Serdar Alyamaç

Konut almanın zamanı mı?

23 Kasım 2008
SON dönemlerin yükselen yıldızı inşaat sektörünün büyüme hızı, malum kriz nedeniyle yüzde 1’in altına düşmüş. Yani, ev satın alınıyor da, geçen yılki kadar değil. Bu da genişleyen pazardaki artan oyuncu sayısını, çimento üreticisinden, demir firmalarından emlakçılara kadar memnun etmiyor. Ama İzmir’in avantajı, gerçekleşmesi beklenen projeler. Şu anda gelişmiş birçok ülkeyi sallayan krizin temel nedeni mortgage. ABD’de başladı, finans çevrelerine yansıdı. Türkiye’de bu anlamda bir sıkıntı yok, ama krizin etkisiyle insanlar doğal olarak, kredi yükü altına girip ev almıyor. Bu da ev fiyatlarının düşmesine neden oluyor. Belki inşaatçıların pek hoşuna gitmeyecek, ama abartılı ev fiyatlarının düşmesi açıkçası sevindirici.

Folkart Yapı Genel Müdürü Mesut Sancak bir süredir emlak sektöründe satışların yüzde 40 civarında azaldığını söylüyor. Ama ilginç bir not düşmeyi de ihmal etmiyor; A plus tipindeki lüks konutlara kolayca müşteri bulunuyormuş ve satışları da iyiymiş. Belli ki bazı kesim, krizin etkilerini çok fazla hissetmemiş. Gerçi, Sancak ev almanın tam sırası olduğunu da sözlerine ekliyor. Cebinde parası olanlar için tabii...

Küresel krizin konut piyasasında talebi etkilediğini belirten Sancak, ilginç bir noktaya da parmak basıyor: "Sektördeki durgunluğa rağmen inşaat malzemesi fiyatları ciddi artıyor. Bu da önümüzdeki dönemde konut fiyatlarının artmasına neden olacak. Türkiye’de her yıl 600 bin yeni konuta ihtiyaç duyuluyor. Bu noktadan hareketle 2009’da sektörün ve konut piyasasının canlanacağını düşünüyoruz."

20 bin zengin aile

Türkiye’de lüks konutların, toplamın yüzde 5’ini oluşturduğunu belirten Sancak, İstanbul ve Ankara’da bu oranın tutmasına rağmen İzmir’de yüzde 0 olduğunu söylüyor ve bu çerçevede Narlıdere ve Mavişehir’de toplam 200 A plus inşa ettiklerini belirtiyor.

Asıl konuya gelelim, ilginç bir araştırmanın sonucuna. Sancak, İzmir’de 20 bin ailenin bu konutları alabilecek kapasitede olduğunu yaptıkları araştırmayla doğrulattıklarını söylüyor. Yani, 3.5 milyon nüfuslu İzmir’de aile grubunun 5 kişiden alırsak, 700 bin ailenin 20 bini, fiyatları 1 milyon YTL’i bulabilen bu konutları alabilecek güçte.

Şimdi, Merrill Lynch’in 2007 araştırmasına göre, Türkiye’de 1 milyon dolar varlığı bulunanların yer aldığı "yüksek varlıklılar" sayısının 2007’de üç katı artarak 50 bin kişiye ulaşmış. İzmir bayağı zengin bir kentmiş.
Yazının Devamını Oku

Gerçekçi olmalıyız

13 Kasım 2008
İZMİR ve Ege’nin yatırım bekleyen kronik sorunları için kronik beklenti içindeyiz. "Hükümetten umut kesilmez" ya da "Umut Egeli'nin ekmeği..." Buyurun siz seçin İzmir olarak, Ege olarak içinde bulunduğumuz durumu anlatacak sözü. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği 19 Kasım'da Ankara’da, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Nazım Ekren koordinatörlüğünde, ilgili bakanlar ve üst düzey bürokratların, oda ve borsa başkanlarının katılımıyla, 5. Türkiye Ticaret ve Sanayi Şurası düzenleyecek. Şurada, her bölgeden ve ilden bir sözcü, on dakikada sorunlarını anlatacak. Şurada bu sorunlara çözüm aranacak.

