Yıkımlar ve ölümlerin sorumlularını hangi cezalar bekliyor?

Ülkemizin uğradığı 6 Şubat deprem felaketinde yaşanan büyük yıkım ve on binlerce insan kaybının ardından “Nerede hata yapıldı?” tartışması bütün yoğunluğuyla sürüyor.

Haberin Devamı

Bir yandan da binaların çökmesi ve meydana gelen ölümlerle ilgili yargıdaki soruşturma süreçlerinin hız kazanmakta olduğunu izliyoruz.

Gelen bütün haberler, depremin vurduğu yerleşimlerde görevlendirilen savcıların binaların yıkılmasından ve ölümlerden dolayı sorumlu görülen şüpheliler hakkında bir dizi soruşturma açtıklarını, şimdiden çok sayıda kişi hakkında tutuklama kararları verildiğini gösteriyor.

Toplam 11 ilde kurulan deprem suçları soruşturma bürolarının kararları sonucu tutuklanan ya da “adli kontrol” tedbiriyle serbest bırakılan kişilerin sayıları sıkça güncelleniyor.

Alınan bilgiye göre, önceki gün itibarıyla Kahramanmaraş merkezli depremlerle ilgili sorumluluk atfedilen toplam şüpheli sayısı 432’ydi. Bu toplam içinde tutuklananların sayısı 131’e ulaşmıştı. Aynı toplam içinde 57 kişi hakkında gözaltı talimatı verilirken, 127 şüpheli adli kontrol kararıyla serbest bırakılmıştı.

Haberin Devamı

Havaalanlarında yurtdışına çıkmaya çalışırken pasaport kontrolünde gözaltına alınan ya da tekneyle Yunan adalarına kaçmaya çalışırken sahil muhafaza tarafından yakalanan müteahhitlerin durumları, bu dönemin en çok iz bırakan haberleri arasında yer alacaktır herhalde.

***

Bu aşamada projektörler öncelikle müteahhitlere yönelirken, diğer kademelerdeki sorumluların da soruşturulduğu anlaşılıyor. Burada çoklu bir sorumluluk tablosu karşımıza çıkıyor. Projeyi yönetmeliklere, kurallara uygun bir şekilde yapıldığını denetlemekle görevli olup bu sorumluluğu layıkıyla yerine getirmeyen, kuralsızlığa göz yuman denetim şirketleri, onların görevlendirdiği “fenni mesuller” de suç ortağı durumundalar.

Aslında bina yapımında herkesin birbirini denetlemesi üzerine kurgulanmış bir sistem var. Bu çerçevede denetim şirketinin onayından geçmiş olan projede her şeyin kuralına uygun yapılıp yapılmadığını denetlemekle görevli yerel yönetimlerin sorumlulukları da azımsanmamalıdır.

Kurallara aykırı bir şekilde tamamlanan inşaatlara belediyeler tarafından düzenlenen iskân ruhsatlarının, yani insanların binalara yerleşebilmeleri için verilen izinlerin de soruşturmaya konu olması gerekiyor.

***

Haberin Devamı

Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) ilgili maddesi csuçları açısından yeteri kadar açık. Bu suçlar 2004 yılında kabul edilen 5237 sayılı yeni TCK’nın 184’üncü maddesinde “İmar kirliliğine neden olma” başlığı altında düzenleniyor.

Yasanın bu maddesinin birinci fıkrasında “Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” deniliyor.

Yani belediyeden inşaat iznini almadan binayı diken ya da binayı belediye tarafından onaylanmış projeye aykırı olarak yapan ya da yaptıran kişiler hep birlikte bu suçun failleri konumunda görülüyor.

“Ruhsata aykırılık” ifadesinden anlamamız gereken, inşaatın yapımında İmar Kanunu, Yapı Denetim Kanunu ve bu kanunlarla ilgili ilgili bütün yönetmeliklere uygun hareket edilmesi yükümlülüğüdür.

***

Haberin Devamı

Yeni TCK’nın hazırlanmasında önemli bir rol oynayan ceza hukukçusu Prof. Adem Sözüer, dün bu konuda Cumhuriyet’te yayımlanan mülakatında “Denetim, kontrol, imza ve onay safhasındaki tüm görevliler ile yapıyı yapan ve yaptıranların hukuka aykırı davranışları bu maddenin kapsamına girer” diyerek TCK 184’ün bir hayli geniş bir kapsama alanı olduğuna dikkat çekiyor.

