Türkiye, Rusya ve İran birlikte Suriye nedeniyle ABD’yi kınayınca...

Türkiye, Rusya ve İran’ın 2017 başından itibaren Suriye’de ateşkes ilan edilerek siyasi çözüm yönünde işbirliği amacıyla oluşturdukları üçlü diyalog mekanizması kısaca “Astana Formatı” ya da “Astana Süreci” olarak adlandırılıyor. Bu süreçte üç ülkenin üst düzey dışişleri temsilcileri ve aynı zamanda devlet başkanları belli aralıklarla buluşarak Suriye’deki gelişmeleri gözden geçiriyorlar.

Haberin Devamı

Üç ülke, buluşma hangi düzeyde olursa olsun, her toplantı sonrasında yayımladıkları ortak bildiriler aracılığıyla Suriye meselesine nasıl baktıklarını duyuruyor. Bu açıklamalar, bir anlamda Türkiye, Rusya ve İran’ın Suriye’ye dönük tutumları arasındaki ortak paydaları gösteriyor.

Bu ortak paydalar hariç tutulursa, Rusya ve İran Esad rejimini desteklerken, Türkiye’nin Suriye Milli Ordusu (eski adıyla ÖSO) merkezli olarak silahlı muhalefetin yanında yer alması, Astana mekanizmasını çatışma ve işbirliğinin birlikte yürüdüğü kendine özgü bir oluşum yapıyor.

Üç ülkenin dışişleri temsilcilerinin geçen hafta Kazakistan’ın başkenti Nur-Sultan’da (eski adıyla Astana) 18’inci toplantı için buluşmaları, bu mekanizmanın ne ölçüde kurumsallaştığını göstermesi bakımından kayda değerdir. Her sefer olduğu gibi bu kez de bir ortak açıklama yayımlanmıştır. Aslında bu bildiriler önemli ölçüde birbirini tekrarlayan metinler olmakla birlikte, işin haber boyutu daha çok metne yeni giren ifadelerde ortaya çıkıyor.

Haberin Devamı

ÖZYÖNETİM TEŞEBBÜSÜNDEN ABD SORUMLU TUTULUYOR

Geçen haftaki açıklamaya baktığımızda, büyük ölçüde geçen aralık ayı sonundaki 17’nci toplantı metninin tekrarı olduğunu görüyoruz.

Açıklamada önce “(Üç ülke) Komşu ülkelerin milli güvenliğini de tehdit eden ayrılıkçı gündemlere karşı birlikte çalışmaya devam etme kararlılıklarını ifade etmişlerdir” ifadesi karşımıza çıkıyor. Bu, daha önceki metinlerde de yer alan bir taahhüttür.

Burada “Komşu ülke” öncelikle Türkiye olduğundan, Suriye’de Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı gündem göndermesinden, PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD/YPG organizasyonu ve onun ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) anlıyoruz.

Yani ABD’nin Suriye’de DEAŞ’a karşı devreye soktuğu ve bu amaçla askeri, siyasi ve ekonomik yönden desteklediği SDG...

Zaten açıklamada tekrarlayan bir çizgiyle “Gayrimeşru özyönetim (self-rule) teşebbüsleri dahil olmak üzere, terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratma yönünde her türlü girişim reddediliyor.” “Gayrimeşru özyönetim teşebbüsü”nden SDG’nin hamisi konumundaki ABD’nin sorumlu tutulduğu aşikârdır.

Haberin Devamı

‘FIRAT’IN DOĞUSUNDA TERÖR OLUŞUMLARINI DESTEKLEYEN ÜLKELER...’

Açıklamada yeni olan unsurlardan biri, “Suriye’nin çeşitli yerlerinde terör örgütlerinin ve bunların farklı adlar altındaki bağlantılı gruplarının artan varlık ve faaliyetlerinin kınanması”nın da metne eklenmesidir. Burada “farklı ad” ifadesiyle yine PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG ve onun üzerinden SDG’ye atıf var.

Daha önemli bir yenilik, Suriye’nin kuzey doğusunda, Fırat’ın doğusundaki durumun önceki metinlere kıyasla bu kez genişletilerek daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmasıdır. Özellikle Fırat’ın doğusunda yine YPG kastedilerek, “Barışçıl gösterilerin bastırılması, zorla silah altına alma, eğitim alanındaki ayrımcı uygulamalar” ile ilgili “derin endişe” ifade ediliyor.

Haberin Devamı

Bu bölümde daha önce olduğu gibi “Suriye’ye ait olması gereken petrol gelirlerinin yasadışı ele geçirilmesine” dönük itiraz bir kez daha vurgulanıyor. Petrol vurgusunun hemen arkasından gelen yeni bir ifadede, “(Üç ülke) Kuzeydoğu Suriye’deki gayrimeşru özyönetim teşebbüsleri dahil olmak üzere terör oluşumlarını destekleyen ülkelerin eylemlerini kınamışlardır” deniliyor.

