Yorgo Kırbaki

Başkeşişin kehaneti

29 Ocak 2012
Dünyadaki pek çok ünlünün de kendisinden medet umduğu, Aynoroz'un sosyetik başkeşişi Efrem, arsa skandalı yüzünden bir süre önce cezaevine kondu. Kondu konmasına ama cezaevinin önünde de uzun kehanet kuyrukları oluştu

Yaklaşık üç buçuk yıl önce bahsetmiştik Kıbrıslı Rum Başkeşiş Efrem'den. Yunanistan’ın kuzeyinde Halkidiki Yarımadası’nda 'Keşişler Diyarı' olarak bilinen, kadınların ayak basması yasak Aynoroz’da, ünlülerin ruhani sığınağı sosyete manastırı Vatopedi’nin başkeşişi.

Gelecekle ilgili kehanetleri adeta efsane olmuştu. Bir sürü Yunan politikacı onu manevi babası sayıyordu. Kimsenin bilmediği sırları ona itiraf ediyorlardı. Tanrı’dan af dilemek için onu aracı kullanıyorlardı. Ünü Yunanistan sınırlarını aşmıştı. Prens Charles dahil dünyada tanınmış pek çok isim gizlice Aynoroz’a gelip Efrem’in kehanetlerinden medet umuyordu.

Ense bu kadar kalın olunca işadamına dönüşüverdi zamanla Efrem. Kurduğu iş gayet basitti. Vatopedi Manastırı'na ait değeri düşük arsa ve arazileri, devlete ait değeri son derece yüksek arsa ve arazilerle takas ediyordu. Takas sonrası da bir güzel satıyordu. Bu arada devletin satışa çıkardığı arsa ve arazileri gerçek değerinin çok altında satın aldığı da oluyordu. Eh parası çıkışmayınca 'yukarıdan' gelen talimatlarla bankalar kredi musluklarını sonuna kadar açıyordu başkeşişe.

Yaklaşık 1 milyar Euro’luk bu skandal ortaya çıkınca dönemin Başbakanı Konstantin Karamanlis hükümetinden tam üç bakan istifa etmek zorunda kaldı.

Yunanistan’da ekonomik kriz patlak verince unutuldu biraz Efrem. Ta ki geçen ay bir savcı çıkıp da, “Bu adamı tutuklayın” deyinceye kadar.

PUTİN'İN DOSTU

Polis özel izinle Vatopedi Manastırı'na gidip “Sizi tutukluyoruz” dediğinde cevabı “Hastayım gelemem. Birkaç gün dinleneyim” oldu. Tutuklama emrini hiçe sayarak odasına çekildi. Medyada ayrıcalıklı muameleye büyük tepki duyulunca birkaç gün sonra Aynoroz'dan Atina’ya gelerek teslim olmak zorunda kaldı.

Efrem’in tutuklanması ve Pire’deki Koridalos cezaeavinde 'torpilliler' koğuşuna konması diplomatik gerginlik bile yarattı.

Yazının Devamını Oku

Lefter’in ardından

22 Ocak 2012
Yunanlılar için 'hain'di Lefter, Türkler de onun Rum olduğunu hiç unutmadı... Günahı neydi? Lefter Küçükandonyadis için önce sözü 'Ordinaryüs'ü tanıyan İstanbullu Rumlara bırakıyorum.

İşadami Yani Vlastos: 15 yıl önce Lefter 70 yaşını biraz aşmışken Atina'ya gelir. Faliron semtinde dolaşırken bir arsada futbol oynayan birkaç çocuk görür. Biraz seyreder. İçinde kurt var ya, "Çocuklar ben de oynayayım mı?" diye sorar. Çocuklar, “Dede ne diyorsun! Sahada kalırsın başımız belaya girer” deyince kızar ve çocukların en küçüğünü seçerek yarım yamalak Rumcası ile (Lefter Türkçeyi de doğru dürüst konuşamazdı) “Hadi biz ikimiz, siz hepiniz” der. Çocuklar dalga geçmek için kabul eder ama beş dakika sonra hepsinin başı döner. ”Yahu dede sen kimsin?” diye feryat ederler. Bu hadiseyi hem Lefter'in ağzından dinledim hem de tesadüfen oradan geçen bir arkadaştan duydum.

