Serdar Alyamaç

Yapmasaydınız

4 Ocak 2009
SORU biraz enteresan olabilir, ama gittikçe hararetlenecek bir tartışmanın başında sormak, belki en doğrusu. Evet, soru şu: Devletin icrası olan hükümeti elinde tutan siyasal partinin icraatları kime yazılır? O partiye mi, devlete mi? Sormaya şöyle de devam edebiliriz: Hükümeti elinde tutan partinin, kentlere ayrım yaparak keyfi icraat hakkı var mıdır? İzmir söz konusu olunca hep bir ağızdan "VAR" dediğinizi duyar gibiyim. Bu iş, tabii kitabında yazıldığı gibi uygulanmıyor, uygulanması da beklenemez. Zira, o parti, bir sonraki seçim için kendi avantajı doğrultusunda böyle bir ayrıma gidebiliyor, gidiyor da.

Yatırım tartışması

Sanırım neden söz ettiğim anlaşıldı: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu arasında, özünde yerel seçim yatan, İzmir’e hükümet yatırım yaptı, yapmadı tartışması. Bunun kıvılcımı arsenik tartışmasıyla çıkmıştı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in, "İzmir’in suyunda yüksek miktarda arsenik var" çıkışıyla başlamış, barajları kim yaptı, kim engel oldu tartışmasıyla durulmuştu. Geçenlerde Kocaoğlu’nun çıkışı ve Erdoğan’ın cevabıyla yine ateşlendi. Şurası bir gerçek, bu tartışma seçimler yaklaştıkça artacak, Kocaoğlu’nun göndereceği dosyanın kalınlığı bir şey değiştirmeyecek.

Politik izolasyon

Erdoğan, Beydağ ve Gördes barajlarını tamamladıklarını, raylı sistem ve UNIVERSIADE'yi (Dünya Üniversiteler Spor Oyunları) belediye yapamayınca kendilerinin yaptıklarını belirtmiş. Biz buna ek yapalım; çevre yolunu da, hatta her ne kadar sonucu büyük bir hezimet olsa da, EXPO’yu da katalım. Sonuçta, İzmir tarihinde olmadığı kadar önemli bir tanıtım olanağı sunuldu. Söylenen sözlerin gerçekliğini bir kenara bırakıp, yani "Kocaoğlu haklı ya da Erdoğan haklı" kısmını geçerek, "Amma çok şey yapmışlar" da diyebilirsiniz, "Yedi yılda yapılanlar bunlar mı" da. Bu sizin nereden baktığınızla ilgili. Bana kalırsa tartışmanın önemli noktası, yapıp yapmamak değil. Bu kentin yıllardır yaşadığı "politik izolasyon", yani hükümet karşıtı duruşundan kaynaklanan yatırımlarda göz ardı edilme sıkıntısından yeterince muzdarip olduğudur. Bu izolosyon, kentin bugün istenilen yerde olmamasının en önemli nedenlerinden biridir. Tek nedeni diyemeyiz. Asli görevi, yapılan bir "kıyak" olarak göstermek, bu anlamda yeterli deneyimi olan bu kentte ne kadar işe yarar, seçimlerde göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

Mutluluk zinciri

1 Ocak 2009
Bugün ekonomik sıkıntıları yoğun hissedeceğimiz bir yıla uyandık. Ekonomi geçmişimize bakıldığında, krizlere karşı koruyucu bir refleks kazanmış olmamız gerekse de, bu iş söylendiği kadar kolay olmuyor. Yeni bir yıla girince, yeni bütçeler de açıklanmaya, meclislerde kabul edilmeye başlandı. İzmir’in üç önemli odası da bütçelerini meclisten geçirdi: İzmir Ticaret Odası (İZTO) 28 milyon TL, Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) 5 milyon 825 bin TL ve İzmir Ticaret Borsası (İTB) 4 milyon 100 bin TL. Unutmayın artık YTL değil, TL var. Görüldüğü gibi İzmir’in en zengini Ticaret Odası. Bu gayet normal. Her kentin en zengini en fazla üye sayısı, aidatlar, yasal işlem katkı paylarıyla, kayıt ücretleriyle ticaret odası olur. Sanayi odasına bakıca, "Bunlar patrondur, daha zengindirler" diye düşünebiliyor insan ama üye sayısının azlığı ve diğer bazı kazanç unsurlarında mahrum oldukları için bütçeleri daha düşüktür. İZTO, EBSO, ITB ya da Esnaf Odaları; zengin ya da diğerine göre fakir, bütün odaların ortak bir noktada birleştiren sosyal sorumluluk olsa gerek. Ne de olsa büyük buhrandan daha kötü olduğu söylenen bir kriz yaşanıyor; gerçi şimdilik bu ateşin yalnızca ısısından etkilendik ama 2009’a yönelik bir projeksiyon yapıldığında, bu yılın daha sıkıntılı geçeceği malum.