Türkiye, Rusya ve İran’ın kınadığı ülkeler kimler olabilir ki? “Kuzeydoğu Suriye’deki gayrimeşru özyönetim teşebbüsü” ile kastedilen açıkça Fırat’ın doğusunda PYD/YPG merkezli SDG üzerinden fiilen işlemekte olan özerk yönetimdir. Bu teşebbüs aynı zamanda bir “terör oluşumu” olarak niteleniyor. Bu kapsam içinde ABD, hem özyönetim teşebbüsünü hem de terör oluşumunu desteklediği gerekçesiyle kınanmış oluyor.

Haberin Devamı

Dikkat çekici bir ayrıntı, özyönetim konusunda daha önceki açıklamalarda “reddetme” ifadesine yer verilirken, bu kez tepkinin daha sert bir tonda “kınama”ya çevrilmesidir. “Özerk yönetim teşebbüsü”ne iki kez vurgu var.

RUSYA ÖZERK YÖNETİM İLE TEMAS EDİNCE...

Şimdi burada biraz duralım. Açıklamanın başka bir bölümünde, Astana ortakları, adlarını bizzat geçirerek DEAŞ, Nusra Cephesi, El Kaide veya DEAŞ’la bağlantılı tüm bireyler, grup ve teşebbüsler ile BM Güvenlik Konseyi tarafından “terör örgütü” olarak nitelendirilen diğer örgütlerin “tamamen ortadan kaldırılması” hedefi için işbirliği yapma taahhüdünde bulunuyorlar.

Bu çerçevede İdlib’deki Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) varlığından, terörist faaliyetlerinden duyulan “ciddi kaygılara” da yer veriliyor metinde. HTŞ de BM tarafından (ve Türkiye tarafından da) terör örgütü olarak kabul ediliyor.

Haberin Devamı

Astana Süreci’nin başından itibaren Türkiye açısından sıkıntılı başlıklardan biri bu noktada karşımıza çıkıyor. Bir yandan HTŞ dahil BM onaylı terör örgütlerinin isimleri tek tek sıralanırken, PKK, YPG gibi Türkiye’nin kimliğini “terörist” olarak vurguladığı örgütler açıkça telaffuz edilmeden, tarif yoluyla Astana açıklamalarına konuluyor. Bunun nedeni, Rusya’nın PKK’yı resmen terör örgütü kategorisine koymamasıdır.

Tabii burada şöyle bir çelişki de var. Rusya Türkiye ile birlikte Suriye’deki özyönetim projesini kınarken, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, geçen kasım ayında olduğu gibi Fırat’ın doğusundaki özerk yönetimi, yani öz yönetimi temsil eden PYD/YPG öncülüğündeki Suriye Demokratik Konseyi’nin İcra Kurulu Başkanı İlham Ahmed’i Moskova’da kabul etmekte bir beis görmemiştir. PYD’nin Moskova’da bir temsilciliği de bulunuyor.

HTŞ VE YPG TAAHHÜTLERİ KARŞILIKLI KİLİTLENİNCE

Başka çelişkili durumlar da var. Söz gelimi, açıklamanın bir yerinde “Suriye’nin kuzeyi ile ilgili bütün düzenlemelerin tümüyle uygulanması gerektiğinin altı çiziliyor”.

Bu ifade ile kastedilen, Türkiye ile Rusya’nın 22 Ekim 2019 tarihinde imzaladıkları mutabakatta Rusya’nın YPG’yi silahlarıyla birlikte Fırat’ın doğusunda Suriye’de sınır hattında 30 kilometrelik bir koridordan ve aynı zamanda Fırat’ın batısındaki Münbiç ile Tel Rifat’tan çıkartma taahhüdüdür. Açıklamadaki bu ifadeyle Rusya’nın taahhüdü vurgulanmış oluyor.

Gelgelelim bunun karşılığında, İdlib’deki HTŞ faktörünün üstüne gidilmesi beklentisi de dile getiriliyor. Burada da Rusya İdlib’de askeri güç bulunduran Türkiye’ye 5 Mart 2020 tarihli mutabakattaki taahhüdünü hatırlatmış oluyor. Bu durumda, Türkiye’nin HTŞ konusunda yüklendiği taahhüt ile Rusya’nın PYD/YPG’ye dönük taahhütleri bu şekilde karşılıklı olarak kilitlenmiş oluyor ortak açıklamada.

Zaten Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da geçenlerde Antalya ziyareti sırasında yaptığı açıklamada, “Bu mutabakatlardaki taahhütlerin uygulamasının yavaş bir şekilde yürüdüğünü” belirtmişti.

Her halükârda Astana açıklamasının bütününe bakıldığında, ağırlık merkezi, Türkiye, Rusya ve İran üçlüsünün, Fırat’ın doğusunda yerleşmekte olan özerk yönetim karşısında kararlı ifadelerle ortak bir çizgide buluşmuş olmalarıdır. Şu tabloya bakın ki, Astana bildirisinde bu kuvvetli pozisyonu alırken, Türkiye aslında Esad rejimi ile Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda aynı çizgide buluşmuş oluyor.

Yazarın Tüm Yazıları