Kafama tuğla düşmedi

Sarı saçlar, mavi gözler, 60’ların Kıvanç Tatlıtuğ’u. Fakat pop söylemesi beklenecekken klasik Türk müziği okuyor. “Bak Yeşil Yeşil” ortalığı kasıp kavuruyor, bununla eşzamanlı Yeşilçam filmleri… Yine bir ters köşe yapıyor, bu kez tasavvuf müziğine yöneliyor. En sonunda da Cerrahi cemaatinin postnişinlik görevini üstleniyor. “Kafama tuğla düşmedi, tasavvuf hayatımda hep olan bir şeydi” diyen Özhan’ın eşi ve yedi kedisiyle yaşadığı villasına konuk olduk; aldığı ilk bayram harçlığından sohbete daldık.

Haberin Devamı

Hatırladığınız en eski bayram hangisi?

- Hatırladığım en eski bayram, babam “gel” dedi, elini öptüm. “Aç avcunu” dedi, açtım. Bir, iki, üç, dört tane 25 kuruş verdi. Bir lira bayram harçlığı! 50’li senelerdi.

Tahmini kaç yaşlarındasınız?

- Herhalde 7-8.

Fotoğrafta başka kimler var, aile büyükleri filan var mı?

- Babamın memuriyeti dolayısıyla Urfa’da dünyaya gelmişim. Tabii o günleri hatırlamıyorum. 10 aylıkken oradan ayrılıp Hakkari’ye geçmişiz. Babam pek aynı yerde durabilen bir insan değildi. Herkesin tekerine çomak sokan, tavizsiz bir adamdı. O yüzden bol bol sürgün yiyordu. Bayramlarım benim o geleneksel aile bayramları şeklinde geçmedi. Biz hep ablam, ben, annem, babam olarak yaşadık. Onun için en fazla 4 kişi olurduk bayramlarda.

Kafama tuğla düşmedi

Haberin Devamı

YAŞ ALDIĞIMIN FARKINDA DEĞİLİM

73 yaşındasınız. Şimdi de çok yakışıklısınız. Ama gençliğiniz kasıp kavuruyormuş. Dönemin Kıvanç Tatlıtuğ’u gibi. Yaş almayı nasıl yaşıyorsunuz?

- Öyle bir dönem yaşadık, evet. Ama şimdi farkında değilim yaş aldığımın. Zaman zaman yaşım aklıma geliyor, “Allah Allah” diyorum, “Bu nasıl bir şey…” Ben de inanamıyorum çünkü öyle bir şey hissetmiyorum. Sağlığım, işim gücüm yerinde. Koşturuyorum. Yaşla psikolojinin ve fizyolojinin bir araya gelmesini henüz yaşamadım. Ama yaş aldı başını gidiyor, uğurlar olsun.

Rumelili bir ailenin çocuğusunuz. Hiç gidip görebildiniz mi?

- Silistre, Deliorman dedemin geldiği yer. Şimdi Bulgaristan, o zaman Osmanlı toprakları. Silistre’ye gidemedim. Sofya’ya gittim; orada konserlerim oldu ama diğer tarafa geçme imkânım olmadı.

Ne zaman göçmüşler?

- Bu tarafa gelişleri 1887. Rus harbi sonrasında oralar elden çıkınca onlar da kendi topraklarına dönmüş. Bizim aslen yerimiz Konya, Karaman. Orta Asya’dan göçlerle Anadolu’ya geldiğimiz zaman biz Konya’da konuşlanmışız. Oradan Rumeli’ye geçilmiş. Zaten Rumeli halkının çoğu Konya Karaman’dandır. Yaklaşık 350-400 sene filan kalmış bizimkiler orada. Babam Eskişehir’de doğmuş. Ama halalarım, dedem hepsi Silistre doğumlu.

Haberin Devamı

Kafama tuğla düşmedi

TASAVVUF İLE İÇİME GÖMÜLÜ OLAN DIŞARI ÇIKTI

Ben kendi hayatımı, ‘her şeyi bildiğimi sandığım bir dönem’,  ‘hiçbir şey bilmediğimi anladığım bir dönem’, sonra da ‘O kadar da cahil değilmişim ya’ dediğim dönem diye üçe ayırıyorum. Siz kendi hayatınızı bölseniz nasıl bölerdiniz?