Sosyal sorumluluk

Peki, bu çerçevede, bu odaların gerçekleştirdikleri sosyal sorunluluk nedir? Bankalarla yapılan, üyelerine kolay kredi anlaşmaları? Tüketiciyi alışverişe yönlendiren kampanyalar? Bunların hepsi çok güzel ve amacına uygun çalışmalar. Bu çalışmaları gerçekleştiren odaları takdir etmek gerekiyor. Ama...

Bütün bu odaların üyelerini, ekonomik yapı içerisinde, sokaktaki insandan ayırmak imkansız. Ne de olsa, ürettiklerini ve sattıklarını tüketen, talebi yaratan sokaktakiler. O zaman ortaya çıkan bir mutluluk zinciri: Tüketici ne kadar mutlu olursa, malı üreten de, satan da o kadar mutlu olacaktır. Bu mutluluğun kaynağı satın alınan veya satılan malın kalitesiyle değil, satın alma gücü ile ilgili. Bu doğrultuda, çok da ilintili görünmese de, sosyal sorumluluğu üstlenecek olan yine bu odalardır. Şimdi, "Ne yapalım tüketicinin cebine para mı koyalım" diye bir soru gelebilir yetkili kişilerin aklına. Hayır, bunu başarmanın yolu tüketicinin cebine para koymaktan geçmiyor, bu sorumluluğu üyelerine yaymaktan geçiyor.
Yazının Devamını Oku

2009’da ne olur

28 Aralık 2008
MALUM, üç gün sonra yeni bir yıla, 2009’a giriyoruz. Bu da, yaşanan küresel krizin yeni yıla taşınması demek. Bu durum, krizin 2009’a nasıl yansıyacağı sorusunu da getiriyor. İşte, evde, bakkalda; hayatın her yerinde bu sorunu cevabını arar olduk.

Evet, son günlerin en popüler sorusu bu: "2009’da ne olur?" Bu soruyla ima edilen, ekonomik krizin derinleşerek devam edeceği mi, yoksa biraz yumuşayacağı mı? Kimimiz, ekonomist edasıyla karamsar bir tablo çizdik, kimimiz yılın ikinci çeyreğinden itibaren krizin etkisinin yavaş yavaş azalacağını söyledik. Kimimiz de, bütün bunların verdiği kafa karışıklığı içinde, "psikolojik" olduğuna kanaat getirdik.

Mesleğim (gazetecilik, ekonomist değil) gereği, ister istemez bu soruların muhatabı olma durumunda kaldım. En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Bilmiyorum. "Biliyorum, şöyle olacak" diyen de tahminden öteye gidemiyor. Son dönemlerde yaşananlara bakıp, 2009’da bizi daha fazla sıkıntı beklediğini söylemek çok zor değil. Çünkü, tüketim ve harcamalarla finansal kaynaklardaki daralma, reel kesimde, yani, üretim, satışlar ve istihdamdaki olumsuz etkisini 2009’da daha fazla gösterecektir. Dünya ekonomisindeki yavaşlama ve talep daralmasına bağlı olarak, AB ülkeleri, ABD ve Rusya’ya yapılan ihracatta talepten yaşanan düşüş olacaktır. Türkiye ekonomisinin büyüme hızı da düşecektir; yaklaşık olarak yüzde 2 olması bekleniyor ama bunu da iyimser bulanlar var.

Parayı ne yapmalı

Krizin hemen 2009’da bitmesi beklenmiyor. 20 Ocak’ta Barack Obama’nın başkanlık görevini devralmasıyla, önlem paketi açıklayacağı beklentisinin, krizin kaynağındaki etkisini azaltması umuluyor. Türkiye’nin IMF ile anlaşmasının da, bir terslik olmazsa, piyasaları rahatlatması bekleniyor. Bu çerçevede, yılın ikinci yarısında krizin etkisinin azalmaya başlayacağı beklentisi var, ama bitmesi değil. Eğer başka bir şey olmazsa.