Yazar Petro Markaris: Ben Heybeliadalıyım. O, Büyükadalı. Çocukluğumda hep onu Büyükada’da kahve içerken görürdüm. Etrafında toplanan çocuklarla ilgilenir, onlarla sohbet ederdi. Heybeliada’da Rum çocukları ile Türk çocukları arasında, 'Lefter mi yoksa Beşiktaş’ın forveti Şevket mi daha iyi' rekabeti vardı. Lefter, Türk toplumunda bir Rum'un pekala bazı şeyleri becerebileceğini gösterdi. O, sadece Rumların değil, İstanbul’un, İstanbul’da yaşayan tüm insanların bir parçasıydı. O zamanlar İstanbul’da Türkler, Rumlar, Ermeniler ve diğer azınlıklar beraber değil, paralel hayatlar yaşardı. Lefter bunu değiştirmeyi başardı. Bu açıdan da bir öncüydü.

Eski futbolcu Niko Kovi: Lefter bizim için bir mit, bir ilahtı. Türk futbolunun tartışılmaz en büyük ismiydi. Futbolcu dendiğinde aklıma gelen ilk isimdi. Kınalıada’ya yaz turnuvalarına gelirdi. Onu sandallarla karşılar, seyretmeye doyamazdık. Atina’ya geldiğinde de buluşurduk. Onun futbol tecrübelerinden çok yararlandım.

Yazar, siyaset bilimci Herkül Millas: Babam sırf Lefter oynuyor diye beni İstanbul'da Fenerbahçe maçlarına götürürdü. Muhteşem bir futbolcuydu. Lefter'le ilgili travma olarak hatırladığım bir anım da var. Bir maçta Lefter iyi oynamıyordu. Tribünlerde tempo halinde 'kefere' diye tezahürat yapıldı. O kelimenin ne anlama geldiğini o gün öğrendim.

Şarküteri sahibi Kosta Duhanis: Lefter, Türkiye ile Yunanistan’ı birleştiren bir isimdi. Rahmetli amcam Mihal, onun maçlarını öyle bir anlatırdı ki dinlemeye doyamazdık. Lefter’in maçlarında biletler karaborsaya düşermiş. Lefter’i 55 yaşındayken, adalardaki turnuvalarda izlemiştim. O yaşına rağmen maçın sonuna kadar sahada kalmasına şaşırırdım.

BİZİ AÇ SANIP PORTAKAL ATTILAR

Şimdi de Yunanistan’ın en yüksek tirajlı gazetesi Ta Nea’dan alıntı: "Rum doğdu ama Türk olarak yüceldi. Sadece Türkiye’nin değil dünyanın en büyük futbolcularından biriydi. Hayatının belki de en zor maçını Yunanistan’a karşı oynadı ve kazandı. Yunanlı taraftarlar, gol attı diye ona portakal fırlattı. O ise yıllar sonra o maçı “Herhalde bizi aç sanıp portakal verdiler” diye hoşgörüyle karşıladı. Yunanlılar için 'hain'di Lefter, Türkler de onun Rum olduğunu hiç unutmadılar... Günahı ne idi?"

