‘Ne içindeyim Matrix'in ne de büsbütün dışında’

Bilgisayarlarca üretilmiş sanal bir dünya ve bu sistemi yaratanlara karşı ‘seçilmiş kişi’ Neo’nun verdiği mücadele...…Sinema tarihinin üzerinde en çok yazı kaleme alınan, tartışma başlıkları açılan bilimkurgu serisi ‘The Matrix’in yeni adımı ‘Resurrections’ vizyona girmeden önce, üçlemenin eski tortularında dolaşalım dedik.

Haberin Devamı

‘Ne içindeyim Matrixin ne de büsbütün dışında’

Yıl 1999… ‘Milenyum’a bir kala, 31 Mart’ta ABD’de, 3 Eylül’de de Türkiye’de vizyona giren bir film, sonraki ayak izlerinden de gördüğümüz üzere sinema tarihine damgasını vuracak ve bilimkurgunun yatağını değiştirecekti. Bir üçlemenin ilk adımı niteliğindeki bu yapımda öykünün ana karakteri gündüzleri bir yazılım şirketinin elemanı olarak görev yapan, geceleri de ‘hacker’ olarak takılan Thomas ‘Neo’ Anderson’dı. Andy ve Larry Wachowski Kardeşler’in yazıp yönettiği yapımda ‘Neo’, tanıştığı Trinity adlı bir kadın aracılığıyla ‘efsanevi hacker’ Morpheus’a ulaşacak ve yaşadığı evrenin gerçekliğine dair kafa karıştırıcı bir yolculuğa çıkacaktı… Çok geçmeden daha önce içinde yer aldığı dünyanın bilgisayarlarca üretilmiş sanal bir âlem olduğunu fark edecek ve bu sistemi yaratanlara karşı, Morpheus’un saflarında isyan hareketine katılacaktı…

Haberin Devamı

‘Ne içindeyim Matrixin ne de büsbütün dışında’

GÖNDERMELER GEÇİDİ

2003’te altı ay arayla ‘The Matrix Reloaded’ ve ‘The Matrix Revolutions’ adlı devam filmlerini izlediğimiz seride anlatılanlar aslına bakılırsa kimi bilimkurgu yapımlarında perdeye yansıtılan dertlerdi. Lakin Wachowski Kardeşler’in bu nadide çalışması, felsefeyi ve metinlerinin içerdiği onca göndermeyi popüler bir sinema diliyle, görselliği yüksek bir sinematografiyle, aksiyonla bezenmiş sahnelerle ve çıtayı en üst sınırlara taşıyan bilgisayar efektlerinin yardımıyla yansıtıyordu. Nihayetinde ‘The Matrix’ üçlemesi zor ve girift gözüken konular hakkında herkesin anlayacağı bir akıcılıkta ve basitlikte yazılmış popüler felsefe kitaplarını andırıyordu. Evet, üç filmde de entelektüel dokunuşlar, insanlığın gidişatına ait meseleler, sistemin bireyi ezen ve sömüren yapısına ilişkin vurgular, makineleşme korkusu gibi problemler vardı ama ünlü ABD’li film eleştirmeni ‘rahmetli’ Roger Ebert’ın ‘The Matrix’ sonrası kaleme aldığı yazıda da altını çizdiği gibi “Derin felsefi sorunlar yine otomatik silahlarla çözülüyordu”. Keza bu görüşün aksi kanadında yer alanların savunusu da şuydu: “Artık görselliğin sınırları en uç noktalara taşındığı bir zaman dilimindeyiz ve dönemin ‘felsefi’ filmi de böyle olmak zorunda.”

Haberin Devamı

‘Ne içindeyim Matrixin ne de büsbütün dışında’

Nihayetinde serinin her bir filmi ayrı ayrı ele alındı, değerlendirildi, beğenildi, göklere çıkarıldı. Olumsuz görüş bildirenler de oldu, burun kıvıranlar da ama şurası bir gerçek ki; ‘The Matrix triolojisi’nin zihinlerde bıraktığı tortular üzerinden o kadar çok makale yazıldı, o kadar çok tartışma başlığı açıldı, devreye sosyologlar, filozoflar, felsefeciler girdiki, Wachowski’lerin yapıtları sonuç olarak sinema tarihinin en çok deşilen, didiklenen, gündem olan filmleri arasındaki müstesna yerine kuruldu.