Şimdi, diğer sık sorulan bir soruya cevabı da İş Yatırım’ın hazırladığı "2009 Strateji Raporu" veriyor. Raporda, Türk Lirası’nı tercih edenler kazanacağı vurgulanıyor. Türk Lirası enstrümanlar arasında da tahviller öne çıkıyor.

İMKB için ise, "Ekonominin durgunluğa girdiği ve belirsizliklerin arttığı mevcut konjonktürün borsada kalıcı bir yükseliş için uygun olmadığına inanıyoruz" deniliyor. 12 aylık endeks tahmini ise 34 bin. Doların 2009 sonunda 1.64 TL olması öngörülüyor. Benim çıkardığım sonuç: 2009’da, karamsar değil, ihtiyatlı olmak ve ona göre hareket etmek gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Oda seçimleri ve politika

25 Aralık 2008
Her ne kadar şu anda herkes yerel seçim ve partilerin göstereceği adaylara kilitlense de, ondan önce İzmir iş alemi için önemli olan oda seçimleri var. Oda deyip geçmeyin. Binlerce üyesi olan politik açıdan bir güç, aynı zamanda bir kaç şapkayı da beraberinde getiren odalar bunlar. Sivil toplum örgütlerinin gücü her geçen gün artıyor. Ama söz konusu ticaret veya sanayi gibi odalar olunca, ekonomik dinamikleri bir arada toplayan gerçek güçten söz etmiş oluyoruz. İzmir Ticaret Odası (İZTO), Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO), İzmir Ticaret Borsası (İTB) ve Deniz Ticaret Odası (DTO); hepsi seçime gidiyor. Son dönemlerde odaların artan gücünün yanında, hesaplaşma gibi farklı etkenler de girince işin içine, seçimlerin çok çekişmeli geçeceğini söylemek zor olmaz. Oda seçimlerini ve yaşanan gelişmeleri bu köşede fazlasıyla aktaracağım. Ama önce, tamamen politika kokan İZTO’dan başlamak gerek. Zira 16 yıldır yönetim kurulu başkanlığını yürüten Ekrem Demirtaş’ın karşısına en güçlü aday olarak ortaya çıkan CHP İl eski Başkanı Alaattin Yüksel, çalışmalarına başladı. Siyah ile beyaz arasındaki tonlarda pek dolaşmayan Demirtaş, henüz adaylığını açıklamasa da, 16 yılın getirdiği tecrübeyle, beğenilen ya da beğenilmeyen yaptıklarıyla, 6 Şubat için çok ciddi bir potansiyel. Tabii, adının AKP’den büyükşehir belediye başkan adaylığı için geçtiği de ayrı bir gerçek. Eğer böyle bir durum söz konusu ise, doğal olarak Demirtaş, adaylığını açıklamak için, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan karar verene kadar, bekleyecektir. İZTO’da seçimlerin diğer bir özelliği ise, politik etkenlerin bu defa daha yoğun ve açık şekilde kullanılması. Sağ ya da sol düşüncede, şimdiye kadar Demirtaş’a karşı olanları toplayan Yüksel’in,

Politik motivasyon

İZTO üyeleri arasında oldukça fazla olan CHP’lilerin hesabını yaptığı ve Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile el ele çalışacağı, söylentiler arasında. Ama, mevcut CHP il yönetimi ile arasının pek iyi olmadığı da bilinen bir gerçek. Seçime yansıyacak politik yaklaşımlar söz konusu olmuşken, içinde MHP’yi de barındıran hatırı sayılır bir sağ düşünceye sahip İZTO seçmenin de olduğunu belirtmekte fayda var. Ayrıca, Yüksel’in MHP’nin desteğini de aldığı gelen söylentiler arasında. Bu durumda, MHP dışındakilerin takınacağı tavır, bu seçimlerde politik bir devinim söz konusuysa, CHP’nin tersine olacaktır. En azından politikanın kendisinde bu böyle...Ve bu açıdan bakıldığında da, AKP’nin İZTO’nun CHP’nin eline geçmesine kolay kolay göz yummayacağını söyleyebiliriz. Bu seçim, büyük ittifakların kurulacağı zor ve çekişmeli geçeceğe benziyor.
Yazının Devamını Oku