BÜYÜKADA'DA TANIŞTIK

Yazının Devamını Oku

Beyoğlu’mda Noel şarkıları

8 Ocak 2012
25 Aralık’ta Yunan devlet televizyonundaki görüntüleri izlerken çok ama çok iyi tanıdığım iki damla gözyaşıyla buluştum yine. Bir gün öncesinde ıstanbul’umda, Beyoğlu’mda yaşanan bir etkinlikle ilgiliydi haber. Noel Baba şapkalı 30 kadar çocuk ve genç soydaşım ellerinde üçgen şeklindeki zillerle Beyoğlu’nda Noel ve yılbaşı şarkıları söylüyorlardı.
En önde, akordeonuyla Zoğrafyon Rum Lisesi’nin Müdürü Yani Demircioğlu hemen yanında da Müdür Yardımcısı Özcan şabudak.
Öğrenciler heyecan içinde Türkçe ve Rumca şarkıları peş peşe söylüyor. ‘Kasap havası’, ‘Hatırla Ey Peri’, ‘Samanyolu’, ‘Bekledim de Gelmedin’...
O 40-50 kişiyle başlayan gösteri birdenbire o anda Beyoğlu’mdan geçenlerin de katılımıyla 100-150 kişiyle sürdü. şarkılara eşlik edenler, birlikte sirtaki-halay oynayanlar...
Yılbaşı çörekleri dağıtıyor Zoğrafyonlu öğretmen ve öğrenciler gelip geçenlere “Mutlu yıllar” dileyerek... “Teşekkür ederiz... Size de iyi Noel’ler mutlu yıllar” oluyor cevaplar.
Müdür Yardımcısı Özcan şabudak, “Hep beraber ıstiklal Caddesi’ne çıkıyoruz. ıstanbul Rumlarının güzel geleneklerini dünyaya tanıtıyoruz” diyor. Ne güzel sözler!
Yunan devlet televizyonundaki haber bitince internette dolaştım. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’deki Hristiyanların Noel bayramını kutlama mesajını okudum; ne yalan söyleyeyim büyük bir keyifle.
Sonra, sonra garip bir sitem sardı dört yanımı.
Niye ben çocukken, delikanlıyken Beyoğlu’mda Noel şarkısı söyleyemedim? Niye ben ve benden önceki nesiller ıstanbul’da yaşarken, bir devlet adamı çıkıp Noel bayramımı kutlamadı?
Çok mu zordu?
Neyse...
Geçen Noel’de olmadı ama bir sonraki Noel’de Beyoğlum’da Noel şarkıları söyleyenler arasında ben de olacağım sözü verdim kendime.
Yazının Devamını Oku

Kali hronia

1 Ocak 2012
Önümüzdeki 365 günde yıllarca hatırlayacağımız tatlı anılarımızı yaratacağız. Ve kendimizi yükseklere,daha yükseklere koyacağız. Başkalarının bizi koyduğu,gördüğü noktadan daha yükseklere... Herkese Kali hronia yani mutlu bir yıl dilerim

2012’de güzel her anın tadını çıkaracağız. Güzel olmayan anları da çabuk unutacağız.
Sevdiklerimizin hep yanında duracak, hep destek olacağız. 365 günümüzü de onlarla geçireceğiz. Sevgide, enerjide ve sevdiklerimize zaman ayırmakta ‘tasarruf’ yok. Nasılsa faiziyle geri dönecekler.
Bardağın dolu yarısına bakacağız hep. Aldıklarımızdan fazlasını vermeye çalışacağız. Bizim için ne önemliyse onu kafamızdan hiç çıkarmayacağız ve her söylenene de fazla kulak asmayacağız.
Gerçekten ders aldığımız hatalar için öyle fazla üzülmeyeceğiz.
Detayları kaçırmayacağız ama en ufak şey için de yaygara koparmayacağız.
‘Evet’ veya ‘hayır’ demenin zamanını daha iyi seçeceğiz.
Pes etmeyeceğiz, bir işe el attık mı severek yapacağız. Çaresiz kalmayacağız ve hep alternatifler yaratacağız.

