM

Tekeli, 1947’de girdiği İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde çok kıymetli hocalar buldu. Bu dönemi şöyle anlatıyor:
“Türkiye’de mimarlık ve mühendislik eğitimi 1970’li yıllara kadar ‘dikey eğitim’ dediğimiz şekildeydi; sayısı az, kalitesi yüksek meslek insanı yetiştirmek… Pratiğe çok önem verirdi; proje yapmak, hesap yapmak… Anıtkabir’in de mimarı olan değerli hocamız Emin Onat, iki doçenti ve dört asistanıyla sınıfa girer, akşama kadar sadece bu 30 kişiyle meşgul olurdu. Almanya’dan, Avusturya’dan gelmiş Prof. Bonatz, Prof. Holzmmeister ile projelerin bütün detayına kadar öğrenirdik. Mezun olduğumuzda orta büyüklükteki bir yapıyı yapabilir nitelikteydik. 1970’li yıllardan sonra yavaş yavaş yatay sisteme dönüldü; çok sayıda, görece az eğitim görmüş eleman yetiştirmek… Türkiye’de, 1950’de 100 mimar yetişirken, 2000’de beş bin mimar yetişmeye başladı. Okulda daha çok yapı yapmayan, estetik, teorik, kuramsal şeyler öğreniyorlar… Mezun olduktan sonra da iki alanda çalışıyorlar; ya kendileri proje yapıyorlar ya da kamuda bu projeleri denetliyorlar. İkisi de görece deneyimsiz elemanlar.”

Haberin Devamı

Duayen mimar Doğan Tekeli: Binalar hızlı ve alelade yapılmış

SENE 1959: Hidiviyal Palas’taki büroda

3- İNŞAATTA ORKESTRA ŞEFİ MİMARDIR

Gelelim güncel konuya… Doğan Bey, “Üzüntü hissediyorum efendim, içim kan ağlıyor...” diye başlıyor anlatmaya: “Proje aşamasında orkestra şefi mimardır. Yapı için o kadar çok bilgi var ki bunların hepsini mimarın bilmesine imkân yoktur ama varlığını bilir ve uzmanını çalıştırır. Tasarımı ilk günden itibaren inşaat mühendisiyle konuşur. İnşaat mühendisi kolonun, kirişin boyutlarını hesaplar. Müteahhit de kendisine verilen projelere göre yapıyı inşa eder. Mimar, şantiyede müteahhiti kontrol eder; demirler yeterli aralıklara sahip mi, işçilik doğru mu, beton iyi karılmış mı? Müteahhitin bir mesleki sorumluluğu yoktur. Mimar ve kalfa tutan herkes müteahhit olabilir. Eğitim meselesi burada önem kazanıyor. Dört yıllık mezun mimarla 30 yıllık mimarın farkı olmuyor gözlerinde; inşaat yapmak proje çizmek zannediliyor.”

ENKAZLARA BAKINCA KALİTESİZLİK ORTADA

Doğan Bey, “Benim gözlemim deprem bölgelerinde çok hızlı biçimde ve çok yüksek bina yapılmış olduğu…” diyor: “Urfa’da, Malatya’da, Adıyaman’da 13-14 katlı yapıları tahmin edemiyordum. Kamudaki denetimi yapan insanın projeyi yapandan daha tecrübeli olması lazım. Projeyi okumak ve tasdik etmek normalde çok uzun bir süreçtir. Bir anda çok fazla bina yapılmış. Daha dikkatli olması gereken onay süreci çok hızlı ilerlemiş. Beton kalitesinin nasıl olduğu yıkık bina görüntülerine bakınca hemen anlaşılıyor; bütün demirler açıkta, sulanmamış, ya çimentosu az ya iyi karıştırılmamış…”

Haberin Devamı

1939 DEPREMİ…

“1939 depremini hatırlıyorum… İzmir’de oturuyorduk. Amcam dönemin Erzincan Valisi’ydi. İnönü, Erzincan’a gidince o karşılamıştı. O dönemde şimdiki gibi ‘Deprem nasıl oldu?’ diye ilmi tartışmalar yapıldığını hatırlamıyorum; yıkıntı resimleri, yoksulluk, siyah manşetler aklımda kaldı. 1939’da depremde yıkılanlar geleneksel dahi olmayan gecekondumsu binalardı. Mesela amcamın yaşadığı vali konağı yıkılmadı.”

Duayen mimar Doğan Tekeli: Binalar hızlı ve alelade yapılmış

SENE 1999: Antalya Havalimanı şantiyesi

4- ‘ŞİMDİ MİMARLIĞIN ZAMANI MI’ DİYEN ÖĞRENCİLER VARDI

Peki bu işin çözümü ne? Türkiye bir deprem ülkesi… Her 10 senede bir yıkımlar nasıl engellenebilir? Tekeli, “Eğitimden başlayacağız” diyor: “Sağlam bir lise eğitimi yüksek tahsilin önceliğinde çok gerekli. Mimarlık hocalığı yaparken gördüm ki liseden zayıf gelen çocuklara mimarlığı, mühendisliği anlatmak kolay değil. Türkiye’de 1968’de öğrenci olayları oldu; derse gelen giden yok! Normalde 30 kişilik sınıfta yalnız bir öğrenci görünce, ‘Nerede oğlum herkes?’ diye sordum. Bana ‘Hocam forumdayız… Şimdi mimarlığın zamanı mı? Memleketi kurtaracağız’ deyince ben ‘Eyvah!’ dedim… Bundan sonra yapılan binalar ne olacak? Kazanlar patlayacak, statikten yıkılacak filan… Bunlar aklıma geliyordu.”

Duayen mimar Doğan Tekeli: Binalar hızlı ve alelade yapılmış

‘KALFA’ USULÜ HER YERİ SARMIŞ

Doğan Bey şöyle devam ediyor: “Her şey her yerde yapılabilir. Bataklıkta bile… Bakın Haliç toprağı üzerine kurulmuş Bulgar Kilisesi, Dolmabahçe Sarayı… O dönem kalfalar çok az sayıdaydı ve mesleklerini kendilerinden eski ustalardan öğrenerek gelirlerdi. Yapı biçimi de yüzyıllar boyu aynı tarzdı; taşsa taş, ahşapsa ahşap. Şimdi bin çeşit yapı yapılıyor; modern, post-modern… Eskiden İstanbul’da dar sokaklarda taş taşımak mümkün olmadığından ahşap evler yapılırdı. Yangınlarla mahalleler yok olunca, 1930’larda kanun çıkmış ve ahşap ev yasaklanmış. O zaman kalfalar önce yığma yapı tuğlayı, sonra tuğlaların arasına kolon da koyarak bir nevi Osmanlı karkası denen bir sistem öğreniyorlar. Bizim dönemimize, yani 1950’lelere gelinceye kadar bu yapı sistemi gelişiyor. 1980’lerden sonra ‘post-modern’ akımı başladı. Şimdiyse her türlü mimarlık akımı söz konusu. Bir başka deyimle mimarlıkta kaos var. Anadolu’daysa ‘kalfa yapısı’ denen kimliksiz yapılar her yanı sarmış.” 

 

Yazarın Tüm Yazıları