İzmir’den Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş sözcü olarak seçilirken, Ege Bölgesi'nin sorunlarını da Denizli Sanayi Odası Başkanı Müjdat Keçeci anlatacak. Ticareti, sanayiyi, daha doğrusu gerçek ekonominin içinde olan iki değerli isim, diğer bölgelerin temsilcileri ile İzmir’in ve Ege’nin sorunlarını dile getirecek. Bu iki ismin İzmir ve bölge sorunlarını en iyi şekilde dile getireceklerine kuşku yok. Özellikle, hükümetin ekonomi kurmaylarıyla iyi ilişkiler için olan Demirtaş’ın kendisini dinleteceği bir gerçek ve sözcü olarak iyi bir seçim.

Sürdürülebilir beklenti

Ama önemli olan, İzmir ve Ege’nin sorunlarının dile getirilmesi değil, çözümü bulmakta. Söz konusu sorunlar zaten yıllardır masanın üzerinde duruyor. Bu noktada daha önceki şuralarda sorunların çözüm bulduğunu dile getiren Demirtaş kadar iyimser olmak çok mümkün değil. Malum, küresel kriz bizi içine aldı, alacak. Görünürde IMF ile anlaşmaya yanaşmayan, ama yanaşmak zorunda kalacak olan hükümetin, parasızlıktan Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) kapısını çalmak üzere olduğu da söyleniyor. Piyasaları rahatlatmak için Çin’in 586 milyar dolarlık teşvik paketi bile dünya borsalarında ve dolarda yarım günlük bir rahatlamanın ötesine geçmedi. Sanayi üretimi düşmüş, TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’a göre de Türkiye resesyona girmiş durumda.

Şimdi, bu noktada, gerçekçi bir yaklaşım göstermenin zamanıdır. Sürdürülebilir bir beklenti içine girmek gerçekçiliğe daha uygun olacaktır. Bütün bu tablo içinde hükümetin, Ticaret ve Sanayi Şurası'nda, valilerin ilgilendiği Gediz ve çevre konusuna gerçekten eğileceğini beklemek gerçekçi değil. Umarım, İzmir’in ve bölgenin iki değerli temsilcisi, bölgeden ulusalı etkileyecek daha önemli sorunlar ve çözümleri dile getirir.
Yazının Devamını Oku

Godot galiba geliyor

9 Kasım 2008
İrlanda doğumlu ünlü oyun yazarı, eleştirmen Samuel Beckett'in ünlü eseri, "Godot'yu Beklerken"i çoğumuz biliriz. Fransızca Godot olarak yazan sözcüğü 'Godo' diye okuyoruz. Ve sanırım bu kez Godot gelecek.

Önce, oyunun ana temasını anlatalım: Oyun, eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimseyi veya şeyi beklemelerini konu alan absürd tiyatronun en önemli eserlerinden birisidir. Hiç yabancı gelmiyor değil mi? Nereden bakarsanız bakın, bunu İzmir’e uyarladığınızda, oyunun varoluş sancıları çeken ve aynı döngüde sıkışıp kalarak gerçeklikten uzaklaşan kahramanları Vladimir ve Estragon ile izmir için iyi düşünen insanlar bir birleriyle ne kadar örtüşüyor, değil mi?

Ama bu defa Godo gelecek galiba. Gerçekle yakınlaşan İzmirliler sayesinde, bu defa Godo gelecek, öyle ümuyoruz. Geçen ay, iki önemli olaya imza atti İzmir; Akdeniz Ülkeleri ve Kuzey Avrupa Güney Avrupa ve Türkiye toplantıları. Böyle uluslararasi toplantıların İzmir’de olması güzeldi doğrusu.

Bu hafta oldukça hareketli

Bu hfata inanılmaz bir hareket görünüyor İzmir’de. Önce 13 Kasim’da baslayacak olan Savunma Sanayi Müsteşarlığı ve ESBAS işbirliğiyle düzenlenen, "1. İmir Küresel Havacılık ve Uzay Konferansı" ve 14 Kasım’da da, ilk kez düzenlenen, iki ülkenin başbakanlari ve bakanlarının katılacağı Türk-İtalyan Zirvesi.