Yazının Devamını Oku

Eski Yunan yeni Yunan

18 Aralık 2011
Eski Yunan’da hem harcamada ölçü vardı hem de vatandaşlar yasaların uygulanmasını görev sayardı. Bugünse bazı siyasi partiler halkı sokağa dökerek, parlamentonun çıkardığı yasaları iptal ettirmeye çalışıyor Atina denen bu diyarda, hayatı kaşıkla içmiş şimdilerde uslu bir gezgin, önce tarihi Akropolis mabedine şöyle uzaktan bir baksa, ardından da birkaç yüz metre yürüyüp parlamento binasının bulunduğu Sintagma Meydanı’nda her gün tekrarlanan protesto gösterilerini seyretse, kendisine bazı sorular sormadan edemez.
Mesela “Eski Yunan medeniyetiyle bugünün Yunanistan’ı arasındaki fark nedir?” Mesela “Eski Yunanda hazine bonosu, devlet tahvili, IMF filan yoktu. ışler nasıl dönerdi?” Mesela “Bugün Yunan halkının yaşadığı ekonomik kriz, eski Yunan’da yaşansaydı ne olurdu?”
Hele bir eski ve yeni Yunan’ın bazı benzerliklerini sıralayalım:
1. İkisi de zenginliğe, lüks yaşama, daha çok mal-mülk sahibi olmaya pek meraklı.
2. İkisi de kapitalist.
3. İkisi de çıkarlarına zarar veren her şeye her zaman tepkili.
Takdime gerek yok Homeros’un ‘şeref’ ya da ‘şerefsiz’ derken, ahlaki değerleri değil de ekonomik ve sosyal düzeyi kastettiğini söyleyenler hayli fazla. ‘şerefsiz’, Homeros için ‘serveti olmayan’ idi. İnsanlığın en büyük hatiplerinden Demosthenes de Atina ekonomisi iyi gitmediğinde üç aşağı beş yukarı “Parasız hiçbir şey olmaz” demişti.
Atina Üniversitesi klasik edebiyat dalı öğretim üyesi Yorgo Yiatromanolakis eski Yunan’ı şöyle anlatıyor: “Kesinlikle kapitalistlerdi. Her dönemde daha çok toprak, daha çok baş hayvan, daha çok köle sahibi olmak istediler. Para bulunduğunda da başarının ve gücün sembolü oldu. Tabii teoride kalmak şartıyla, daha çok şeye sahip olmanın felaket getireceğini savunan şairler ve filozoflar da vardı.”

2500 YIL ÖNCEKİ İLK İFLAS

Eski Yunan’da ekonomik kriz de yaşandı, iflas vakaları da var. Borçlanma da oldu, karşılıksız para basmak da. Hatta bugün Yunanistan’ın gündemindeki 360 milyar Euro’luk borcun 100 milyarlık bölümünün silinmesine benzer durumlar da yaşandı eski Yunan’da.
Mesela, Yunanistan’ın kuzeyinde ve güneyindeki bazı bölgelerde, arkeolojik kazılarda bulunan mezarlarla ev ve takı eşyaları MÖ 3. ve 4. yüzyıllarda büyük bir ekonomik krizin yaşandığını haykıracak kadar sade ve fakir.
Mesela, Syrakusların zalim ve müsrif kralı Dyonisos (MÖ 430-367) ilk başta kendisine bağlı şehir-devletlerden iyilikle para toplamakta başarısız olunca, tüm vatandaşlarının son kuruşuna kadar paralarını kendisine vermelerini emretti. Reddedenin canına kıyıldı. Kral, topladığı paraları yarıya kesti. Paraların yarısıni sahiplerine iade etti, yarısıyla da borçlarını ödedi.
Mesela Dilos Adası’nda, MÖ 454 yılında insanlık tarihindeki ilk iflas yaşandı. O dönemde Atina’ya bağlı tüm şehir-devletlerin hazineleri, Dilos’ta tanrı Apollon için inşa edilen mabette saklanırdı. Ekonomik sıkıntıya giren 13 şehir-devlet Atina’dan yardım istedi. Dilos’taki hazinelerin bir bölümü ‘kredi’ olarak verildi. Ancak ‘kredi’ler geri dönmedi. Geri kalan hazineler de heba olmasın diye bu adadan alınıp Atina’ya getirildi.
Mesela devlet ve kanun adamı Solon (M.Ö 640-559) Atinalıların borçlarını bir çırpıda sildi. Eski Atina’da, borcunu ödeyemeyen, alacaklının kölesi olurdu. Hesap kapanıncaya kadar da alacaklı ne dese itaat ederdi. Solon sayesinde binlerce insan kölelikten kurtuldu. Ancak, bu kanun sadece imtiyazlı sınıf için geçerliydi ve ömrü de fazla uzun olmadı.
Yani eskiyle de yenide benzerlikler var. Ama farklılıklar da var tabii:
1. Eski Yunan daha ölçülüydü.
2. Yasalara daha saygılıydı ve sorumluluk bilinci daha yüksekti.
New York’taki Long Island Üniversitesi öğretim üyesi ekonomist Panos Murdukutas, Ta Nea gazetesindeki açıklamasında eskiyle yeniyi kıyaslarken, “Eski Yunan’da hem harcamada ölçü vardı hem de vatandaşlar yasaların uygulanmasını görev sayardı. Bugünse bazı siyasi partiler halkı sokağa dökerek, parlamentonun çıkardığı yasaları iptal ettirmeye çalışıyor” diyor.
Yeni Yunan, en az 35 yıldır ürettiğinden kat ve kat fazlasını tüketti. Devlet de sürekli borçlanarak vatandaşının alışkanlık değiştirmemesine hizmet etti.
Ama artık deniz bitti...
Yazının Devamını Oku