Prof. Sözüer, mülakatta İklim Öngel’in bir sorusu üzerine depremden sonra koordinasyonda ve müdahaledeki gecikmelerin suç olup olmadığı meselesine de eğiliyor. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın afet halindeki görevlerine dikkat çeken Prof. Sözüer, tedbirsizlik, yani dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmesi halinde “kasten olmasa bile taksirle sorumluluk” doğduğunu belirtiyor.

***

Haberin Devamı

Deprem felaketinden sonra başlatılan soruşturmalar aynı zamanda binaların çökmesiyle birlikte meydana gelen ölümlerden dolayı ortaya çıkan cezai sorumluluğa da odaklanıyor.

Bu noktada Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan’ın dün Hürriyet yargı muhabiri Oya Armutçu’ya verdiği mülakatta, 11 ilin başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunduklarını açıklarken, ölümlerle ilgili olarak sorumluların “taksir” yerine “olası kasıt ve zincirleme suçtan” cezalandırılmalarını talep ettiklerini duyurması dikkat çekicidir.

Sağkan, aradaki farkı şöyle anlatıyor: “Deprem sonucu ölüm meydana gelmişse, öldürme suçu işlenmiş olacaktır. Uygulamada, deprem sonucu ölümlerde genellikle kasten değil, basit ya da bilinçli taksirle insan öldürme suçu gündeme gelmektedir. Basit taksirde kişinin öngörmesi gereken bir netice bakımından gerekli dikkat ve özeni göstermemesi, bilinçli taksirde ise öngördüğü neticenin yetenek, şans gibi gerekçelerle gerçekleşmeyeceğini umması, bu anlamda neticeyi kabullenmemesi söz konusudur. Olası kasıtta ise öngörülen netice ‘Olursa olsun’ düşüncesiyle kabullenilmektedir.”

Haberin Devamı

Barolar Birliği Başkanı, bu tezini Kahramanmaraş örneği üzerinden izah ediyor. Buna göre Kahramanmaraş’la ilgili bütün resmi raporlar, bilimsel çalışmalar, önceden depremin gerçekleşeceğini öngörmüştür. Fay hattı üzerindeki Kahramanmaraş’ta deprem öngörülebilir bir durumdur. Bu takdirde, böyle bir yerde bu tür yapıları inşa eden, inşa edilmesine seyirci kalan ya da bu hususu denetlemeyen kişiler “olası kasıtla insan öldürme” suçundan ceza almalıdır.

***

TCK’nın 85’inci maddesi çerçevesinde taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi “iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası” ile cezalandırılıyor. Fiil, birden fazla insanın ölümüne neden olmuş ise, verilecek ceza sınırları iki yıldan on beş yıla kadar çıkartılıyor.

Buna karşılık suç fiilinde “Olası kasıt” olması halinde ceza daha ağırdır. TCK’nın 21’inci maddesi, “Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” hükmünü taşıyor.

Müebbet hapis cezası gerektiren suçlar arasında TCK 81’inci maddede “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenen öldürme suçu da var. Bundan anlamamız gereken, “olası kasıt” halinde öldürme suçundan verilen müebbet hapis cezasının 20-25 yıl aralığında hapis cezasına çevrilmesidir.

Sağkan, sanıkların ölen her bir kişi için ayrı ayrı cezalandırılmasını talep ettiklerini de söylemiştir.

***

TCK’daki bu ayrımlar dikkate alındığında, savcıların soruşturmalar sonuçlandığında iddianameler hazırlarken sanıklara hangi suç isnatlarını yöneltecekleri sorusu büyük önem taşıyor. Suçlamaların “Olası kasıt” mı, yoksa“taksir” başlığından mı tanımlanacağı, sanıkların ileride alacakları cezalar bakımından da belirleyici olabilecektir.

Tam bu noktada 1999 yılındaki Körfez depreminde birçok binası yıkılan müteahhitVeli Göçer’in durumunu hatırlayabiliriz. Göçer, yargılama sürecinin sonunda “taksir nedeniyle” 198 kişinin ölümüne sebebiyet vermekten 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Cezasının onanması üzerine 21 Ekim 2004 tarihinde cezaevine giren Göçer, toplam 7.5 yıl hapis yattıktan sonra infaz indirimlerinden yararlanarak tahliye olmuştu.

Depremin yol açacağı hukuki sonuçlar meselesini tartışmaya devam edeceğiz.

Yazarın Tüm Yazıları