Boeing, Skorsky, Lockheed Martin, FTB-Lisi, Fokker Elmo, PFW, Eldor Elektronik gibi sektörde lider firmaların üst düzey yöneticilerin katılacağı toplantı, havacılık ve uzay alanındaki şirketlerin yüzünü İzmir’e çevirmek açısından oldukça iyi bir fırsat. ESBAS’ta zaten çalışan havacaılık şirketleri iyi bir referans oluştruacaktır yatırımlar için.

Gelelim Türk-Italyan Zirvesi’ne. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ile iki ülkeden 12 bakanın katılmasi bekleniyor. İzmir’de zaten var olan İtalyan sermayesi, bu ülke yatırımcılarının gözünde kenti daha cazip hale getirecektir. Buna bir de, İtalyan Ticaret Odası’nın 20 Kasım’da getireceği 72 İtalyan firmasının temsilcisi de eklenince, yatırımcının kafasında İzmir pekişecektir. Global kriz yüzünden, bir yatırımın gerçekleşme ihtimali zayıf. Ama bir gerçek var ki, o da bu yolla bir İzmir kavramı yaratılabileceği.
Yazının Devamını Oku

Bu sizin göreviniz

6 Kasım 2008
BİR dahaki sefere kadar İzmir’de, İzmir adına, toplu, özellikle aramalı ve konferanslı hareket yasaklanmıştır. Artık, bu şehir için bir şeyler yapmak isteyen herkes kendi başına bir nefer olacak. Herkes avcı olacak, İzmir’e yatırımcı getirecek.

Size, şaka gibi gelebilir, ama gerçek bu. İlk konferansta ortaya çıkan 15 maddelik eylem planı ve bunun için istenilen destek, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sözleri, "İzmir’i agresif olarak yurtdışına tanıtmamız lazım. Sizler avcı gibi yatırımcıyı getireceksiniz. Heyetler halinde yabancı ülkelere gideceksiniz. BU SİZİN GÖREVİNİZ. Dünya bunu yapıyor."

Cumhurbaşkanının bu sözlerinde hiçbir şey yok, iş dünyasına seslenip, doğru yolu göstermiş. Olması gereken bu, cumhurbaşkanından başka bir beklenti içine girmek zaten garip olur. Ama biz ne yaptık? Geçen haziran ayından bu yana iki toplantı yapıldı ve hemen hemen ilkinde çıkan 15 maddelik eylem planını, EXPO konusunda desteğini eksik etmeyen Cumhurbaşkanı Gül’e kasım ayındaki üçüncüsünde sunmak ve gereken cevap için bekledik...

Aykırılık

İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, yaptıklarıyla biraz aykırı bir çizgi izliyor. Şimdiye kadar, onaylanan ya da karşı çıkılan yaptıklarına bakınca, ortaya hiç de küçümsenmeyecek sonuçlar çıkıyor. İZTO adına, Demirtaş’ın çabasıyla, arama konferansının başlamasından bugüne kadar geçen dönemde, oldukça katkı sağlayan iki uluslararası konferans yapıldı bu kentte. Şimdi soru şu: Doğru olanı kim yapıyor, İzmir’deki toplu hareketlerden ümidini kesen Demirtaş mı, yoksa "Bu sizin göreviniz" cevabını alanlar mı?

İzmir geriliyor(mu?)

Arama konferansında daha çok altlarda kalan ve önemli vurgusu olan bir konuşma da Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün. Malum, Gönül 1983 ve 87 arasında İzmir’de valilik yapmış. Bu çerçevede, İzmir’i bilen biri olarak konuşan Gönül’ün şu sözlerine kulak verin:

"İzmir geriliyor. Benim valilik dönemimde İzmir, Türkiye ekonomisinde ikinci konumdaydı. Şimdi İstanbul birinci, Ankara yüzde 13 ile ikinci, Kocaeli yüzde 12 ile üçüncü, İzmir ise yüzde 7 ile dördüncü sırada. İhracatta ise Bursa’nın arkasından beşinci sırada."