Ünlü modacı Gavalas’ın sonu

11 Aralık 2011
Lakis Gavalas geçen hafta felekten bir gece çalmak için dostlarıyla müzikhole gitti. Sabah evine döndüğünde kapıda mali polis onu bekliyordu: “Devlete 1.5 milyon Euro vergi borcunuz var. Bizimle geleceksiniz.” Hiç itiraz etmedi. Polisler ellerine kelepçeleri taktıklarında “Ya hiç estetik değil. Ne olur şunları bir kaşkolla örtelim” dedi sadece Atina sosyetesinin, magazin programlarının, skandalların gözbebeğiydi. Hani ‘life style’ yaşamın Yunanistan temsilcisi gibiydi Lakis Gavalas.
Nereye gitse, ne giyse, ne dese olay olurdu. Katıldığı her davet günlerce konuşulurdu. Üniformalı, şapkalı şoförlerin kullandığı Rolls Royce ya da Bentley Arnage marka otomobilleriyle dolaşırdı Atina caddelerinde.
Kâh Hermes marka bir kadın çantası vardı elinde, kâh Agent Provocateur marka bir kadın iç çamaşırını fular diye takardı boynuna. Kah kafasında muzlarla çıkardı ortaya, kâh melekmiş gibi bembeyaz kanatlarla.
Tuhaf bir adam. Nevi şahsına münhasır...
Pire’de doğdu büyüdü. Babası mermer ustasıydı. Liseyi bitirdiğinde, modacılığa ilk adımı yaklaşık 40 yıl önce bir çantacıda attı. Basmakalıp okul çantalarına incik boncuk dikerek renk vermek istedi. O zamanlar böyle şeyler olmazdı, ayıptı. İşsiz kaldı.
Ver elini İtalya dediğinde 20 yaşındaydı. Devlet televizyonu RAI’nin bir yarışmasına katıldı ve kazandı. Artık şov programlarının büyük ismi Rafaella Carra’nın dans grubundaydı.
İtalyan modacılarla haşır neşir oldu kısa sürede. Hem tanındı hem de para biriktirdi ve dokuz yıl sonra ülkesine döndü.
İlk dükkânını Rodos Adası’nda açtı. İtalya’nın pahalı markalarıyla anlaştı. Tanrı kendisine bir kez yürü ya kulum demişti artık.

SARAYINI SATACAK

Burberry’s, Dolce Gabana, Guru, Gaultier, Moschino, Cavalli ve daha nice ünlü markanın Yunanistan mümessili oldu. Mantar gibi türedi dükkânları. Giyimden başka, aksesuvarla da ilgilendi. Kendi markasını ‘LAK’ı kurdu ve kendi tasarımlarını da pazarladı. Birkaç yıl önce 33 bin metrekarelik bitişik üç binada ‘Lakis Palace’ı açtı. Yanında 400 kişi çalışıyordu. Yıllık cirosu 80 milyon Euro’ya ulaşmıştı.
Ve iki yıl once Yunanistan’da ekonomik kriz patladı.
En pahalıyı, en bulunmazı satan Gavalas’ın işleri bozuldu tabii. Çünkü müşterileri sadece armatörler, bankerler değildi. Garip gelmesin size, bu diyarda iki yıl öncesine kadar orta halli insanlar bile pahalı kıyafetleri giyer, pahalı restoranlara gider, pahalı otomobiller kullanırdı.
Ama zamanlar gibi melodiler de değişti işte.
Personelin maaşını düşürmek, sayısını azaltmak yetmedi. Dükkânlarını bir bir kapatmaya başladı. Yine yetmedi. Piyasaya 100 milyon Euro’ya yaklaşan borcu birikti. İflas ilan etti.
Artık davetlerin vazgeçilmezi, sosyetenin gözbebeği değildi Gavalas. Magazin programlarında giyimi kuşamı için değil borçları, iflası için konu oluyordu.
Made in USA şov progamı ‘FAB 5’in Yunan versiyonunda yer alarak moral bulmaya çalıştı.
Geçen hafta cuma gecesi felekten bir gece çalmak için dostlarıyla bu diyarın ünlü sanatçılarından Andonis Remos’un sahne aldığı müzikhole gitti.
Sabah, Atina’nın Nişantaşı’sı Kolonaki semtindeki evine döndüğünde kapıda mali polis kendisini bekliyordu: “Devlete 1.5 milyon Euro vergi borcunuz var. Bizimle geleceksiniz.”
Hiç itiraz etmedi. Polisler ellerine kelepçeleri taktıklarında, “Ya estetik değil. Ne olur şunları bir kaşkolla örtelim” dedi sadece. Ertesi gün savcının karşısına çıktı. Lakis Palace’ı satacağını borçlarını ödeyeceğini söyledi. Şartlı serbest bırakıldı.
Lakis Gavalas, Yunanistan’ın dünü ve bugününün çarpıcı bir örneği.
Yazının Devamını Oku

