Beyazlar en çok onu severdi...

Unutulmaz sesi, ‘The Bodyguard’ filmiyle popüler kültürdeki yeri, meslektaşı Bobby Brown’la evliliği, uyuşturucu bağımlılığı ve erken yaşta, “Benden bu kadar” diyerek hayata vedası...  Kevin Macdonald imzalı ‘Whitney’, Amerika’da bir zamanlar beyazların en sevdiği siyahi şarkıcı olan Whitney Houston’ın yükseliş ve çöküş hikâyesini, tanıklar vasıtasıyla perdeye taşıyor.

Haberin Devamı

Beyazlar en çok onu severdi...

Sinema salonları ‘kesintisiz müzik’ (!) programını sürdürüyor. Önce kurgusal bir öyküyle ‘A Star Is Born’ aksetti perdeye, sonra ‘Müslüm Baba’ ve Bohemian Rhapsody’ vasıtasıyla biyografik hikâyeler derken şimdi de huzurlarımızda bir belgesel var: ‘Whitney’... Kevin Macdonald imzalı son hamlenin konusu, 2012’de hayata gözlerini kapayan Whitney Houston. ‘Beyazlaşmış siyahiler’ korosunun ‘kadınlar’ kategorisindeki en popüler ismi olan Houston, yaklaşık iki saat süren filmde yükseliş ve çöküş dönemleriyle karşımıza geliyor.

1963 doğumlu müzisyen, popüler kültürün hafızasına unutulmaz şarkısı ‘I Will Always Love You’nun da eşlik ettiği 1992 tarihli ‘The Bodyguard’ filmiyle kazınmıştı. Bir ‘R&B’ şarkıcısıyla koruması olan eski gizli servis ajanı arasında sonradan alevlenen ilişkiyi anlatan yapımda Houston, dönemin jönlerinden Kevin Costner’la etkileyici bir romantik çift görüntüsü çiziyordu. Lakin gerçek hayatta aradığı mutluluk tablosunu, bu seyirci rekorları kıran filmindeki gibi çizemedi.

Haberin Devamı

Ulusal Marş’la gelen sevgi ve sempati

Müzisyen bir ailenin içinde büyüdü Whitney. Annesi ünlü gospel şarkıcısı Emily ‘Cissy’ Houston’dı. Aynı zamanda Dionne Warwick ve Dee Dee Warwick’in kuzeniydi; bitmedi, vaftiz annesi Aretha Franklin’di. Kilise korolarında başlayan müzik serüveni vokalistlikle devam ederken aynı zamanda modellik de yapıyordu. Bir TV programında (‘The Merv Griffin Show’) keşfedildi, olağanüstü sesi herkesi etkiledi, yapımcılar peşine düştü, ‘1991 Super Bowl’ finali öncesi kendi yorumuyla seslendirdiği ‘Amerikan Ulusal Marşı’ (‘A Star Spangled Banner’), Körfez Savaşı’yla birlikte bütün ülke sathında esen milliyetçi rüzgârlar eşliğinde çok beğenildi ve birçok beyaz onu, “En sevdiği siyahi sanatçı” olarak tanımladı. Peşi sıra ‘The Bodyguard’la, artık bütün dünyanın gözdesiydi. Bobby Brown’la evlilik, kızları Bobby Kristina Brown’ın dünyaya gelişi, ‘Apartheid sonrası’ Güney Afrika’da ilk konser veren sanatçı oluşu, art arda gelen Grammy’ler, albümler derken zirve onundu.

Haberin Devamı

Bir otel odasında biten hikâye

Lakin uyuşturucu problemi, servetine göz diken (başta babası olmak üzere) kardeşler, akrabalar ve de annesi gibi olmama (boşanma, çocuğuyla yeterince ilgilenememe) çabası ama bu çabanın üstesinden gelememe vs. derken zengin ve fakat son derece mutsuz bir kişiliğin ifadesine dönüşüyordu Whitney Houston. Birçok kez bağımlılıktan kurtulmak için kliniklere başvurma, tedavi görme hamleleri de karşılığını bulmuyordu. Ve nihayetinde 2012’de, 49 yaşındayken bir otel odasının banyosunda ölü bulundu.