İzmir’in gerilemeye başladığı bir dönemde valilik yapan Gönül ile bunun nedenlerini konuşmak isterdim doğrusu.
Yazının Devamını Oku

Kriz ve reklam

2 Kasım 2008
KRİZKOLİK bir ülkenin krize karşı efsunlanmamış evlatlarıyız, maalesef. Krizin, acı tecrübelerle, bağışıklık sistemimizi her defasında biraz daha güçlendirdiği bir gerçek. Belki kimse bizi efsunlamadı, ama hayat bize bununla nasıl yaşamamız gerektiğini öyle ya da böyle öğretiyor: Her kötünün içinde bir iyi olduğunu anlıyoruz. Her kriz döneminde, "Aman reklam vermeyi bırakmayın" uyarısını duymuşsunuzdur. Hatta bu savı desteklemek için yapılan söylemlerle, Çince’de "Kriz" sözcüğünün nasıl yazıldığını da ezberledik: "Tehlike" ve "Fırsat" sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle "Kriz" kelimesi oluşuyormuş. Yani, her tehlike fırsatı da birlikte getiriyor.

Geçen gün Referans gazetesinde bu konuyla ilgili bir haber vardı, "Tehlike" ve "Fırsat" bileşkesini biraz da bilimsel bir zemine çeken. The Center for Research and Development’ın yaptığı araştırmaya göre, kriz döneminde agresif reklam yapan şirketler temkinli yaklaşanlara oranla 4.5 kat büyüyor. Bunun yanında, Global Adversiting Marketplace’in çalışması ise reklam yatırımlarını azaltmayanların, sonraki 5 yılda hızlı bir satış artışına ulaştıklarını gösteriyor.

Pazar payı artıyor

Gelelim somut örneklere; 2001 krizinde hedef kitlesini yeniden belirleyerek TV reklamlarını artıran Dove, pazar payını yüzde 9.8’den yüzde 15.7’ye çıkarmış. Aynı dönemde güven, sadakat, dostluk mesajları veren Akbank, kriz öncesi 3 bin 750 olan günlük yeni müşteri sayısını, sonrasında 4 bin 800’e yükseltmiş. Alo, her gün makine çalıştırmaktan kaçınan müşteriyi hedef alarak reklamları artırmış. Petrol Ofisi, kriz döneminde yeni ürünlerle pazar payını 6 puan artırarak yüzde 20’ye, daha sonra da yüzde 36’ya yükseltmiş. 2001 yılı net satışlarını yüzde 89 artırmış.

Global kriz mortgage ile başladı, yatırım bankalarıyla devam etti. Korkulu rüya haline gelen ise reel sektöre sıçraması. Ama asıl kabus, tüketiciye ulaşması. Amerikan şirketlerinin büyük kısmı, kriz ortamında, vergi öncesi brüt karın yarısı kadar reklam yapma kararı almış. Zararda olanlar ise destek fonlarını şimdi reklama kaydırıyor. Sonuç? Korkunun kabusa dönmemesi için ekonomik canlılığın sürdürülmesi gerekir. Akıllıca tasarlanmış bir reklam kampanyası ile, "Tehlike" ve "Fırsat" bileşkesindeki "Fırsatı" ön plana çıkarabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Turizm: Fütürist bir yaklaşım

26 Ekim 2008
TURİZM, İzmir için aslında fütürist bir yaklaşım. Var olan potansiyeli ve bunun yeterli işlenildiğinde hayal edilen düzeye gelmemesi için bir neden olmadığını görüyoruz. Bu da doğal olarak bizi kışkırtıyor ve içi boş bir yakıştırmaya itiyor: Turizm kenti İzmir.

Fütürizm başta bir sanat akımı olarak ortaya çıkmış, günümüzde her konuda gelecek üzerine düşünenlerin öngörülerini, gelecek senaryolarını paylaştıkları bilimsel bir kavram. Her şey geleceği görmekle, hayal etmekle başlar. Bu konuda tahmin ettiğimizden daha başarılıyız, ama nedense iş pratiğe geldiğinde saplanıp kalıyoruz: Olmayan bir şeyi varmış gibi gösterip, bir birimizle tartışıyoruz.

Turizm kenti İzmir

Dilimize dolanan "Turizm kenti İzmir" yakıştırması, gerçekte söylenecek bir şey olmadığında muhterem kişilerin ortaya attığı bir pinpon topundan farksız. Ne diyoruz? "İzmir, bir turizm kentidir, bir kongreler, seminerler kentidir." Yılda kaç kongre yapılıyor? Kaç seminer düzenleniyor bu kentte? En büyük toplantı salonumuz, Convention Center daha yeni açıldı. Peki turizm?

