İsyanım birikti sığmaz içime

En yakın dostu olan küçük kızla ayrı düştükten sonra sokaklarda başına gelmeyen bir köpek, halkının önderi olur ve kendilerini zulüm yapanlara karşı mücadeleye girişir. ‘Beyaz Tanrı’, hazmı zor ama son derece etkileyici bir film.

Haberin Devamı

İsyanım birikti sığmaz içime
Beş üzerinden dört yıldız...

Ait olduğum kuşağın adeta sinemadaki en önemli bilgi, görgü ve de eğitim alanı hüviyetindeki İstanbul Film Festivali, önce bu sanatın ‘klasik’ ustalarıyla tanıştırırdı ‘öğrencileri’ni. Bu, ‘geleneksel eğitim’in bir refleksiydi belki de: Klasikler bilinsin ki uçlara yelken açmak daha kolay olsun...

Haritanın ‘Macar sineması’ bölümünde payımıza Fabri, Szabo, Jancso, Makk, Tarr, Meszaros gibi büyük yönetmenler düşerdi. Artık bambaşka bir dünyanın seyircisiyiz ve sinema da bir anlamda bambaşka bir sanat. Zaman zaman kendisini tekrarlayan ve ‘Ahir zaman ustaları’nı post-moden reflekslerle tanımlayan cinsten... "Macar sinemasının hali nicedir?" diye merak ettiğimde ise 2006’da izlediğim ‘Taxidermia’ sayesinde olağanüstü bir yaratıcıyla karşılaştığım duygusuna kapılmıştım. Yönetmen György Palfi birbirine bağlanan üç kuşak hikâyesiyle ülke tarihinin imparatorluk, komünizm ve ‘taze kapitalizm’ dönemlerine ışık tutuyor ve son derece çarpıcı bir filmle karşımıza çıkıyordu. Bu hafta salonlarımıza uğrayan ‘Beyaz Tanrı’ (‘Feher Isten’) da benzer şekilde çarpıcı bir yapım ve yönetmeni Kornel Mundruczo vesilesiyle Macar sineması adına yeni bir umut ışığının filizlenmesine vesile oluyor sanki.
Önce bu heyecan verici filmin kısaca konusu: Hayattaki en yakın dostu Hagen adlı bir köpek olan 13 yaşındaki Lili, annesinin Avustralya'ya gitmek zorunda kalması üzerine ayrı yaşadığı babasının evine yerleşir. Macaristan’da yeni çıkan bir yasa gereği melez köpeklerin sahipleri tarafından evde beslenmesi zorlaşmış ve ağır vergiler gelmiştir. Bu yeni konjonktürde para ödenek istemeyen baba, Hagen’i sokağa atar. Lili, bu ayrılıkla derinden sarsılır ve her yerde köpeğini aramaya başlar. Hagen ise tıpkı önce kendi gibi sokağa atılmış cinslerini bulur, ardından acımasız bir sürecin en önemli şahidi olur. Sokaktaki köpekleri barınağa tıkma peşindeki görevlilerden kaçar ama asıl tehlike kendisine şefkat gösteren bir dilenciden gelir. Kimi el değiştirmeler sonucu Hagen, acımasız bir eğitim sürecinden geçer ve dövüş köpeği olur... Sonrası bütün bir şehir için kanlı bir kâbusun başlangıcıdır...

Haberin Devamı

‘SPARTACUS’TEN ‘MAYMUNLAR CEHENNEMİ’NE

Haberin Devamı

İsyanım birikti sığmaz içime

Kornel Mundruczo, senaryosunu Kata Weber ve Viktoria Petranyi’yle birlikte kaleme aldığı filminde temel olarak gördüğü zulmün ardından isyan bayrağını açan ve bir anlamda kendi halkına önderlik eden bir köpeğin hikâyesini anlatıyor. Film uğradığı duraklar -mesela Lili’nin de enstrüman çaldığı ve sert bir şefe sahip olan klasik müzik orkestrası- itibariyle sosyolojik gözlemlerde de bulunuyor ama asıl olarak ‘Spartacus’ten ‘Maymunlar Cehennemi’ne, ‘Kuşlar’dan ‘Cujo’ya hatırlattığı birçok filmle zihinsel ve nostaljik bir yolculuğa çıkartıyor. Konunun, Sam Fuller’ın 1982 tarihli ‘White Dog’a yaptığı göndermeler de ayrı...

Hoş, hikâyeye bakarak genel bir çerçevede ‘Beyaz Tanrı’yı 'Bir Disney filmi gibi' şeklinde tanımlamak da mümkün ama sertliği ve hazmı zor bazı sahneleri bu tanımı geçersiz kılıyor elbet...
‘Beyaz Tanrı’, Budapeşte’yi kullanmasındaki maharet, bilgisayar efekt destekli heyecan verici sahneler, minik Lili’yi canlandıran Zsofia Psolla’nın ilk sinema macerasındaki harika ve son derece içten performans, Hagen’in iki farklı kişiliğinde izlediğimiz Luke ve Body’nin üstün yetenekleri derken son derece etkileyici bir film olmayı başarıyor. Bir-iki sahne vasıtasıyla bizim ‘Sivas’ın sularına dahil olsa da başka dertlerden dem vuruyor. Filmde, sokak köpeklerini ucuza alıp yüksek fiyatlarla satan Afgan lokantacı rolünde karşımıza gelen yönetmen Kornel Mundruczo’nun, yetenekli bir sinemacı olduğu aşikâr. Sonraki adımlarını da heyecan içinde bekleyeceğiz...

Yazarın Tüm Yazıları