Güç ve hırs

21 Aralık 2008
Toplumda belli noktalara gelmiş insanların, bir neden yokken, şaşırtıcı bir anda yerini başkalarına bırakma kararı almasına hep imrenilmiştir. Bu insanlara "Şimdi ne yapacaksınız" diye sorulduğunda ise, genelde ya deniz kenarında bir beldeye yerleşme, ya da kendi bağlarını kurup şarap üretme yanıtları alınır. Tabii ki, bunun için hem maddi, hem de manevi doygunluk gerek. Bu doygunluk yeterli neden mi? Değil. Elinde bulundurduğun güçten vazgeçme iradesini de göstermek gerekir, hırslardan arınmayı da. İşin özü de burada yatıyor: "Güçten vazgeçme iradesi" ve "Hırstan arınma." Bunu yapmak kolay değil.

İzmir’de edindiği güçten vazgeçen ve hırstan arınmış kaç kişi vardır? Cevap bekliyorsanız, üzgünüm, bilmiyorum. Ama, boştaki bir koltuğu doldurmak için çok kişinin mücadele ettiğini biliyorum. Üstelik bu koltuklar, para için doldurulmaya çalışılan koltuklar değil.

İzmir Kalkınma Ajansı’nın yönetim kurulunu oluşturmak için, yasayla tanımlanmış olanların dışında, boştaki üç koltuk seçimle dolduruldu. Ama yaşananlar, işin özü itibariyle çok da sağlıklı değildi. Aday olanlar. Başkanlar Kurulu toplantısı sonucunda adaylıktan çekilenler. Toplantının tanığı değilim, neler konuşulduğunu da bilmiyorum. Ama ortaya çıkan tabloda, belki orada olması gereken insanların olmadığını biliyorum.

Vizyon-Misyon-Uygunluk

Vizyon: "Sürdürülebilir yerel kalkınmada öncü ve etkin, uluslararası tanınılırlığa sahip bir ajans olmak." Misyon: "İzmir’in sürdürülebilir kalkınması için bütüncül bir yaklaşım ile yerel potansiyeli harekete geçirecek katılımcı araçlar geliştirmek ve uygulamak."

Bunlar İzmir Kalkınma Ajansı’nın, kentin gerçekten umut bağladığı bir kurumun, vizyon ve misyon tanımı. Yani, böylesine umut bağlanılan bir kurumun ulaşmaya çalıştığı hedefiyle görev tanımı. Bu şu anlama geliyor: Sorumluluklarını biliyorlar ve başaracaklarını taahhüt ediyorlar. Yani, "Yönetim kurulunda bir koltuk kaptık, ’İzmir Kalkınma Ajansı Yönetim Kurulu Üyesi’ gibi bir unvanım da oldu. Başarısızlıkta da nasılsa bir şey olmaz. Bizim toplum balık hafızalıdır" demiyorlar.

Yeni yönetim kurulu üyelerine hayırlı olsun. Umarım, onlara bu kent için umut bağlanıldığını unutmayacaklardır. Sonuçta, bir türlü hak ettiği yere gelememiş bir kentin kalkınma ajansını yönetecekler. Kimin söylediğini hatırlamıyorum ama, başarının şöyle tanımı vardır: "Başarı, başladığın yerle bitirdiğin yer arasındaki mesafedir." Ve umarım, çok mesafe alırlar.



Yazının Devamını Oku

Tekila ve tuz lütfen

18 Aralık 2008
"Yeni yıl hediyesinde yerli malı kullanın", "Haydi, alışverişe", "Özel günler" kampanyası. Bütün bunlar bir gerçeğin, "korkunun" göstergesi. Sorunu çözmek için önce doğru teşhis gerekiyor. Ve yapılan hataları kabullenmek, tabii ki.

Evet, bütün dünyada ciddi kriz var, piyasaları canlandırmak için ekonomilere çok büyük paraların pompalanmasından söz ediliyor. Türkiye’de? İşte zurnanın zırt dediği yer burası. Kriz öncesi Türkiye’de durumun zaten çok iyi olmadığı, büyümede yavaşlama beklendiğini ekonomistler zaten söylüyor. Aynı ekonomistler, önlem gerektiğini, 2009’da krizin gerçek etkilerini göstereceğini de vurguluyor. Yani, Türkiye’de şimdiye kadar yaşananlar aslında tam bir korku krizi.