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün rakamlarına göre, 2008 Ocak-Eylül döneminde Türkiye’yi ziyaret eden yabancıların sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 13,29’luk artışla

21.5 milyon olmuş. En çok giriş yaptıkları yerler ise; Antalya yüzde 34,58 pay ve 7.4 milyon kişi ile birinci, İstanbul yüzde 25,06 pay ve 5.4 milyon kişi ile ikinci, Muğla yüzde 12,00 pay ve 2.58 milyon kişi ile üçüncü, Edirne yüzde 9,28 pay ve 1.99 milyon kişi ile dördüncü ve "İzmir yüzde 3,97 pay 854 bin 32 kişi ile beşinci" sırada.

Yanlış anlaşılmasın. Bunların hepsi turist değil ve "İzmir’den ülkeye girdiler diye İzmir’de kaldılar" anlamına da gelmiyor. Ayrıca, geçenlerde İzmir Kalkınma Ajansı’ndan bir açıklama vardı: "İzmir’in Türkiye turizminden aldığı pay yüzde 9’dan 5’e düştü."

Potansiyel farklı

Peki, sürekli telaffuz ediyoruz da nedir bu kentin turizm potansiyeli? Çeşmeye hapsolmuş ve kısa süreli bir deniz-kum-güneş üçlemesi. Efes’i, Meryemana’sı, Bergama’sı, Agora'sı, vs.; yani tarihi. Kısa mesafede müthiş doğası, bölgenin bütün özelliklerini iliğinize kadar hissettiren köyleri, yaşam tarzı, festivalleri; yani kültürü. Bütün bunları ve belki daha fazlasını Türkiye’nin güney şeridinde bir şekilde bulabilirsiniz, daha uzun bir deniz-kum-güneş üçlemesiyle. Ama, Agememnon ile kendini gösteren ve bir türlü hak ettiği yerde olmayan, hemen hemen bu kentin her yerinde fışkıran termal suları ile "Sağlık" başlığı altında toplayamazsınız. İzmir buna sahip. Pahalılığı nedeniyle İstanbul’dan kaçmaya başlayan zengin Avrupalı turistler de alternatif yer arayışında.
Yazının Devamını Oku

Kendini ayağından vurmak

23 Ekim 2008
BUNDAN birkaç hafta önce, kapitalizmin kalesi olan ülkelerde finansal kuruluşların, sınırlı sorumlu da olsa, devletleştirileceğini kim düşünebilirdi ki? Ama, hepimizin gördüğü gibi, oluyormuş böyle şeyler. Şimdi asıl korku, bunun reel sektöre sıçraması.

"Ne olacak, fabrikalar da mı devletleştirilecek" demeyin, olmadık şeyler de olabiliyormuş. Birkaç ay sonra, "X holdingi devlet satın aldı" haberini duyabiliriz. Bunun olması için de krizin reel sektöre sıçraması, ki kıyısından kenarından gerçekleşiyor, ve kafalardaki korku bunu mümkün kılıyor. Türkiye’de, her ne kadar devlet büyüklerimiz küresel krizin bizi teğet geçeceği iyimserliği içinde olsa da, bundan etkilenmemek, defalarca söylediğimiz gibi, mümkün değil. Bazı patronlar, krize ilk tepki olarak, işçi çıkarma yolunda gidebiliyor ve gidiyor. Krizin etkilerini önceden sezmek ve buna tavır geliştirmek önemli bir meziyet, ama önlem olarak önce çalışanlara yoğunlaşmak, kendini ayağından vurmaktan farksız.

Geçen hafta bir araştırma şirketinin İzmir, Manisa, Denizli, İstanbul, Tekirdağ, Bursa ve Ankara’da 120 şirkette yaptığı bir çalışma da, patronların aslında eleman çıkarma konusunda duyarlı olduğunu gösteriyor.

Bilinçli patron

Prometheus Danışmanlık’ın araştırmasına göre, "Ekim ayı içinde eleman çıkarma gündeminizde mi" sorusuna, katılımcı şirketlerin yüzde 65’i ’hayır’ derken, yüzde 20’si izlemede oldukları ve yüzde 15’i de eleman çıkarmak için ön çalışma yaptıklarını söylemiş. Şirketlerin yüzde 70’i yeni eleman almadıklarını, yüzde 10’u eleman aldıklarını, yüzde 20’si zorunlu pozisyonlarda aldıklarını belirtmiş.