‘Ne içindeyim Matrixin ne de büsbütün dışında’

Peki, üçleme nerelerde geziniyor, nelere göndermelerde bulunuyordu ki geniş kitlelerin entelektüel ilgisini çekiyordu? Öncelikli referans tabii ki ‘İncil’di. Mesela Neo, ‘seçilmiş kişi’ydi (‘Mesih’) ya da bizim buraların diliyle söylersek ‘Ahir zaman peygamberi’. Wachowski’ler felsefi anlamda birçok akımı harmanlayan bir yapı kurmuşlar ve sanki yollara, çeşitli ilgi alanlarına sahip seyirciyi çekecek ekmek kırıntıları dökmüşlerdi. Örneğin Fransız sosyolog Baudrillard’ın günümüz dünyasında gerçekliğin yerini kopyalarının aldığı düşüncesine dayanan ‘Simülasyon kuramı’ndan izleri bulmak mümkündü. Keza Platon’un ‘Mağara alegorisi’, ‘Varoluşculuk’ ve ‘Budizm’ serinin uğradığı felsefi limanlar arasındaydı. Orwell’ın ‘1984’ü ya da Kafka’nın ‘Şato’ ve ‘Dava’sından esintiler de bulmak olasıydı. Hatta acaba başlangıçta Thomas Anderson, gündüz ve gece farklı kişilikleriyle bizatihi bir Kafka modeli miydi dersiniz? Bir başka gönderme noktası ‘Alice Harikalar Diyarında’ydı. Karakterler, yer ve gemi adları da ayrı bir zihin egzersizi fırsatıydı: Morpheus, mitolojide düşler tanrısıdır, Cypher ‘Lucifer’ın serideki uzantısıdır, asilerin barındığı Zion şehri, İbranice İncil’deki ‘vaat edilmiş topraklar’ın ismidir… İkinci filmin sonuna doğru Neo’nun huzuruna çıktığı, insanlığı köleleştiren makineler dünyasının yaratıcısı ‘Mimar’ ise bir anlamda ‘Tanrı’ydı.

Haberin Devamı

FELSEFEDEN AKSİYONA...

Ama üçlemeyi kitleler nezdinde popüler kılan yanları tarihsel, dini ya da sosyolojik göndermeleri, referansları değildi elbet. Seri görsel açıdan aynı zamanda bir western estetiğine sahipti. Ayrıca koreografik dövüş sahneleri de bu yapıyı tamamlıyordu. Öte yandan teknik açıdan getirdiği yeniliklerin de seyirci belleğindeki yerinin sağlamlaşmasına yardımcı olduğunu belirtmeliyiz. Örneğin ‘flow motion’ denilen, bir kurşunun ağır çekim gidişinin normal bir kamerayla yakalanamayacak şekilde çok açılı görüntülerle perdeye yansıması… Ki ilk kez bu seride kullanılan bu teknik günümüzde La Liga, Premier Lig, Serie A gibi Avrupa’nın çizgi üstü futbol liglerindeki naklen yayınlarda kimi pozisyonlarda da sıkça karşımıza geliyor…

Haberin Devamı

‘Ne içindeyim Matrixin ne de büsbütün dışında’‘The Matrix Resurrections’ afişinde Neo ünlü pardesüsüyle...

Daha önce de yazmıştım; üçlemenin ilk adımında entelektüel hamleler ağır basıyor, sonraki adımlardaysa ‘derinlik’ mevcudiyetini korumakla birlikte toplamdaki hacmi giderek azalıyor, yerini daha çok aksiyona bırakıyordu. İşte böylesi bir harman seyircinin çok hoşuna gitti ve herkes ‘siberpunk’ geleneğine de katkılar içeren bu uzun hikâyeden kendi vizyonuna göre parçalar buldu. Serinin son filmi ‘The Matrix Revolutions’ ABD’de 27 Ekim, Türkiye’de ise 7 Kasım 2003’te vizyona girmişti. Aradan tam 18 yıl geçmiş. Bakalım, 24 Aralık’tan itibaren salonlarımızda izlenebilecek ‘The Matrix Resurrections’ ne türden yeni tartışmalara kapı aralayacak… Neo, geçmişte doğru hapı (!) yutmuştu, bakalım şimdi ona ve bize ne tür haplar uzatılacak? Kendi adıma serinin bitiminden bugüne kadar geçen sürede makinelerden ziyade insanların daha korkunç ve daha kötü olduklarını bir kez daha idrak ettim…

