ABD İnsan Hakları İzleme Örgütü'nden: İsrail’e ‘insanlığa karşı apartheid ve zulüm’ suçlaması

İsrail, önce Doğu Kudüs’te Mescid-i Aksa’yı basması, ardından Gazze’yi ayrım gözetmeksizin hedef alan, çok sayıda sivil ölüme yol açan füze saldırılarıyla bir kez daha uluslararası camianın bir numaralı gündem maddesi haline gelmiş bulunuyor.

Haberin Devamı

Netanyahu hükümetinin saldırganlığı bütün dünyada sorgulanıyor. Bu dönemde ABD sivil toplum camiasının içinden gelen ve İsrail devletinin fiillerini geçmişte ırkçı Güney Afrika rejiminin “apartheid” uygulamalarıyla aynı kategoride değerlendiren bir rapor özel bir anlam taşıyor.

Geçen hafta İsrail’e ilişkin yazımızda kısaca değindiğimiz, nisan ayı sonunda yayımlanmış olan bu rapor, ABD’nin insan hakları alanındaki en saygın sivil kuruluşlarından biri olan Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü) tarafından kaleme alındı. HRW, dünyanın her bir köşesindeki insan hakları ihlallerini düzenli bir şekilde izleyen bir örgüt.

ABD’deki Demokrat Biden yönetiminin İsrail’i karşısına almaktan çekindiği için yoğun eleştirilere uğradığı bir dönemde, ülkenin en prestijli insan hakları kuruluşlarından birinin İsrail’deki Netanyahu hükümetini rahatsız eden bu raporu hazırlamış olması, her bakımdan kayda değer bir gelişme.

Haberin Devamı

Öncelikle, Amerikan kamuoyunda Filistinlilerin mağduriyetlerinin anlaşılması yönünde bir farkındalığın güçlenmekte olduğunu göstermesi bakımından önem taşıyor. Nitekim, son hadiselerde özellikle yönetimdeki Demokrat Parti’nin içinde İsrail’e karşı eleştirel seslerin artmakta oluşu da, İsrail’in on yıllardır ABD’de yararlandığı dokunulmazlık örtüsünün yavaş yavaş kalkmakta olduğuna işaret ediyor.

GÜNEY AFRİKA’DAKİ IRKÇI REJİM İÇİN GETİRİLEN SUÇ

HRW’nin 218 sayfa tutan raporu “Aşılan Bir Eşik/İsrail Makamları, Apartheid ve Zulüm Suçları” başlığını taşıyor. Uzun yıllara yayılan bir çalışmanın ürünü olan bu rapor, İsrail’in uygulamalarını uluslararası hukukta “İnsanlığa karşı suçlar” başlığı altında tanımlanmış “apartheid” ve “zulüm” suçlarına ilişkin hükümler çerçevesinde değerlendiriyor.

Her iki suçun uluslararası hukukun alanına girmesi bir hayli geriye gidiyor. Özellikle “apartheid suçu” bütün dünyada çok yakından bilinen bir kategori. Güney Afrika’da beyazların siyahlara ve beyaz olmayan diğer etnik gruplara karşı üstün oldukları ideolojisi üzerinden tesis edilen, 1948’den 1994 yılına kadar süren ırkçı apartheid rejiminin uygulamalarına karşı getirilmiş olan bir suç tanımı.

Haberin Devamı

Güney Afrika’da yaşayan siyahlar, bu ırkçı rejim altında on yıllarca ikinci sınıf vatandaş olarak tescil edilerek, beyazlara kıyasla sınırlı haklara ve sistematik bir ayrımcılığa maruz kaldılar.

ULUSLARARASI HUKUK NE DİYOR?

Daha önceki bazı uluslararası sözleşmelerde de atıf yapılmakla birlikte, apartheid suçları konusundaki ana referans metin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1973 yılında kabul edilen “Apartheid Suçunun Ortadan Kaldırılması ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme”. Bu sözleşmede apartheid “insanlığa karşı bir suç” olarak tanımlanıyor. Metinde “Bir ırktan insan grubunun başka ırktan bir insan grubuna tahakküm etmek, bunu sürdürmek, bu yönde sistematik bir şekilde baskı uygulamak amacıyla işlediği fiiller” tarifi getiriliyor.

Haberin Devamı

Daha sonra 1998 yılında kabul edilen ve “Uluslararası Ceza Mahkemesi”nin statüsünü tanımlayan “Roma Sözleşmesi” de apartheid suçuna büyük ölçüde buna yakın bir tanım getiriyor.

İnsanlığa karşı zulüm” suçunun geçmişi ise İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra 1945’te Nazi savaş suçlularını yargılamak üzere kurulan Nuremberg Mahkemesi’nin statüsüne ilişkin Londra Antlaşması’na kadar gidiyor.

Antlaşmada bu suç fiili, “Siyasi, ırksal ve dini temeller üzerinden yapılan zulüm” şeklinde tanımlıyor. Buna karşılık Roma Sözleşmesi’nin statüsünde bu suçun kapsamı bir hayli genişletildi. “Siyasî, ırksal, ulusal, etnik, kültürel, dini veya cinsel nedenlerle bir grup veya diğerlerinden ayrılabilen herhangi bir topluluğa zulüm etme” olarak tanımlanıyor Roma Sözleşmesi’nde bu suç. Buradaki suç tanımında “Bir grubun kimliğinden dolayı toplu olarak kasıtlı bir şekilde temel haklardan yoksun bırakılması” ölçütü getiriliyor.