- Hayatın içine çok çabuk girdim. Konservatuvarın ilk yıllarında Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne de devam ediyordum aynı zamanda. 17-18 yaşlarında sahneye çıkıp profesyonel oldum.

Bebek Belediye Gazinosu, değil mi?

- Evet. Böyle sapsarı, renkli gözlü, incecik, okusa okusa aranjman okur diye bakılacak bir tip kalkıp klasik müziği okuyor. Yakışıklı bir çocuktum ama sesim de fena değildi. Ummadığım zamanda insanların ciddi ilgisini çektim. Zaten çocukluğumdan beri bulunduğum her yerde dikkat çekerdim. “Ne güzel çocuk, ne terbiyeli çocuk, sesi ne kadar güzel” sözleriyle büyüdüm. Bu aslında avantaj değil.

Neden...

Haberin Devamı

- “Ben neymişim be abi” olursun. Yani çok özgüvenle büyüdüm. Sonra birçok eksiğim olduğunu gördüm. Bu sefer biraz geri çekilmek istedim, öyle bir imkânım olmadı. Sürekli üretme pozisyonunda, ön tarafta oldum. O zaman okumaya, çok düşünmeye, çok dinlemeye başladım.

Ardından benim bu tasavvuf müziği çalışmaları… Zaten onlar çocukluğumdan beri vardı babamdan dolayı. Konservatuvarda dini musiki dersleri vardı. Kafama tuğla düşmedi yani, hayatımda hep var olan bir şeydi o.

Netice itibarıyla Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı’na düştü yolum. Bu sefer hem musikisi büyük bir repertuvar okyanusuna düştüm hem de orada bunun tasavvufi sohbetleri yapılan insanlarla bir araya geldim. Bu sefer renk değişti.

Haberin Devamı

Değişen neydi?

- İçimde gömülü olan şey dışarı çıktı. Daha tasavvufi düşünmeye, tasavvufi okumaya, tasavvufi yaşamaya bir gayret başladı. Şöhretle beraber bu da vardı hayatımın içinde.

Benim “Bak Yeşil Yeşil” zamanında bu tasavvuf dip yaşantısı hep vardı. Öyle bir dönem, sonra da yaş ilerledikçe o büyükler göçtü, biz kıdemli olarak kaldık, abi olduk. Şimdi arkaya baktığım zaman romantik bir çocukluk, çok yoğun ama ham bir gençlik görüyorum. Buradan baktığım zaman acımsı bir tat geliyor ağzıma.

Sonra olgunlaşma dönemi. Şimdilerde de yolun sonuna geldik. Daha çok düşünmek, daha çok tolerans sahibi olmak, daha ötekisiz bir bakış sahibi olmaya gayret etmek, varlık bilgisi benim için bilgilerin en önünde gelen şey haline geldi.

Haberin Devamı

Kafama tuğla düşmedi

BAŞKA BİR YAŞAMI TERCİH ETMEK HAYRANLIK UYANDIRDI

Çok genç yaşta bünyenizde iki farklı dünyayı yan yana barındırabilmişsiniz. Bu her iki dünyada da hiç ötekileştirildiğinizi hissettiğiniz oldu mu?

- Zaman zaman oldu. Ama beklenilen kadar sert olmadı. Bir tarafta “Bak Yeşil Yeşil” diye meşhur olmuş, filmler diziler şunlar bunlar, zamanın yakışıklı ve o zamanın şöhreti şimdinin şöhreti gibi değil. O zaman harbi şöhret var. “Bak Yeşil Yeşil” derken birden ilahilerle çıkınca millette “Hayırdır ne oluyor” gibi bir bakış açısı oldu ama çok ilginç, çok çabuk içselleştirdiler. Tenkitler çok fazla kulağıma gelmedi ama çok övgü geldi. Bunların hepsi talep üzerine oldu. O ikilemi aman aman hissetmedim. Hayret edilecek bir parçalanma yaşamadım. Sadece bir zorluğum vardı, sahneye çıktığım zaman insanlar Türk müziği de okuyacağım diye beklenti içinde oluyorlardı ama biraz Allah biraz yallah yakışmıyor birbirine. İkisini bir arada yapmak hoşuma gitmezdi.