Bu korkuyu kim yarattı? Kriz okyanusun taaa öte tarafında başladı. Ama, maalesef, okyanusun öte tarafı artık o kadar uzak değil. Korkusu hemen geliverdi. Korkunun ötesinde, gerçekten etkilenen yok mu? Var tabii. Ama bunu fırsat bilip de ilk önce işçi çıkaran, "battık, bittik" çığlıklarıyla, tüketicinin beynine korkuyu salan daha çok galiba.

Belki, hatırlatmak da fayda vardır: Tüketici, iktisadi mal ve hizmetleri belirli bir bedel karşılığında satın alarak kullanan kişidir. Yani, üretimin olması için tüketim gerekir. Peki, şu anda olan ne? Talebi yaratacak kesimin en önemli aracı olan satın alma gücü elinden alınıyor. Geçen gün yayınlanan Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, işsiz sayısı Ağustos-Eylül-Ekim döneminde 2 milyon 548 bine çıkarken, geçen yılın aynı dönemine göre 295 bin arttı.

Mevcut duruma bakıp, hükümete gerekli önlemleri alması için eleştiri yöneltmemek mi gerekiyor? Fazlasıyla gerekiyor. Ancak, sorun işadamlarımızın bunu yaparken tüketiciyi ürkütmekten çekinmediği.

Her şeyden önce bütün bu yukarıdaki kampanyaları canı gönülden desteklediğimi belirteyim. Hatta daha fazlasına ihtiyaç olduğunu da düşünüyorum: Hükümetin gecikmiş, istihdamı artıracak teşvikler, vergi indirimleri gibi, destek paketlerini uygulamaya koyması gerekiyor.

Ama, bir Meksika deyişini hatırlatmadan olmaz: "Felek size ekşi bir limon uzatıyorsa, siz de tekila ve tuz isteyin." Hep beraber isteyelim.
Yazının Devamını Oku

Hem depresif hem eğlence düşkünü

30 Kasım 2008
İLGİNÇ bir milletiz, vesselam. Kiminizin, "Günaydın", kiminizin de "Bu nereden çıktı" dediğini duyar gibiyim. Ama iki araştırma yapılmış, ikisi de bu özelliğimizi ortaya koyuyor. Araştırmalardan biri yurdum insanının krize tepkisini, diğeriyse depresyon derecesini gösteriyor. ERA Resaerch and Concultancy Şirketi'nin, "Küresel ekonomik krizin ülkemize etkisi" konulu araştırması, halkımızın krize tepkisi ve aldığı önlemleri ortaya koymuş. Buna göre, sevgili insanımızın krize karşı geliştirdiği ilk refleks, elektrik, su, doğalgazdan yüzde 44.9, giyimde yüzde 43.1, gıda ve yiyecekte yüzde 37.5, ev eşyasında yüzde 17.5, ulaşımda yüzde 13.7 tasarrufa gitmek olmuş. Bu tasarruf başlıkları uzayıp gidiyor. İlginç bir sonuç da deneklerin yüzde 35.7’sinin tasarrufa gitmediğini belirtmesi.

Ruh sağlığımız bozuk

Bir not daha. Deneklerin yüzde 66’sı 2009’da ekonominin çok daha kötü olacağını belirtmiş. Şimdi gelelim en can alıcı bölüme. Eğlence konusunda tasarrufa giden yüzde 0.2. Biz eğlenmeyi bu kadar seven millet miyiz? "Evet" diyorsanız buyurun başka bir araştırma sonucuna. Avrupa Birliği'nin araştırma kurumu Eurofound’ın 27 AB üyesiyle Türkiye, Norveç, Makedonya ve Hırvatistan’da 35 bin kişiyle görüşerek yaptığı araştırmaya göre, Avrupa’nın en depresyonda olan ve ruh sağlığı bozuk halkı çıkmışız. Raporun bitmiş hali Mart’ta yayınlanacakmış.Bu kadar depresif ve ruh sağlığımızın bozuk olmasının nedeni yine araştırma sonuçlarında kendisini gösteriyor: Toplam hane geliri açısından Türkler, Makedonya, Bulgaristan ve Romanya’nın üzerinde. Yaşam kalitesi endeksinin mutluluk kategorisinde, sondan dördüncü sıradayız. Mutluluk ve gelir düzeyinde ilk sıraları mı merak ediyorsunuz? Her zamanki gibi İskandinavlar; Danimarka, İsveç ve Finlandiya. Gel de depresyona girme...