Araştırmada, şirketlerin yüzde 30’u kriz yönetimine geçtiğini ve yüzde 55’inin ise belli alanlarda kriz yönetimi çalışmalarına başladığı ortaya çıkıyor.

2001 krizinde şirketlerin büyük kısmı eleman çıkarmamak için insan kaynakları politikalarına yönelik çeşitli uygulamalara gitmişti; çalışma sürelerini kısaltıp ona göre ücret ödemek, ya da çalışanları üretimin azaldığı bölümlerden farklı departmanlara kaydırmak, fazla mesaileri kaldırmak, yıllık izinlerini kullandırtmak gibi. Önlem amacıyla, toplumsal etkiyi göz ardı etmemek gerek. Krizler yaşayan bir ülke olarak, bunu yeterince biliyoruz.
Yazının Devamını Oku

Kriz şimdilik kafalarda

16 Ekim 2008
Tüketici kredileri ekim ayı başı itibariyle 86 milyar 369 milyon YTL, kredi kartı borçları 33 milyar 97 milyon YTL. Böylelikle tüketicilerin bankalara olan toplam borcu ise 119 milyar 466 milyon YTL. Buna aylık yüzde 4,83 bileşik faiz ekleyin... 2007’de kredi kartı borcunu ödemeyenlerin sayısı 200 bin. Bu rakamın 2008’in ilk dört ayında dört katına çıktığı vurgulanıyor. 2002’de borcun gelire oranı yüzde 4.7 iken bugün, vatandaşın gelirinin yaklaşık yüzde 35’i kredi geri ödemelerine gidiyor. 26 milyon 949 kişinin cebinde 56 milyon 284 bin kredi kartı bulunuyor. Borçların yüzde 60- 70’i bordrolu ve serbest çalışanlarda. Maaşın yüzde 35’i kredi kartına gittiğine göre, buna kirayı (ortalama maaşın yüzde 40), mutfak masrafını, giyim, çocuk vs. eklenince insanın içi kararıyor. Yani, bugün kredi kartıyla yapılan, "Ödeyebilir miyim, ödeyemez miyim" endişesini bir kenara bırakıp, gelecekten borçlanmaktır. "Türkiye krize borçlu yakalandı" söyleminin aslında ayağı çok yere basmıyor. Türkiye ne zaman borçsuz oldu ki, şimdi borçsuz yakalansın? Bugün borsaların yükselmesi, normale gelmesi, yaşanan çöküşün bittiği anlamına gelmiyor. En kaba tabiriyle, kriz, ihracatla, gelen yatırımların azalmasıyla, kaçan parayla, henüz fiili olarak kendisini göstermese de, şu anda tüketicinin kafasında yeterli korkuyu yaratmış durumda. Bugün İzmir’de vatandaş alışverişten çekildiyse bunun nedeni, kafalardaki korkudur. Bu korku gerçeğe döndüğünde ne olacağını varın siz tahmin edin...

Liman, nihayet

On altı aylık bir süreçten sonra Danıştay sonunda İzmir Limanı’nda bir karara vardı. Şimdi, 1.5 ayda liman yeni sahibine, yani 1 milyar 275 milyon dolar veren Global-Hutchison-EİB (Ege İhracatçı Birlikleri Liman Hizmetleri ve Taşımacılık A.Ş) Ortak Girişim Grubu’na teslim edilecek.

Her ne kadar şimdiye kadar İzmir ekonomisine yaklaşık 600 milyon dolara mal olsa da, körfezdeki gemiler resmini İzmirliler özleyecek de olsa, artık zaman yatırım zamanıdır. Hep beraber, Ortak Girişim Grubu’nun, devir işleminden hemen sonra yapılması öngörülen yaklaşık 350 milyon dolarlık yatırımı gerçekleştirmesini bekleyeceğiz. Belki, bir gün gerçekten körfeze baktığımızda, arzu edilen sanayi ve liman kenti portresini görürüz.



Yazının Devamını Oku