Sokakta insanlar Türk Büyükelçisi’ni tanıyor

27 Kasım 2011
‘Suyun Öte Yanından’ Atina’dan bir büyükelçiyi daha uğurluyor. Büyükelçi Yiğit Alpogan ile başlayan ve Tahsin Burcuoğlu ile devam eden söyleşilerimizin bu defaki konuğu Hasan Gögüş. Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı’na atanan Büyükelçi Gögüş iki yıllık görev süresindeki ilginç izlenimlerini anlattı

- Yunanistan’daki ekonomik, sosyal ve siyasi kriz hakkında ne düşünüyorsunuz? - Basite indirgeyerek konuşacak olursak, Yunanistan’ın ekonomik durumunu, kazandığından çok harcayarak gelecek endişesi yaşamadan yaşam seviyesini aldığı borçlarla devam ettirmeye çalışan bir aileye benzetebiliriz. Bir noktadan sonra bu çark dönmemeye başladı. Bir yerde Yunanlıların Avrupa’da, Fransızlardan sonra gösteri ve protesto yapmayı en fazla seven halk olduğunu okumuştum. Maaş ve ücretlerdeki reel indirimleri de içeren istikrar önlemleri, toplumsal tepkileri de körükleyerek sosyal krize yol açtı. Birkaç istisna dışında, hemen her gün cereyan eden gösterilerin barışçı bir ortamda gerçekleştiğini de söyleyebiliriz. Ekonomik ve sosyal gelişmeler sonuçta siyasi alanda da etkisini gösterdi ve hükümet değişikliğine kadar uzanan gelişmeler yaşandı.

- Görev sürenizce sizi en çok ne sevindirdi ve ne üzdü?- En çok sevindiren, Büyükelçiliğimizin yaklaşık son 60 yıldır devam eden yerleşim sorununun Türkiye’nin temsil gereklerine uygun bir binanın satın alınmasıyla çözülmüş olması. Artık Atina’nın en güzel iki binasında Türk bayrakları karşılıklı dalgalanacak. Ne üzdü derseniz, Ege anlaşmazlıkları hakkında benim büyükelçilik döneminde bir uzlaşmaya varılmasını çok arzu ederdim.

BU KADAR BENZERLİK BEKLEMİYORDUM

- Yunanistan’da sizi ne şaşırttı? Ne için “Bunu beğendim”, ne için “Bunu beğenmedim” dediniz? - Beni en fazla şaşırtan Türkiye ile Yunanistan arasındaki benzerlikler oldu. İki halkın yakın olduğunu hep duyardım. Ancak bu kadar benzerlik beklemiyordum. Atina’da tanıştığım Yunanlıların yüzde 70’inin bir nesilden Anadolu ile aile bağları olduğunu söylemek abartı değil. İşyerinin önünde tavla oynayıp tespih çeken insanlara, yüksek sesle bağırıp sahlep satan seyyar satıcılara veya yazlık sinemalara Türkiye’den başka sadece Yunanistan’da rastlayabilirsiniz. Dükkânların ve işyerlerinin haftanın üç günü 15.00’te kapanmasını, pazarları ve tatil günleri alışveriş merkezlerinin bile kapalı kalmasını yadırgadım. Yunan halkının çabuk ilişki kurulabilen, sıcakkanlı ve yaşamı gereğinden fazla ciddiye almayan yönlerini beğendim.

