Ey Homo Sapiens!

İbn Sina’yı yetiştiren kültürle Takiyüddin’in rasathanesini yıkan kültür aynı mı şimdi?

Haberin Devamı

Ey Homo Sapiens

Beytülhikme'nin kurulduğu Bağdat. Doğrusu Atlantis'e benzetmede edemiyorum da.

“Abdala malum olur” deriz. Bir şeyin olacağını önceden bilenler için söylenir. Abdallık burada gezgin derviş anlamındadır ve bilge derviş, ermişliğe varmıştır aslında; o kadar ki olacakları önceden bilebiliyordur. Tabii şaka yönlü bir sözdür bu. Malum olmak, bilmek anlamına gelir. Ayrıca özellikle belirtelim çünkü halen farklı kullananlar olabiliyor: Aptal değildir o, “abdal”dır.
Malum ve çoğulu olan malumât, “ilim” diye okuduğumuz Arapça ilm’den gelir. İlm, biliş, bilme, bir şeyin doğrusunu bilmek, okuyarak öğrenilen bilgi anlamlarına gelir. Malumât da bu bilinmiş, öğrenilmiş şeylerdir doğal olarak. Bunlar Arapça kökenli sözcüklerimiz. Türkçesi bilgi. Öz Türkçe. Kutadgu Bilig’de olduğu gibi. (Kutadgu Bilig, mutluluk veren, kutlu eden bilgi demektir.) Kutadgu Bilig’e döneceğiz.

Haberin Devamı

İSTEMEZSEK OLUR MU?

Bilgi nedir, nerededir? Her yerdedir diyebiliriz. Öğrenmek isteyene tüm kapılar açıktır. Mesela türküden öğreniriz ayva ağacının çiçekleri açtığında yaz mevsiminin gelmekte olduğunu. Sahilde gezerken öğrenebiliriz, rüzgâra asılı kalan bir martının kıpırdamadan duruyormuş gibi dakikalarca havada kalabildiğini. Günümüz teknolojisi müthiş; telefona baktığımızda dünyanın öbür ucunda yaşayan tanıdıklarımızın bulunduğu yerdeki hava durumu bize “malum” olur. Say sayabildiğin kadar. Başka deyişle insan, öğrenmeyi istiyorsa, öğrenemeyeceği şey yoktur. Evrenin sırları dâhil!
Buradaki anahtar sözcük “istemek” olsa gerek. Öğrenmeyi istemek. İstiyor musun, istemiyor musun? Çünkü istiyorsan öğreneceksin, istemiyorsan öğrenemeyeceksin. Öğrenmeyi istiyorsan, o konudaki (belki başka pek çok konudaki) cehaletin sona erecek, öğrenmeyi istemiyorsan, cehaletin sürecek. Ve eğer, cahil kalmayı bilerek, bilinçli olarak tercih ediyorsan, çevrendekilerin de öyle olmasını istiyor olabilirsin zira genel olarak çevremizde bize bilgiçlik taslayacak kimseler bulunmasını istemeyiz.

Haberin Devamı

Ey Homo SapiensARİF OLAN...

Öğrenmeyi istemek için “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmek gerekir. Bu bilgiyi zaten Atatürk’ümüz, ülkemizin öğretmenlerine miras bırakmıştı. Ne kadar hayata geçtiği üzerinde elbette tartışılabilir ama şu an konumuz başka.
“İrfan” da ne güzel bir sözcüktür. Evet Arapçadır ama bizim dilimizde de var. Sözcükleri “nereden geldiklerine” göre değil, bize ne kattıklarına göre değerlendirebilirsek, zenginliğimizin de o derecede arkına varmış sayılmaz mıyız? Ayrıca Arapça, çok eski, köklü ve şiirsel bir dildir. Petrol sonrası akan paranın getirdiği görgüsüzlükten bağımsız düşünmek gerek. Düşünsenize irfan, “arif” ile, “tarif” ile, “maarif” ile ve daha pek çok kavramla bağlantılı, fiilken “bilmek, öğrenmek”, isimken “bilgi, pratik bilgi” anlamlarına sahip nefis bir sözcük.