Oyuncu, popüler bir şarkıcı kimliğinizle diğer dünyada kabul görmekte zorlandınız mı?

- Hayır. Onlar çok daha çabuk içselleştirdi ve benimle iftihar ettiler. Çünkü benden açığa çıkan davranış biçimi Türkiye’de kolay rastlanacak bir şey değil. Hem popülersin hem fiziksel avantajların var.

Hayatın yaşanacak birçok lezzetleri varken birtakım şeylere “hayır” deyip başka bir yaşamı tercih etmek, öteki tarafta da büyük bir hayranlık uyandırdı.

Geçen yaz sizi ve ailenizi İstanbul Havalimanı’nın CIP salonunda görmüştüm. Yan yana masalarda oturuyorduk. Sizi gözlemledim biraz. Son derece mütevazı bir haliniz vardı. 26 Ağustos, tipik Başak erkeği: Gösterişten ve şatafattan uzak. Aşırı disiplinlilik gibi diğer özelliklerini de taşıyor musunuz burcunuzun?

- Onu eşim daha iyi cevaplar. Aşırı olmasa da çok disiplinli ve titizimdir. Rahatsız edici derecede değil. Ama neredeyse rahatsız ederim. (Gülüyor)

Türk müzisyenleri dünya çapında iş yapabilecek kapasiteye sahip

1985’te Asiavision’da Türkiye’yi temsil ettiniz. 1987’de ise alaturka bir şarkıyla Eurovision elemelerine katıldınız. Eurovision’a yıllardır katılmıyoruz. Halbuki geçen yıllarda birinci de olmuştuk. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

- Türkiye’nin sesini duyurmak adına madem birinciliğe gidebilecek kadar bir performans gösteriyoruz, ki Sertab kardeşimiz onu becerdi; şimdi de çok cici delikanlılar, kızlarımız var. Sadece orada hakkıyla oylama yapılıp yapılmadığı konusunda hepimizin endişeleri var. Biz onu beceremeyip de zavallı duruma düşeceksek girmeyelim derim ama bugün Türk müzisyenleri dünya çapında iş yapabilecek kapasiteye sahip.

Kafama tuğla düşmedi

EŞİMLE SABAHLIYORUZ FİLM SEYREDİYORUZ

22 Eylül 2022’de Cerrahi Cemaati’nin 22’nci postnişini oldunuz. Nedir bu 22’nin sırrı, tesadüf mü?

- Varlık aleminde tesadüf diye bir şey yok, tevafuk diye bir şey var ama ben onun sırrını bilmiyorum. Ebced olarak bakıldığı zaman 22’nin mutlaka bir anlam taşıdığı söz konusu olur. Postnişinlik meselesine gelince… Bizim vakfımızın ismi Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu Araştırma Yaşatma Vakfı. Yani bir ilmi çalışma var orada, ciddi akademik kadromuz mevcut. Bu konsept içinde en başta olan, yani mütevelli heyeti başkanı, eski format itibarıyla postnişin oluyor. Daha medyatik bir şey olduğu için herkes postnişin diye yazıyor ama ben o vakfın mütevelli heyetinin başkanıyım sadece.

24 saatiniz nasıl geçiyor?

- 24 saatimin en küçük paydaşı uyku. Zaman zaman 3-4 saate de iniyor. Meşguliyetlerle alakalı. “Geceler hülya gibidir, âşıkların matemidir” diyor şair: “Gönül derdi çekenleri, gizlice yaş dökenleri, bağrımdaki dikenleri gelin sorun gecelerden.” Geceler bize çok kıymetli, gecelere kıyamıyorum. Gece okuyorum, düşünüyorum. Eşim emekli (müzik öğretmeni) oldu, şimdi o da bana uydu. Beraber sabahlıyoruz, sohbet ediyoruz, film seyrediyoruz. Her senaryo bir hayattır. Her hayat bir senaryodur. Ve her hayat bir kader bağlamını da ortaya koyar. Bu filmleri seyretmek, böyle vakit doldurmak değil, orada kim ne yaparsa neticesi nereye götürüyor insanı diye bir deneyimdir film aslında. Çok önemli bir yeri vardır hayatımda. Haftada 3 gün zaten vakıf var. Gece kaçta dağılacaksak 1’lere, 2’lere kadar orada vaktim geçer. Diğer zamanlarda da kendi kitaplarımla meşgul olurum. Pandemi döneminin en mutlu insanı bendim herhalde. Ne güzel ayağımı dışarı atmadım, hep evimde oturdum.