- Türk-Yunan ilişkilerinde hep yapılanlar tekrarlanıyor. Ya yapılmayanlar? Sizce önemli adımlar hangileri olur? - Yunanistan’a büyükelçi olarak atandığımı öğrendiğimde çevremden Atina ve Ankara’da büyükelçilerin değişip Türk-Yunan sorunlarının hep aynı kaldığını söyleyenler oldu. Türk-Yunan ilişkilerinde ‘Öteki için iyi olan benim için kötüdür’ yaklaşımı terk edilerek, yeni paradigmalar geliştirilmeli. Çatışma yerine uzlaşı, rekabet yerine işbirliği, husumet yerine dostluk benimsenebildiği takdirde tüm sorunların çözümlenebileceğine inanıyorum.

- Bir Türk diplomat için Yunanistan ne denli ‘iyi bir mektep’?- Emekli büyükelçi Deniz Bölükbaşı ‘Dışişleri İskelesi’ isimli son kitabını, geriye dönüp baktığında içinde fazla ukde kalmadığını, bunun tek istisnasınıysa Atina Büyükelçisi olmanın teşkil ettiğini, ancak bu şerefi tadamadığını söyleyerek bitiriyor. Ben bu onura nail oldum. Atina’da Türk Büyükelçisi olmak belki kolay değil ancak gerçekten ayrıcalıklı bir görev. Atina’da, Selanik’te, Batı Trakya’da, Ege’de denizde ve havada büyükelçi olarak her an müdahil olmanız gereken gelişmeler yaşanabiliyor. Sabah işe başladığınız gündem, akşam mesaiden ayrılırken bıraktığınız gündemle çoğu kez aynı olmuyor. Sokaktaki insanlar da Türk Büyükelçisi’ni tanıyor.

- Yunanistan’da ziyaret ettiğiniz yerlerden en çok nereleri beğendiniz? Hangi yemekleri, hangi müzikleri sevdiniz? - Yunanistan denilince hep adalar akla geliyor. Oysa ana karada da gezilip görülmesi gereken yerler var. Bunların başında da özellikle tarihi geçmişiyle ve doğal güzellikleriyle Türk turistlerin büyük ilgisini çekebilecek Yanya’yı söyleyebilirim. Adalardan Korfu ve Santorini’yi, yemeklerden de ahtapot ızgarayı çok beğendim. Müzik türü olarak ülkemizden de ezgiler içeren rebetikoyu, sanatçılardansa şahsen tanıma fırsatı bulduğum Yorgo Dalaras ile Haris Aleksiou’yu ön sıraya koyabilirim.