Haberin Devamı

İNANMANIN ERDEMİ

Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirebilmek, hiç kuşkusuz buna inanan toplumla gerçekleşir. Batı (yani Avrupa), fikrini, irfanını ve vicdanını zincirlemiş bağnaz Roma Kilisesi’nin prangalarını kırabildikten sonra Batı oldu. (Bu konuda daha önce birkaç kez sohbet etmiştik bu sayfada. Hepsi Hürriyet’in internet sitesindeki arşivde duruyor.) Nelerle uğraştılar... Engizisyonlar, işkenceler, diri diri yakmalar, zehirlemeler... Kilise, kendi bildiğinin dışında bir dünya olmadığını varsayıyor, bunu da dikte ediyordu. Ama vardı tabii! Gökbilimcilerin çektiklerine bakın. Galileo’nun, Kopernik’in ve hatta bizde Takiyüddin’in. Hepsi ölümle tehdit edildi. Dünya dönüyor mu, dönüyor! E bu basit gerçeği bile kabul edebilmeleri asırlar aldı! Dünya’nın evrenin merkezi olmadığını şu an çok iyi biliyoruz değil mi? Yahu binlerce yıl merkezi Dünya zannettik, aksine laf edeni de ya öldürdük, ya susturduk. E ama gerçek bu, ortaya çıkıyor sonunda. Garibim Takiyüddin... Gitti İstanbul Tophane’de, elbette Sultan III. Murad’ın onayıyla, yeryüzünün en ileri gözlemevini kurdu; sonra başta Şeyhülislam olmak üzere saraydaki bir grubun Padişah’ı, “Allah’ın işine karışıyor, göklerin sırlarına göz dikiyor” diyerek yanlış yönlendirmesi ile o güzelim gözlemevi yıkıldı! (1580) Yıkılır tabii... Fikir, irfan, vicdan hür değil ki!

Haberin Devamı

Ey Homo Sapiens

Solda Galenus, sağda Hipokrat ve ortada İbn Sina. Tıbbın Hâkimi. Bu resim-baskıyı ortaçağın sonunda yapan Batı'dır.

BORÇ BÜYÜK DOĞRUSU

Oysa irfanın en güzel ve eski örnekleri, İslâm’ın ilk yüzyıllarındaki olağanüstü bilimsel çaba ile Batı’ya hediye edilmişti. Günümüzde Aristo, Platon, Galenus, Hipokrat vs. okuyabiliyorsak, bunu İslâm dünyasına borçluyuz. Batı bunu çok iyi biliyor, takdir ediyor ve bundan yararlanıyor. Ama günümüz İslâm dünyası bunun ne kadar farkında, onu bilmiyorum işte. (Yeri gelmişken bir kitap önerisi: Avrupa İslâm’a Neler Borçlu, Juan Vernet, Çeviren: Nesrin Karavar, Say Yay.)

ÖBÜR DÜNYA?

Batı, Müslüman bilginlerin yaptığı çevirilerle ulaştığı “bilgi”yi alıp kullandı, iç çatışmalarını yaşadı, çok acılar çekti ama sonra “hür”leşti. Rönesans, İslâm dünyasının Batı’ya kazandırdığı klasik Yunan bilgisi üzerine inşa edilmiş hümanizmayı temel alır. Ama sonra, kimsenin tahmin etmediği bir şey oldu. Batı yavaş yavaş prangalarını çıkartırken, Doğu bu kez kendi kendini prangaya vurmaya başladı. Yani bilginin her türlüsüne bizzat kavuşmuş, onu geliştirmiş, yüceltmiş Doğu, ışığıyla Batı’yı aydınlattıktan sonra karanlığı tercih etti! Batı, fikri, irfanı ve vicdanı hürleşirken (bunun içine Endülüs Müslümanları da dâhildir elbette) Doğu hürriyeti öbür dünyaya tahvil etmeyi seçti.

Haberin Devamı

Ey Homo Sapiens

Takiyüddin ve öğrencileri, İstanbul Rasathanesi'nde derste. (...imiş bir zamanlar.)

HİKMET EVİ

Bugün tanıdığımız ne kadar filozof varsa aslında ya Şam’da, ya Bağdat’ta, ya başka bir irfan merkezinde tarihin tozlarından kurtulup ışık yüzü görmüştü. Yahu sekizinci yüzyıl sonu, dokuzuncu yüzyıl başındaki Beytülhikme denen Bağdat’taki ilim irfan yuvası ve tercüme evini kuran İslâm halifeleriydi! Kendi dillerinde “filozof” demekte zorlandıkları için feylesof demişlerdi onlara.
Filozof, sevmek anlamına gelen “philo” ve bilgelik, bilmek anlamına gelen “sophos” Yunanca sözcüklerinden türemişti. Yine philo ve söz anlamına gelen “logos”tan türemiş filoloji gibi. İçinde hep “sevmek” vardı bu kavramların. Bilgiyi sevmek... 400 bin cilt kitabın olduğu söylenen Beytülhikme’de veya Takiyüddin’in rasathanesinde olduğu gibi sevilirdi bilgi. Öğrenmekten güzel ne olabilirdi ki? Hayatında on tane kitabı yan yana görmemiş insanların her konuda ahkâm kesmelerine pabuç bırakmayan, bizzat İslâm dünyasıydı o zamanlar. İbn Sina’nın felsefe ve tıbbi bilgisi ile hepimiz gurur duymuyor muyuz? Bizzat Avrupa, İbn Sina’yı tıbbın kralı ilan etmedi mi? İbn Sina gerçek bir filozoftur. Yani “bilgi seven”. Adamın öğrenmeye çalışmadığı şey yok. Anlatılır ki, okumadan, bilmeden bir konuda fikir yürüten öğrencilerini kovarmış sınıftan.