Daha önce de Mick Jagger (‘Being Mick’) ve Bob Marley (‘Marley’) gibi müzisyenlerin belgesellerine de imza atan Kevin Macdonald, ‘Whitney’de neredeyse sanatçının hayatında yer alan herkesi kamera karşısına oturtmuş ve görüşlerini almış. Kronolojik bir akışla ilerleyen film, çeşitli görüşlerden ve arşiv görüntülerinden oluşan parçalar birleştiğinde, son derece etkileyici bir genel resme ulaşıyor. (Bazı anlarda da öykünün geçtiği döneme ait tarihsel notları buluyoruz.) Ayrıca ‘Whitney’, sanatçının serüvenindeki kimi karanlık yerlere de giriyor.

Haberin Devamı

Mutsuzluk, yalnızlık...

Öte yandan mesela ‘Müslüm Baba’ filmi üzerinden konuşursak Gürses’le kıyaslandığında Houston’ın hayatındaki trajediler bambaşka; onun derdi sanki varlık içinde psikolojik yokluk, mutsuzluk ve yalnızlık... Ve bu haliyle son derece ışıltılı hayat, sizi yüreğinizin bir yerinden yakalıyor ve kimi anları itibariyle sarsıyor, gözyaşlarınızı teslim alıyor.

Bazı yanlarıyla, kurgusal bir öykü anlatan ‘A Star Is Born’un gerçek hayattaki karşılığı türünden çağrışımlarda da bulunan ‘Whitney’i kaçırmayın derim.

Beyazlar en çok onu severdi...
Kadınlar vardır, kadınlar her
yerde...

aşarısız bir soygun girişimi ve geride kalan gözü yaşlı eşler... Bu grup içinde yer alan ve yeni hayatına alışmakta zorlanan Veronica Rawlings, çok geçmeden kocasının 2 milyon dolarlık borcunu ödemek durumunda olduğunu anlar. Çünkü karşısında yörenin mafyası vardır. Peki çözüm? Veronica, kocasının tuttuğu ‘iş-güç’ defterini bulur, bir sonraki soygun planını öğrenir ve harekete geçer. Kurduğu ekipte ise, kendisiyle aynı kaderi paylaşan, diğer soyguncuların eşleri vardır...

Haberin Devamı

1983 tarihli bir İngiliz TV dizisinin (yazarı Lynda La Plante) sinema uyarlaması niteliğindeki ‘Dul Kadınlar’ (‘Widows’), yönetmeni Steve McQueen ve Gillian Flynn’ın ortaklaşa kaleme aldıkları senaryoyla seyirci karşısına çıkarken öykü ön planda erkekler dünyasında kendi güçleri, emekleri ve çabalarıyla ayakta durmaya çalışan ve rotalarını çizen kadınları anlatıyor; arka planda ise siyaset ve ırkçılık gibi
limanlara uğruyor.

Robert Duvall döktürüyor

Öykü bir kanadıyla, yöredeki yerel seçime de odaklanıyor. Burada taraflardan biri yüz yıla aşkın bir süredir iktidarı elinde bulunduran ‘beyaz’ Mulligan ailesinin genç üyesi Jack Mulligan, diğeri de ‘siyahilerin temsilcisi’ Jamal Manning. Film, iki tarafı da kötülükle at başı konumları eşliğinde perdeye taşıyor. Siyahi Veronica’nın soyguncu beyaz kocası Harry, Mulligan’larla iş yaparken Manning’e de borçlanmış ve hesabı kapatmak, gözü yaşlı dul eşe düşmüştür.

Haberin Devamı

Veronica’da Viola Davis’in, ekipte yer alan kadınlardan genç Alice’te Elizabeth Debicki’nin (kendileri ‘genç Catherine Deneuve’ adeta) çok başarılı performanslar ortaya koyduğu filmde baba Mulligan rolünde karşımıza gelen emektar Robert Duvall döktürüyor.