Haberin Devamı

SERİNİN YARATICILARI: LANA VE LİLLY WACHOWSKİ

‘The Matrix’ evreninin yaratıcıları Wachowski’ler, Polonya kökenli bir babanın çocuklarıydı. Lana 1965’te, Lilly de 1967’de dünyaya geldi. İkisi de Şikago, Illinois’da doğmuştu. Çizgi romanlara ilgi duyarak büyüdüler ve sonrasında profesyonel olarak da çizgi romanla ilgilendiler. Richard Donner’ın çektiği 1995 tarihli ‘Suikast Çemberi’nin (‘Assassins’) öyküsünü kaleme alarak sinemaya girdiler, 1996’da ilk uzun metrajları olan ve kara film tadı taşıyan ‘Bound’la (bizde ‘Tuhaf İlişkiler’ adıyla gösterildi) yönetmenliğe başladılar. 1999’da da ‘The Matrix’le hem kendi kariyerlerinde zirveye ulaştılar hem de sinema tarihine derin bir iz bıraktılar. Serinin ardından 2008’de birlikte ‘Speed Racer’ı yönettiler, 2012’de de ‘Bulut Atlası’nda Tom Tykwer’le beraber kamera arkasına geçtiler. Birlikte imza attıkları son film, 2015 tarihli, pek beğenilmeyen ‘Jupiter Ascending’di. ‘The Matrix Resurrections’ı Lana Wachowski tek başına yönetti.

Önceleri Larry adını kullanan Lana, 2007’de cinsiyet değiştirme operasyonuyla kadın oldu. Başlarda Andy ismiyle tanınan Lilly de benzer şekilde 2016’da ameliyatla kadın olduğunu kamuoyuna duyurdu.

İkilinin Julie ve Laura adlı iki de kız kardeşi var. Lana, 2016 seçimlerinde yayımladığı bir videoyla Demokrat Parti adayı Bernie Sanders’a destek vermişti.

‘Ne içindeyim Matrixin ne de büsbütün dışında’

KEANU REEVES: ‘PARAYI HİÇ UMURSAMADIM, ŞÖHRETİ SEVMEDİM’

Önce “Bill ve Ted’in Maceraları”, sonrasında ‘Kırılma Noktası’ ve “Benim Güzel Idaho’m” derken artık fark edilen bir isimdi Keanu Reeves. ‘Dracula’, ‘Küçük Buddha’ ve nihayetinde ‘Hız Tuzağı’yla üst lige tırmandı. Ama tüm dünyada tanınmasını ‘The Matrix’ sağladı… Serinin ardından birçok yapımda rol aldı ama yeniden kitlelerin gözüne ve gönlüne ‘John Wick’ serisiyle girdi. Naçizane ilk filme ilişkin eleştirimi yazıma “Neo, şimdi de ‘tetikçi’ mi oldun?” başlığını atmıştım. Hollywood ölçülerine göre sessiz sakin yaşayan, mütevazı bir portre çizen Reeves, geçmiş söyleşilerinden birinde “Parayı hiç umursamadım, oyunculuğa bu yüzden başlamadım ve şöhreti hiç sevmedim” demişti. “Matrix’in çok tartışılan felsefesi hakkında ne düşünüyorsunuz” sorusuna da şu cevabı vermişti: “Gerçekliğin, doğrunun ve inancın ne olduğunu araştırıyor. İnsan ve teknoloji ilişkisini ele alıyor. Yapay zekâ nedir, gerçeklik nedir; bunların peşinde koşuyor. Yani hayatın hakikatini arama yolundaki bütün safhalarla ilgileniyor.”

SERİNİN ‘BOX-OFFICE’ RAKAMLARI…

The Matrix (1999)

Yapım maliyeti: 63 milyon dolar

Dünya gişesi: 466.3 milyon dolar

Türkiye seyirci sayısı: 1.363.195 kişi

The Matrix Reloaded (2003)

Yapım maliyeti: 150 milyon dolar

Dünya gişesi: 739.4 milyon dolar

Türkiye seyirci sayısı: 1.470.316 kişi

The Matrix Revolutions (2003)

Yapım maliyeti: 150 milyon dolar

Dünya gişesi: 427.3 milyon dolar

Türkiye seyirci sayısı: 912.178 kişi

Yazarın Tüm Yazıları