Ankette bir soru var, "Son iki haftada ne kadar gülümseyebildiniz, genelde kendinizi ne kadar enerjik ve kıpır kıpır hissettiniz?" Cevaplar, Avrupa’nın en depresif ve ruh sağlığı bozuk halkı olduğumuzu ortaya koyuyor. Ama bu kadar depresifliğin yanında eğlenceye düşkünlük nasıl oluyor, onu çözemedim işte...
Yazının Devamını Oku

KOBİ’ler masada

27 Kasım 2008
KRİZİN etkilerini azaltmak için açıklanacağı söylenen ekonomik destek paketlerinin arasında, bugün İzmir’de, önemli bir zirve başlıyor. Ana konunun, "KOBİ’lerde Dönüşüm" olarak belirlendiği, "Küresel Kriz Süreci ve Sonrasında Yeni Fırsatlar"ın da ele alınacağı "12. Girişim ve İş Dünyası Zirvesi" önemli isimleri ağırlayacak. Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu zirveyi, İzmir Sanayici ve İşadamları Derneği (İZSİAD) ev sahipliğinde gerçekleştiriyor. İlknur Denizli başkanlığındaki İZSİAD’ın son dönemlerde oldukça etkin olduğunu görmemek mümkün değil. Umarım hep böyle gider.

İki gün sürecek zirve, TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Akbank Genel Müdürü Zafer Kurtul, SPK eski Başkanı Doç. Dr. Doğan Cansızlar, Vestel İcra Kurulu Başkanı Ömer Yüngül, TÜRKONFED Başkanı Celal Beysel, TAV Holding CEO’su Dr. Sani Şener, Dünya Hazır Giyim Federasyonu Başkanı Vasilis Masselos, Nortel Netaş Genel Müdürü Müjdat Altay, Dünya Fütüristler Derneği Türkiye Başkanı Alphan Manas, Dimes Yönetim Kurulu Başkanı Erol Diren, İzmir Liman İşletmeleri AŞ. Yönetim Kurulu Başkanı Oğuz Satıcı gibi çok önemli konukları ağırlayacak.

Ama bu zirvenin ikinci gününde, daha önce bir yazımda belirttiğim, krizin fırsatları da getirdiğine dair önemli bir başlık da ele alınacak. Kriz sürecinde ve sonrasında yeni fırsatlar tartışılacak. Bana kalırsa, bu zirvenin en can alıcı, ufuk açıcı bölümü bu olacak.

Yıldızı parlayanlar

KOBİ’lerin masaya yatırılacağı, böylesine önemli bir toplantıda neden hükümetten kimse olmaz, anlaşılır gibi değil. Ama ağır bakan protokolü ve ardından koşan kalabalık, bürokrasi kokan insan kitlesini düşünüce, belki böylesi daha iyidir...

İşsizlik, durgunluk çığlıkları arasında hükümet nihayet KOBİ’lere destek amacıyla paket hazırlığına girdi. Destek paketinin bazı detayları medyaya yetkili kişilerce veriliyor ama daha somut bir şey yok. Bir gerçek var. Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde son 1.5 ayda 17 firmanın kapısına kilit vuruldu, yaklaşık 3 bin 500 kişi işsiz kaldı. Bu toplantının diğer bir özelliği de Türkiye’de yıldızı parlayan 24 KOBİ’nin kendi faaliyetleri hakkında yapacağı sunumlar. Diğer KOBİ’lere krizle baş etme konusunda önemli

bir açılım getirebilir.

"Uluslararası Para Fonu’na (IMF) ümüğümüzü sıktırmayız" denildi ama şimdi anlaşmak için elden geleni yapılıyor. İş bununla da kalmadı, dışarıya kaçan yaklaşık 70 milyar doları, içeriye giren doğrudan yabancı yatırımda yaşanan düşüşle de, hükümetin para için Amerikan Merkez Bankası FED’in kapısını çaldığı söylendi. Şu bir gerçek, paçayı kurtarmak için dış kaynağa ihtiyaç var. Belki, hükümetin ekonomi işleriyle ilgilenen bütün bakanları, harıl harıl bu dış kaynağı bulmaya çalıştıkları için gelemiyordur.
Yazının Devamını Oku