 

EVDE EKONOMİYE  HANIM BAKIYOR

COVID’e yakalandınız mı?

- Yakalanmadık. Hep evde oturdum ama en yoğun zamanımı yaşadım. Günde iki kez canlı yayın açıp sohbetler yapıyordum. Eskiden yaz tatillerinde “şuraya buraya gidelim” diyorduk. Evimiz de tatil yeri gibi, bahçemiz zaten var. Saray’da yazlığımız var. Oraya gitmeye bile vakit bulamıyoruz. Geçen yaz hiç gidemedik.

Orası da böyle kedi dolu mu?

- Bunlar bizim 3 tane evde yaşayan kedimiz. Ayrıca 4 tane de bahçe ahalisi var.

Çok güzel bir ev… Peki hayat pahalılığından Ahmet Özhan da mustarip midir?

- Allaha şükür ben hiç farkında değilim. Bizde o işlere de hanım bakıyor. Ekonomiye de o bakıyor. Bazen duyduğum zaman dudağım uçukluyor. Eve geldiğim zaman, Allah’a şükür, evde bir eksiğimiz yok. Ama ben bu yaşa geldim, bu kadar büyük bir pahalılığı yaşamadım. Olağanüstü yani.

Kafama tuğla düşmedi

Kısakürek de Nâzım da ulusumuzun yüz akı

O MU, BU MU?

Ankara Radyosu mu, İstanbul Radyosu mu?

- İstanbul Radyosu benim mensup olduğum bir konsept. Ama Ankara Radyosu’nda çok güzel anılarım var. 10 sene İstanbul Radyosu’nda kadrolu çalıştım TRT elemanı olarak. Ama Ankara Radyosu dediğiniz zaman romantik yanı daha ağır basıyor. Daha bir gönül potansiyeli var.

İstanbul’un Anadolu yakası mı, Avrupa yakası mı?

- Ben 30 sene Anadolu yakasında oturdum. 13-15 senedir bu tarafta oturuyorum. Daha önce de bu tarafta oturmuştum. 80’de geçtim Asya’ya fakat Avrupa yakası şu anda bana daha rahat bir psikoloji veriyor. Asya yakası çok daha zor geliyor bana. Avrupa yakasını tercih ederim.

Türk kahvesi mi Türk çayı mı?

- Çayı tercih ederim.

Aşure mi, güllaç mı?

- İkisi de. Mümkün değil ayıramam (Gülüyor).

Mantık mı, içgüdü mü?

- Şunu mantıklı bir içgüdü yapsak olmaz mı? Mantığı da çok severim. İçgüdü mantıkla evlendirildiği zaman çok daha güzel netice verir.

Kafama tuğla düşmedi

Deniz-kum-güneş mi; orman-ağaç-temiz hava mı?

- Bu yaştan sonra artık orman-ağaç-temiz hava.

Evinize misafir geldi, horlamasından uyunmuyor. Uyandırır mısınız uykusuz mu kalırsınız?

- Uykusuz kalırım. Misafir uyandırılmaz.

Hangisine daha çok gülersiniz: Cem Yılmaz mı, Ata Demirer mi?

- Cem hakikaten güldürüyor insanı. Ata’nın da güzel parodileri var ama Cem Yılmaz.

Nâzım Hikmet mi, Necip Fazıl Kısakürek mi?

- Ben bunları ideolojileri olarak değil ama Türkçeyi kullanış, sözcüklerle mimari yapma özelliklerine baktığım zaman birbirine tercih edemem. İkisi de benim ulusumun yüz akı, muhteşem şairlerdir. O şiiriyet açısından meseleye yaklaşacak olursak bir seçkide bulunmam mümkün değil.

Yazarın Tüm Yazıları