Yazının Devamını Oku

Buralar şimdi 10 yıl öncesinin Türkiye’si gibi

20 Kasım 2011
Burası kelimenin tam anlamıyla curcuna. Tam dört gün boyunca akşam başka başbakan adayının ismiyle yattık sabah başkasına uyandık. Her şey tamam da, geçen hafta Yunan siyasetinde yaşananlar halkı iki büyük partiden ve liderlerinden iyice soğuttu Yunanistan’daki son kamuoyu araştırmaları 1974’ten bu yana ülkeyi tek partili hükümetlerle yöneten sosyalist PASOK ve merkez-sağcı Yeni Demokrasi (ND) için denizin bittiğini gösteriyor.
Türkiye’de 2000’li yılların başlarındaki gibi Yunanistan’da da büyük partilerin siyasi haritadan silinmesi ihtimali var artık.
Geçen 37 yılda oy potansiyelleri yüzde 80 hatta yüzde 90 civarına çıkan PASOK ve ND’nin toplamı artık yüzde 40-45 civarında. Birkaç ay sonra (muhtemelen şubat ayında) seçimlerden yine tek partili iktidar çıkması bugünkü şartlarda imkansız gibi. Yunanistan pek alışık olmadığı koalisyon hükümetlerine doğru gidiyor.
Geçen hafta yaşananlar, iki büyük partinin ve liderlerinin Yunan halkının gözünde neden bu kadar yıprandığı sorusuna sanırım cevap veriyor.
AB’nin baskılarıyla ve ülkenin iflas uçurumunda yuvarlanmasına bir-iki adım kala PASOK lideri Yorgo Papandreu ile ND lideri Andonis Samaras 300 üyeli parlamentonun 250 milletvekili tarafından desteklenecek geniş tabanlı bir hükümetin kurulmasında anlaştı.
Halk tam “Nihayet akılları başlarına geldi” diyecekken, “Yeni başbakan kim olacak krizi” patladı. Dört gün süreyle akşam başka başbakan adayıyla uyuduk sabah başka adayıyla uyandık.
İsmi geçen adaylar şunlardı:
1. Lukas Papadimos (Eski Avrupa Merkez Bankası Başkan Yardımcısı)
2. Nikiforos Diamandouros (Avrupa Ombudsmanı)
3. Panayotis Rumelyotis (Yunanistan’ın IMF temsilcisi)
4. Apostolos Kaklamanis (Eski Parlamento Başkanı)
5. Vasilis Skuris (Avrupa Toplulukları Adalet Divanı Başkanı)
6. Evangelos Venizelos (Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı)
7. Filippos Peçalnikos (Parlamento Başkanı)
8, 9 ve hatta 10’uncu gümbürtüye gittiğinden isimlerini hatırlamadıklarım.
Kelimenin tam anlamıyla curcuna. Adayların biri çıkıyor konuşuyor, diğeri medyaya bilgi sızdırıyor. PASOK açıklama yapıyor, ND yalanlıyor ve bunun tersi...
Sonunda 1 numaralı adayda (Papadimos) ve bence de en iyi adayda uzlaştılar.
Sırada bakanlar kurulu vardı. Haydi yine pazarlık. Haydi yine boşu boşuna geçen iki gün.
Muhtemelen şubat ayına kadar görevde kalacak ve erken genel seçimlere gidecek 100 günlük bir geçici hükümet kuruldu sonunda.

ESKİ EV ARKADAŞLARI GÖZ GÖZE BİLE GELMİYOR

Ama destekledikleri hükümetin tanımında da anlaşamadı iki parti. PASOK için ‘işbirliği’, ‘milli mutabakat’, ‘milli birlik’ hükümeti bu... ND için ‘geçici’ ve ‘mecburi çözüm’ hükümeti.
ND partisi, hükümeti hem destekliyor hem desteklemiyor. Tuhaf gelmesin hem iktidarda hem ana muhalefette. Kabinede altı üyesi var bu partinin ama hiçbiri milletvekili değil.
Üstelik bence en kötüsü, bu kabinede aşırı milliyetçi Laos partisinin dört bakan ve bakan yardımcısının bulunması. Adamlar üç ay için de olsa ilk kez ülke yönetiminde söz sahibi.
Daha bitmedi. Papandreu artık başbakan değil ama başbakan gibi hareket ediyor. Samaras ise AB’nin “Eğer para istiyorsanız kredi anlaşmalarına uyacağınıza dair imzalı teminat mektubu verin” ültimatomuna, “Sözüm yeter. Parlamentoda da yeni hükümete destek verdim. ımza filan atmam” diye diretiyor.
Her ikisi de şimdiden seçim hesapları yapıyor. Önümüzdeki 100 günde Yunanistan batar mı; pek umurlarında değil gibi.
Aynı hükümeti destekliyorlar ama karşılaştıklarında göz göze bile gelmemek için özen gösteriyor iki lider. Oysa gençlik yıllarında ABD’de üniversite öğrencisiyken aynı evi paylaşıyorlardı. Samaras 1985’te New York Times’a verdiği demeçte, Papandreu ile dostluğunu şöyle anlatıyordu: “Yunanistan’daki siyasetçiler Yorgo ile karşılaştığımızda hep kahkahalarla gülmemizi yadırgar. Siyaset için güldüğümüzü zannederler. Aslında biz ABD’de öğrencilik yıllarımızdaki kız arkadaşlarımızı hatırlayıp güleriz” demişti.
Velhasıl, geçen hafta Yunan siyasetinde yaşananlar halkı iki büyük partiden ve liderlerinden iyice soğuttu.
Yazının Devamını Oku