Haberin Devamı

POLİTİKALARIN AMACI YAHUDİLERİN FİLİSTİNLİLERE TAHAKKÜMÜ

Human Rights Watch (HRW), aktardığımız suç tanımlarından yola çıkarak, İsrail devletinin gerek kendi sınırları içinde gerek Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze olmak üzere işgal altında tuttuğu topraklarda Filistinlileri hedef alan uygulamalarını büyüteç altına yatırıyor.

Kuşkusuz 200 sayfayı aşan bir raporu bir köşe yazısının sınırları içinde özetleyebilmek mümkün değil. Ana başlıklara bakarsak...

Çok temel bir saptama, İsrail’in 1967’de Batı Şeria’yı işgali sonrasında geçen 54 yıl zarfında işgal altındaki bölgelere geçen Yahudilere tanıdığı ayrıcalıklı statüyle ilgilidir. Rapora göre, İsrail makamları Yahudilerin işgal bölgesine geçişlerini kolaylaştırıp, onlara temel haklar, toprak sahibi olma, hareket özgürlüğü, inşaat izinleri ve yakın akrabaların yanına yerleşebilme gibi imkânlar açısından Filistinlilere kıyasla “üstün bir statü” tanımıştır.

Haberin Devamı

İzlenen politikalar çerçevesinde işgal bölgelerinde Filistinlilerin oy hakkının bulunmaması, Gazze ile Batı Şeria arasında insani temasların engellenmesi “sistematik baskı” olarak nitelendiriliyor. İki farklı vatandaşlık sistemi de ağır bir eleştiri alıyor raporda. İnsanların milliyetlerinin ve vatandaşlıklarının ayrıştırılması sonucu Filistinli vatandaşların Yahudi vatandaşlara kıyasla “aşağı bir statüye” sahip olmaları uluslararası hukuk bakımından problemli bulunuyor.

FİLİSTİNLİLERİN MAHRUMİYETİ APARTHEID SUÇUDUR

Raporda Filistinlilere ait toprakların önemli bir bölümünün müsadere edilmesi uygulaması da bir diğer sorunlu alan olarak geniş bir şekilde değerlendiriliyor. Filistinliler oturma izni, inşaat izni gibi temel haklardan yoksun bırakılırken, özel mülkiyete ait topraklara el konularak bunların bir bölümünün sonradan yeni Yahudi yerleşimleri için tahsis edilmesi ağır eleştiri alıyor.

Raporun temel tespiti şu şekilde aktarılabilir: “Önde gelen İsrail makamlarının yasaları, politikaları ve beyanlarına bakıldığında, Yahudi İsraillilerin demografi, siyasi güç ve topraklar üzerinde kontrollerini sürdürme hedefinin, uzun zamandan beri hükümet politikalarına yön verdiği açıkça görülmektedir. Yetkili makamlar, bu amaca ulaşmak üzere, Filistinlileri kimliklerinden ötürü değişik ölçülerde mülksüzleştirmiş, kısıtlayıp kuşatmış, zor kullanarak birbirinden ayırmış ve tahakkümleri altına almıştır. Bazı bölgelerde bu mahrumiyetler o kadar şiddetli boyutlara varmıştır ki, bunlar insanlığa karşı apartheid ve zulüm suçlarını oluşturmaktadır.”

ÖNERİLER BM’DE ABD VETOSUNA TAKILABİLİR

Raporun sonunda Gazze’de her gün çocukların “bir açık hava hapishanesine doğdukları”, Batı Şeria’da ise “vatandaşlık haklarından yoksun olarak dünyaya geldikleri” belirtiliyor. İsrail’in tacizkâr politikaları sürdükçe, İsrail ve işgal altındaki topraklarda yaşayan bütün insanlar açısından özgürlük, eşitlik ve onurları üzerinde inşa edilmiş bir geleceğin söz konusu olmayacağı vurgulanıyor.

Rapor, İsrail’e karşı bir dizi önlem alınmasını öneriyor. Bunların başında BM üzerinden İsrail’in sistematik ayrımcılık ve baskısını araştırmak üzere bir uluslararası komisyonun kurulması geliyor. Bir diğer öneri ise dünyada insanlığa karşı apartheid ve zulüm suçlarını izlemek üzere bir BM Özel Temsilciliği makamının oluşturulmasıdır.

HRW’nin önerileri kuşkusuz son derece yerindedir. Gelgelelim, bu önerilerin hayata geçirilebilmesi için nihai aşamada ayrı ayrı BM Güvenlik Konseyi kararları gerekecektir. Orada da bir kez daha ABD’nin vetosunun karşımıza çıkması hiç şaşırtıcı olmayacaktır.

Böyle de olsa İsrail’deki gerçeklerin artık ABD’deki insan hakları kuruluşları tarafından daha da yüksek sesle telaffuz edilmeye başlanması yine de sevindirici bir gelişmedir. HRW raporu, önümüzdeki dönemde uluslararası alanda sıkça referans alınacak olmasından dolayı İsrail üzerindeki basıncın artmasına yol açacaktır.

Yazarın Tüm Yazıları