Deniz Baykal’ın ardından 1: Yakın tarihteki pek çok kritik dönemeçte Baykal'ın izleri var

CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın 11 Şubat tarihinde 84 yaşında ölümü, Türkiye’nin uğradığı 6 Şubat deprem felaketinin yol açtığı büyük sarsıntı dönemine rastladı. Bu durum, depremin yarattığı şok ortamı ve toz bulutunun altında Baykal’ın ölümünün basında hak ettiği ölçüde yer bulmasına izin vermedi kaçınılmaz olarak. Oysa 1960’lı yılların ortalarından 2010’lu yıllara kadar uzanacak şekilde yarım yüzyıla yayılan bir zaman kesitinde Deniz Baykal’ın bir politikacı olarak Türkiye’nin siyasi serüveninde, bu ülkede tarihin akışının izlediği çizgi üzerinde önemli izleri var.

Haberin Devamı

Herkesin baktığı zaviyeden değişmek üzere bu izlerin olumlu ve olumsuz yönleri tartışma konusu olmaya devam edecektir. Böyle de olsa sözünü ettiğimiz zaman aralığında Deniz Baykal’ın Türkiye’nin siyaset sahnesindeki en önemli aktörlerinden biri olduğunu teslim etmek durumundayız.

Kuşkusuz bu ölçekteki politikacıların siyasi hedeflerinin, hırslarının, stratejilerinin de yansıması olan adımları, hamleleri yaşadıkları ülkenin yazgısı üzerinde belirleyici bir etki yapıyor.

Deniz Baykal gibi bir siyasetçiyi bir gazete yazısının sınırları içine sığdırmaya kalkışmanın ciddi güçlükleri var. Bu nedenle, bu siyasi yolculuğun çok özet olarak ana dönemeçleri üzerinde durmaya, bunu yaparken de onun siyaset yapma tarzına, üslubuna ve kişilik özelliklerine değinmeye çalışacağım.

Haberin Devamı

Deniz Baykal’ın ardından 1: Yakın tarihteki pek çok kritik dönemeçte Baykalın izleri var

PARLAK BİR AKADEMİK KARİYER

Hemen baştan belirtmemiz gereken bir nokta var. Hukuk öğrenimi görüp siyaset bilimi doktorası yapmış olan Baykal, tarih, sosyoloji ve ekonomi alanlarında da geniş bilgiye sahipti. Entelektüel donanımı itibarıyla Cumhuriyet döneminde siyaset sahnesine gelmiş en kuvvetli isimlerden biri olduğuna şüphe yoktur.

Bu entelektüel birikim yabana atılmayacak bir belagat ile birleşiyordu. Bu hasletlere dayanmasının getirdiği muazzam bir özgüven ve güçlü liderlik vasıflarını da bu denkleme kattığınızda, Deniz Baykal bir siyasetçi olarak kayda değer bir altyapı ve üstünlük noktalarıyla yola çıkıyordu. İşte bütün bu vasıflarıdır ki yarım asır boyunca bazen küçülerek bazen genişleyerek de olsa CHP içinde belli bir kesimi her zaman dava arkadaşlığı, takımdaşlık ruhu içinde kendisinin yanında tutmuştur.

Bu nokta bizi Baykal’ın siyaset hayatı boyunca en çok eleştiri aldığı noktalardan birine götürüyor aslında. Her zaman kendisine yakın gördüğü ekibi önceleyerek siyaset yapma tarzı, onu siyasi hayatı boyunca “hizipçi”, “dar kadrocu” olma suçlamasıyla karşıya bırakmıştır.

Haberin Devamı

Baba tarafından Çerkez kökenli olan Deniz Baykal, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde o dönemde akademik ve siyasi çevrelerde yankı yaratan parlak bir doktora tezi ile tanınmıştı. “Siyasal Katılma” başlıklı 1963 tarihli bu doktora tezinde CHP ile DP/AP çizgileri arasındaki karşıtlığı ilerici/gerici gibi kalıpların dışına çıkan yeni sosyolojik kavramlar üzerinden tanımlayarak CHP çevrelerindeki yerleşik bakışları da sarsmıştı.

Deniz Baykal’ın ardından 1: Yakın tarihteki pek çok kritik dönemeçte Baykalın izleri var

Dönemin Hürriyet Ankara Temsilcisi Sedat Ergin, CHP lideri Deniz Baykal ile 6 Ekim 1998 tarihinde parti merkezindeki odasında bir mülakat sırasında.

SİYASETTE HIZLI YÜKSELİŞ

Haberin Devamı

Bu genç akademisyenin çalışmaları CHP içinde yükselmekte olan Bülent Ecevit’in de dikkatini çekecekti. Baykal, o dönemde “Mülkiye Cuntası” olarak adlandırılan akademisyenler grubu ile Ecevit’in yakın çevresi içinde yer almaya başladı. Kurulan yakınlık Deniz Baykal’ı 1973 genel seçiminde Ecevit’in davetiyle, Antalya milletvekili kimliğiyle TBMM’ye taşıyacaktı. Baykal, 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştiren CHP-MSP koalisyonunda henüz 36 yaşındayken Maliye Bakanlığı görevini üstlendi. Ardından kendisini 1978-79 yıllarında görev yapan Ecevit’in başbakanlığındaki CHP hükümetinde de Enerji Bakanlığı gibi kritik bir görevde görüyoruz.

Ancak bu görevi CHP Lideri Ecevit ile yollarının ayrılmasının kapısını da aralamıştır. Burada yaşanan sancılı olay, Enerji Bakanı olarak 1978 yılı mayıs ayında Mersin’deki ATAŞ rafinerisinin devletleştirilmesi yönünde yaptığı hamledir. Ecevit’in mayıs ayında Türkiye’nin son derece sıkışık ekonomik koşullarında kredi arayışıyla ABD’ye doğru yola çıktığı bir sırada Baykal’ın kendisinin bilgisi dışında attığı bu adım Ecevit ile ilişkisinde önemli bir kırılma yaratmıştır.

Haberin Devamı

Bu hadise yaşandığında Baykal bir çekim merkezi olarak parti içinde zaten sivrilmiş bulunuyordu. O dönemde muhtelif gruplar arasında amansız iktidar mücadelelerine sahne olan CHP’deki en büyük hiziplerden birinin lideri konumundaydı.

ASKERİ TESİSTE ZORUNLU İKAMET

Ve 12 Eylül 1980 günü gerçekleşen askeri darbe Deniz Baykal’ın aktif siyaset serüveninde uzun bir kesinti dönemini beraberinde getirmiştir. Demokrasiye dönüş aşamasına gelindiğinde askerlerin siyasete dönük tasarımlarının sekteye uğramaması için Çanakkale Zincirbozan’daki askeri tesiste enterne ettikleri siyasetçiler grubunun içinde Deniz Baykal da vardır. 31 Mayıs 1983’ten başlamak üzere tam 121 gün süreyle zorunlu ikamete alınarak siyasi faaliyetlerin uzağında tutulan bu grupta Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk, İhsan Sabri Çağlayangil, Sırrı Atalay gibi AP ve CHP’den kalburüstü 16 siyasetçi yer alıyordu.

Haberin Devamı

6 Kasım 1983 tarihinde yapılan seçimde görünüşte Türkiye’de demokrasiye dönülmüş olsa da bir dizi siyasetçiyle birlikte Baykal yasaklı bir siyasetçidir. Bu yıllarda geçinmek için arkadaşlarının avukatlık bürolarında hukukçu olarak çalışmıştır.

Ancak 6 Eylül 1987 tarihinde siyasi yasakların kalkıp kalkmaması konusunda düzenlenen ve Turgut Özal’ın yasaklara devam yönünde mesajlar verdiği referandum bu durumu değiştirir. Referandumda yasakların kıl payı bir farkla (75 bin oy) kalkması sonucudur ki Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel gibi şahsiyetlerle birlikte Deniz Baykal’ın da yeniden siyasete dönüşünün önü açılır. Henüz 49 yaşındadır ve bundan sonraki dönemde Türkiye’de siyasetin ana doğrultusunu ilgilendiren gelişmelerin önemli bir bölümünde sahnede ön planda yer alacaktır.

Deniz Baykal’ın ardından 1: Yakın tarihteki pek çok kritik dönemeçte Baykalın izleri var

Deniz Baykal ile 2002 yılı ekim ayında 3 Kasım 2002 seçiminden hemen önce Hatay’da düzenlediği mitingden dönerken uçakta sohbet.

ÖNCE SHP’ YE KATILIM, ARDINDAN CHP’YE YENİ GENEL BAŞKAN

Yasak kalkınca aktif siyasete dönüş yaptığı yer, genel başkanlığını Erdal İnönü’nün yaptığı, Halkçı Parti ile SODEP’in birleşmesiyle kurulan SHP, yani Sosyaldemokrat Halkçı Parti olacaktır. 29 Kasım 1987’de düzenlenen seçimde bu partiden Antalya Milletvekili seçildikten sonra ertesi yıl SHP’de genel sekreterlik görevine gelir. Bu dönemde merkez solda Ecevit’in DSP’si ve İnönü’nün SHP’si üzerinden ikili bir yapı söz konusudur.

Bu dönemde Erdal İnönü ile yıldızları hiçbir zaman barışmayacak ve kendisiyle sürekli mücadele edecektir Baykal. SHP’nin kurultayları her seferinde İnönü ile Baykal arasında bir bilek güreşi şeklinde geçer. İnönü’ye karşı genel başkanlık için adaylığını koysa da her seferinde kazanan İnönü olmuştur. Baykal, bu süreçte genel sekreterliği Hikmet Çetin’e bırakmak durumunda kalır.

SHP genel sekreterliği döneminin iz bırakan gelişmelerinden biri 1990 yılında o dönemde büyük yankı yaratan, kısaca “Kürt Raporu” diye adlandırılan Güneydoğu Raporu’nu kaleme alan komisyonun başkanlığını yapmasıdır. Buna karşılık, bir yıl öncesinde Paris’te düzenlenen Uluslararası Kürt Konferansı’na katılan Kürt kökenli 7 SHP’li milletvekilinin parti disiplin kurulu kararıyla ihraç edilmesi olayının sorumluluğu da ona atfedilmiştir. Bunun nedeni, ihraç yönünde oy kullanan isimlerin Baykal’a yakınlıklarıdır.

Baykal, 1991 seçiminde milletvekili seçildikten bir süre sonra yollarını SHP’den ayırır. O sırada DYP-SHP koalisyonunun attığı bir adım Deniz Baykal açısından değerli bir imkân yaratır. Askeri rejimin kapattığı CHP de dahil eski siyasi partilerin faaliyetlerine yasayla yeniden izin verilince, Baykal CHP’yi siyasi mücadelesini sürdüreceği yeni platform olarak görür.

CHP’nin yeniden kuruluşunu gerçekleştirmek üzere çağrılan kurultay 9 Eylül 1992 tarihinde 12 Eylül darbesi sırasındaki CHP delegelerinin katılımı ile düzenlenir. Baykal, bu kurultayı SHP ile uyumlu bir ilişkiyi ve bütünleşmeyi savunacağı anlaşılan Erol Tuncer’e karşı kazanarak CHP’nin genel başkanlığına seçilir. Geçmişte kavga ettiği Ali Topuz ve sol kanattan Ertuğrul Günay gibi isimleri yanına almıştır.

Böylelikle İnönü’nün karşısına bu kez CHP Genel Başkanı olarak çıkar. Merkez solda SHP, CHP ve bu iki partiyle arasına kalın bir duvar örmüş olan Ecevit’in liderliğindeki DSP olmak üzere üçlü bir bölünmüşlük tablosu yerleşmiştir.

 

1994’TE  ANKARA BELEDİYE BAŞKANLIĞININ KAYBEDİLMESİ...

 

 27 Mart 1994 yerel seçimleri Deniz Baykal’ın yeni CHP’sinin gücünün ölçülmesi için ilk önemli sınavdır. O yıllarda siyasi desteğin ölçüsü olarak kabul edilen yerel seçimdeki il genel meclisi sonuçlarına bakıldığında CHP’nin ülke genelindeki oyu yüzde 4.6 oranında kalmıştır.

Ancak Baykal’ın 1994’te en çok eleştiri almasına yol açan hadise Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde aday çıkartmasıdır. Yarışın SHP’nin adayı Korel Göymen ile Refah Partisi’nin adayı Melih Gökçek arasında geçmesi beklenirken, Baykal Ankara’nın eski belediye başkanı Ali Dinçer’i CHP’den aday gösterir. Kendisine Dinçer’in kazanma şansının olmadığı, bu durumun sosyal demokrat oyları böleceği konusunda yapılan bütün çağrılara karşılık Baykal geri adım atmaz.

Sandıkta Gökçek 393 bin 623, Göymen ise 387 bin 152 oy alır. Yani SHP Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni 6 bin 471 oyla kaybeder. CHP adayı Ali Dinçer ise bu farkın yaklaşık beşi katı fazlası olan 30 bin 52 oy almıştır. Solun bir daha Ankara Belediyesi’ni AK Parti’den geri alabilmesi için 2019 yılına kadar tam 25 yıl geçmesi gerekecektir.

CHP-SHP BİRLEŞİYOR

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı da yine Refah Partisi adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın kazandığı 1994 yerel seçiminde alınan bu sonuç solda birleşme tartışmalarını alevlendirir. Basından da gelen çağrıların ertesinde CHP ile SHP’nin birleşmesi yönünde çalışmalar başlar. Birleşme süreci Baykal ile SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın arasında imzalanan bir protokol üzerinden yürür.

İki partinin ortak düzenledikleri bir kurultayla CHP çatısı altında 1995 Şubat ayında birleşmesinden sonra Hikmet Çetin’in genel başkanlığında yedi ay süren bir geçiş dönemi yaşanır. Ardından yeniden kurultaya gidilir ve 9-10 Eylül 1995 tarihlerinde düzenlenen bu kurultayı Karayalçın’a karşı kazanan Baykal, yeniden CHP’nin genel başkanlığına gelir.

Baykal, ardından CHP’yi koalisyondan çeker. DYP lideri Tansu Çiller, kurduğu azınlık hükümetine TBMM’de güvenoyu alamayınca Baykal ile masaya oturmak zorunda kalır. Erken seçim koşuluyla kısa süreli bir koalisyona “evet” der Baykal. Bu hükümette de başbakan yardımcılığı ve dışişleri bakanlığı görevlerini de üstlenir.

Baykal’ın burada hangi siyasi hesapla seçime gittiği tartışılabilir ama sandıktaki sonuca baktığımızda 24 Aralık 1995 seçiminde CHP barajı zorlukla geçebilmiştir. RP yüzde 21.38 oy oranı ile birinci parti çıkarken, CHP yüzde 10.71 oy alarak, ancak 49 milletvekili çıkarabilmiştir. Üstelik yüzde 14.64 oy alan DSP’nin de gerisinde kalmıştır.

Deniz Baykal’ın ardından 1: Yakın tarihteki pek çok kritik dönemeçte Baykalın izleri var

Muhtemelen 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan genel seçimden önce Baykal’la helikopterle bir seçim mitingine giderken.

1999 SEÇİMİNDE BARAJ ALTI KALIP İSTİFA

Sonrasındaki dönem Türkiye’nin sürekli hükümet arayışlarıyla geçen, önce kısa süreli ANAP-DYP koalisyon denemesi, ardından Refah-Yol koalisyonunun kuruluşu ve 28 Şubat sürecine açılan bir dönemdir. Refah-Yol hükümetinin devrilmesinden sonra 1997 Haziran ayında Mesut Yılmaz’ın başbakanlığında ANAP-DSP-DTP koalisyonu kurulur ancak bu bir azınlık hükümetidir. Baykal, yeterli güvenoyu sayısına sahip olmayan bu koalisyona dışarıdan destek vererek siyasi bunalımdan çıkılmasına önemli katkı sağlar. Desteği için getirdiği koşullar arasında sekiz yıllık temel eğitim reformunun gerçekleşmesi ve Susurluk skandalının üstüne gidilmesi gibi talepler vardır.

Buna karşılık 1998 sonbaharında Mesut Yılmaz’ın suçlamalara hedef olduğu Türkbank skandalının patlak vermesi üzerine gensoru verip desteğini çekmesiyle koalisyon hükümetinin düşürülmesinde belirleyici rol oynar Deniz Baykal. Ortaya çıkan hükümet krizi 1999 Ocak ayında Ecevit azınlık hükümetinin kurulmasına ve Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının yarattığı atmosferde gerçekleşen 18 Nisan 1999 seçimlerine uzanır.

ALTAN ÖYMEN’İ YENİP YENİDEN GENEL BAŞKAN

 Bu seçimde CHP yüzde 8.71 oranında oyla baraj altında kalır. Ecevit, yüzde 22.18 oyla birinci çıkar sandıktan ve MHP ve ANAP’la koalisyon hükümeti kurar. Baykal, seçim yenilgisi üzerine istifa eder. 23 Mayıs 1999 tarihinde düzenlenen kurultayda CHP Genel Başkanlığı’na gazeteci yazar Altan Öymen seçilir.

Ancak Öymen’in genel başkanlığı uzun süreli olamamıştır. Bunun temel nedeni Baykal’ın parti örgütleri ve yönetimi üzerinde sürmekte olan etkisi nedeniyle Öymen ve ekibinin istediği hareket serbestisini bir türlü elde edememesidir. Burada yaşanan sıkıntılar Öymen’i 2000 yılı eylül ayı sonunda olağanüstü kurultaya gitmeye sevk eder. İki gün süren kurultayın sonunda 1 Ekim 2000 tarihinde Baykal sandıkta Öymen’i geride bırakır. Baykal, 15 ay sonra yeniden CHP Genel Başkan koltuğunda oturmaktadır.

2002 SEÇİMİ: ERDOĞAN’IN YASAĞININ KALKMASINA YARDIMCI OLDU

 Bunu izleyen dönem, önce 2001 ekonomik krizi, ardından Başbakan Bülent Ecevit’in sağlık sorunlarıyla Türkiye’nin ciddi bir belirsizliğe girdiği bir zaman kesitidir. 2002 seçimlerine gidilirken Necmettin Erbakan’la yollarını ayıran kadronun kurduğu yeni bir aktör, Adalet ve Kalkınma Partisi siyaset sahnesinde boy göstermektedir. Buna karşılık Baykal, kendisine dönük tehdidi bu kez DSP’den çok İsmail Cem, Kemal Derviş ve Hüsamettin Özkan’ın kuruluşunu birlikte duyurdukları Yeni Türkiye Partisi’nden algılamaktadır.

Seçime gidilen süreçte Baykal’ın en can acılı siyasi hamlelerinden biri Cem-Özkan ikilisi ile yola çıkmış olan Kemal Derviş’i bu oluşumdan kopararak yanına çekip CHP listesinden aday göstermesidir. 3 Kasım 2002 seçimi AKP ve CHP dışındaki bütün partilerin baraj altında kaldığı, önemli bir bölümünün tasfiye olduğu bir sonuçla kapanır. AK Parti tek başına hükümeti kuracak çoğunluk elde etmekle birlikte siyasi yasaklı olduğu için seçime katılamamış olan Recep Tayyip Erdoğan Meclis dışındadır. Başbakanlığı Abdullah Gül üstlenir.

Baykal’ın siyasi kariyerinde sergilediği en önemli inisiyatiflerden biri Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılmasına yaptığı katkıdır. Seçimden iki gün sonra 5 Kasım 2002’de Erdoğan’ı AK Parti merkezinde ziyaret edip kutlayan Baykal, “Kanaatim, bir insanın siyasi suç niteliğinde mahkûm olmasının ömür boyu siyasetten mahrum edilmesine gerekçe olmamasıdır” diyerek anayasa değişikliği için yeşil ışığı yakmıştır.

Nitekim CHP’nin verdiği destekle TBMM’de Erdoğan’ın yasağının kalkmasını mümkün kılan bir anayasa değişikliği yapılarak, kendisinin milletvekili seçilebilmesinin önü açılmıştır. Erdoğan, Siirt’te seçimlerin 9 Mart 2003 tarihinde yenilenmesi suretiyle milletvekili seçilmiş ve ardından başbakanlık koltuğuna oturabilmiştir.

Baykal’ın burada sergilediği tutum, AK Parti muhalifi bazı kesimlerden eleştiri almasına yol açmakla birlikte, kendisi bu kararını her zaman demokrasiyi sahiplenme duruşu çerçevesinde izah etmiştir.

1 MART’TA TEZKERİNİN REDDİNDE KRİTİK ROL OYNADI

 Baykal’ın siyasi kariyerindeki en önemli hadiselerden biri aynı zaman aralığına rastlıyor. Buradaki kritik konu 1 Mart 2003 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a kuzeyden cephe açması için ABD askerlerinin Türkiye’ye girişine izin veren tezkerenin oylamasında Baykal’ın oynadığı roldür. CHP’nin TBMM’deki gizli oturumunda gösterdiği kuvvetli muhalefet AK Parti içindeki bir grup milletvekilinin benzer yöndeki direnci ile birleşince tezkere reddedilmiş ve Türkiye ile ABD ilişkilerinde tarihinin en büyük krizlerinden biri patlak vermiştir.

Önümüzdeki hafta çarşamba günü 1 Mart tezkere oylamasının 20’nci yıldönümüdür. Geriye dönüp bakıldığında Türkiye o dönemde kara savaşının dışında kaldıysa, Baykal’ın burada oynadığı kayda değer rolü teslim etmemiz gerekiyor. 

Deniz Baykal’ı konu alan değerlendirmemiz önümüzdeki hafta ikinci bir yazıyla son bulacak.

 

Yazarın Tüm Yazıları