KUTSAL BİLGELİK

Bilgelikten, bilgiden söz ediyorken, bunun Latincesine dokunmadan geçemeyiz. Dedik ya hani sophos (sofos), irfan... İşte onlar erdem, İngilizcesiyle “wisdom”... Latincesi de “sapientia”dır. Aslında Yunanca sophos ile aynı şey. Sapientia sözcüğünü biz aslında biliriz. Nereden biliriz? Kendimizden! Biz kimiz? Homo Sapiens! Evrim sürecinde insan, yavaş yavaş, milyonlarca yıl içinde gelişti.(Tabii milyarlarca yıl olan öncesini de unutmamak gerek.) En son iki ayağının üzerinde tam olarak yürüyen “homo” yani insan, daha sonra çok akıl ürünü işler yapmaya başlayınca, o türe “bilge insan” anlamına gelen homo sapiens dendi. Bugün dünya üzerinde olup bitenlere bakınca, bu ismin doğruluğunu sorgulamamak işten değil ama yine de öyle. Bizler, hepimiz “bilge insan”ız. (Öyle miyiz, tartışılır.)
Bilge insanın yaptığı en önemli anıtlardan biridir mesela İstanbul’daki Ayasofya. Orijinal adı Hagia Sophia’dır. Yani Kutsal (hagia, hacı) Bilgelik. Kutsal Bilgelik... Size bir şey çağrıştırıyor mu? Bana çağrıştırıyor. Kutadgu Bilig! 11. Yüzyılda Karahanlı Türk, Yusuf Has Hacib’in yazdığı dev eser. İlk başta sözcüklerin birebir anlamdaş olmadığını ileri sürenler olacaktır ama kavramların kökenine indiğimizde görürüz ki “tam olarak aynı şey”dir ikisi de!

Ey Homo SapiensBİZ MİYİZ O?

Şimdi... Bu kadar bilgi seven, bilgiyi ve bilgeliği, erdemi, öğretmeni, bileni yücelten, Batıyı adam eden Doğulu Homo Sapienslerin bugünkü haline bakıyorum da... İnsan kendi mirasına da nasıl sahip çıkmaz, nasıl ona sırtını döner ki? Çin’de de olsa gidip bulunması istenen ilmin, sadece kutsal kitap fikirleşmelerinden ibaret olduğunu sanan bir topluluğa nasıl dönüştü bu Doğu? Hayır, dinin kendi içinde sorun oluşturduğunu hiç sanmıyorum zira öyle olsaydı, yukarıda da dediğim gibi binlerce çeviri yapamaz, yüzlerce bilim insanı yetiştiremezdi Doğu. Öyle olsaydı, “öküze tapıyorlar” diye hakir görülen, “filden maymundan tanrı yapmışlar” diye ötelenen Hindular, bugün dünyanın en önemli bilim kurumlarında yöneticilik ve bilirkişilik yapamazlardı.
Şu dünyanın haline bakın. Şu denizlerin haline bakın. Lütfen sadece Marmara’ya bakın! Buna sebep bizler miyiz yani homo sapiens, bilge insan? Galiba çözüm için tek anahtar var: Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek. Başka da yolu yok.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

BUNALTICI

Pazar günü hem 40 dereceye yaklaşır, hem de beklendiği gibi hafif bir yağış olursa, hangi soğuk suyun altına gireriz bilmem. Belki de yağmur altında dolaşmak iyi gelebilir. Ama bugün (Cuma) ve yarın keyifli, sıcak, açık (Güney Marmara’nın batısı hariç) ve hafif esintili bir hava bizi bekliyor gibi görünmekte. Sağlıcakla kalınız.

Yazarın Tüm Yazıları