Atmosferi ve özellikle de kadın meselesini sınıfsal bir bakış açısıyla doğru noktalardan ele alışıyla gönlümüzü fethetse de senaryodaki bazı klişeler ve olayları, altı çizili bir biçimde açıklama isteği, ‘Dul Kadınlar’ı ortalama çizgilere taşıyor. Dolayısıyla bu adım, geçmişinde ‘Hunger’, ‘Shame’, ‘12 Yıllık Esaret’ gibi çıtası yüksek filmler bulunan Steve McQueen adına, daha geride duran bir çaba olarak kayıtlara geçecek gibime geliyor.

Ama son tahlilde yine de ‘Ocean’s Eight’ üyelerinin yerine, bu ‘işçi sınıfı ruhlu’ ekibi tercih ederiz!

Diğer seçenekler...

Haftanın öne çıkan yapımlarından ‘Fantastik Canavarlar: Grindelwald’ın Suçları’nı (‘Fantastic Beasts: The Crimes of Grindelwald’), serinin ilk filminde olduğu gibi David Yates yönetmiş. Filmin kadrosunda Eddie Redmayne, Jude Law, Johnny Depp, Katherine Waterston, Zoe Kravitz ve Ezra Miller gibi isimler yer alıyor. Romantik komedi ‘Her Şey Seninle Güzel’in başrollerinde Burcu Biricik, Mert Fırat, Hazar Ergüçlü ve İlker Aksum var. ‘My Best Friend’s Wedding’in yerli versiyonu olan yapımı Cem Karcı yönetmiş. Haftanın animasyon seçeneği ‘Prenses ve Ejderha’yı (‘Princess and the Dragon’) ise Marina Nefedova yönetmiş. Fatih Hasanoğlu ve Furkan Düzen’in ortak imzalarını taşıyan ‘Cin Tepesi’nde ise Fatih Hasanoğlu, Furkan Düzen ve Biray Dalkıran rol alıyor. İsmail Hakkı Koç’un yönettiği ‘Çift’lik Bank: Tosun Firarda’nın kadrosunda ise Burak Alkaş, Fercan Bay, Murat Övüç ve Kadir Gültekin gibi isimler var. ‘Koyver Gitsin’de ise başrolleri Ömer Gecü,
Onur Yaprakçı, Seymen Aydın ve Begüm Polat paylaşıyor, yönetmen Kemal Danacı.Beyazlar en çok onu severdi...

Kundurama sinema doldu!

Sinema, İstanbul’da yeni bir cephe daha kazanıyor. Tarihi Beykoz Kundura binasının kalbi niteliğindeki kazan dairesinin bir bölümü, sinema salonuna dönüştürüldü. Kökleri 1800’lere dayanan, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kesintisiz olarak faaliyet göstermiş nadir endüstriyel oluşumlardan biri olan Beykoz Kundura’da aslında sinema, geçmişte de revaçtaydı; fabrika dahilinde hem çalışanların hem de Beykoz halkının katılımıyla film gösterimleri gerçekleştiriliyordu. Dolayısıyla bu hamleyle birlikte geleneksel yapıya tekrar dönülüyor.

Bu yıl Beykoz Kundura Film Günleri kapsamında ‘Karlar Altında Kâbuslar’ ve ‘Bir Yaz Gecesi Sineması’ başlıkları altında düzenlenen organizasyonlarla bir tür prova süreci yaşandı, artık sıra düzenli gösterimlerde. Bugün ve yarın gösterilecek filmleri aşağıda bulabilirsiniz. Bu arada ‘Beykoz Kundura’da bilet fiyatları tam 30 TL, öğrenci ise 25 TL.

İyi seyirler dileklerimizle...

Bugün
◊ Saat: 16.00
New York Esrarı / The Naked City
Yön: Jules Dassin
◊ Saat: 20.00
Oyun Vakti / Playtime
Yön: Jacques Tati

Yarın
◊ Saat: 16.00
Berlin: Büyük Bir Şehrin Senfonisi /
Symphony of a Great City
Yön: Walter Ruttmann
◊ Saat: 20.00
Gece ve Şehir / Night and the City
Yön: Jules Dassin

Beyazlar en çok onu severdi...

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları