Şehirde en son neler oldu?

İstanbul, sıkıştırılmış zamanlarda çok iş yapanların sürekli koşturduğu bir şehir.

Haberin Devamı


14 Mayıs seçimlerine kadar da böyle işte.
Şehrin her köşesinde bir organizasyon, bir yenilik, yetiş yetişebilirsen...
Çarşamba günü de öyleydi.
Nişantaşı’daki St. Regis’in altındaki lüks saat butiği Entropia ilk durak.
Çünkü Roger Dubuis saatlerinin CEO’su Nicola Andreatta, Türkiye lansmanını gerçekleştirmek üzere orada.
Nicola’nın üzerindeki baştan aşağı kırmızı takım elbiseyi görünce ilk düşündüğüm şey:
“Bizde hangi CEO bu renk bir takım elbise seçip lansman davetine katılır?”
Tabii ki E şıkkı, hiçbiri.
O zaman bir temenni: Umarım yeni nesil CEO’lar ilerde daha cesur olur...
Nicola açılışı yaparken Milano’dan yeni dönen mimar Gökhan Avcıoğlu’yla konuşuyorum. Gökhan, kasım sonu Singapur’da yapılacak “World Architecture Festival”, yani kısa seslenişiyle WAF’ta jüri üyesi olmuş.
Entropia sonrası ikinci durak, Karaköy’deki Aşeka.
Epeydir merak ettiğim ve herkesin yemeklerini övdüğü şef restoranı.
Aslında yeni bir yer değil.
Açılalı neredeyse 1 yıl olmak üzere.
Ama sanırım ilk kez farklı bir şey oldu.
İstanbul’daki bir restoran önce turistlerin ilgisini çekti, sonra da yeme-içme meraklısı lokallerin.
Aşeka’nın son aylarda konuşulmasının nedeni bu yüzden yani.
Öncelikle söyleyeyim, Aşeka’yı bulmak zor oldu.
Çünkü Instagram hesapları yanlış adrese yönlendiriyor. Bindiğim Uber taksisinin haritası doğruyu biliyormuş aslında.
Ama ben inat ettim, “Hayır burada değil” diyerek çok daha ileride indim.
Hayat dersi:
İnat etme, akışa bırak...
Aşeka’ya vardığımda ise geçmişe şutlandım: Burası çok eskiden, Karaköy’ün ilk yükseliş dönemlerinde Gaspar isminde çok popüler bir restorandı. Macerası kısa ama etkiliydi.
Hafıza dolaplarını karıştırdıkça detaylar da hatırladım:
Gaspar’ın bir partisinde Derin Mermerci ve Cem Aydın’ın ilk flörtlerine şahit olmuştuk.
Neyse, günümüze, yani Aşeka’ya dönelim.
Restoran kendiliğinden güzel tabii. Çünkü 100 yıllık eski bir bina burası.
Ambiyans, dekorasyon filan pek şık.
Şef Ömer Akosman’ın hazırladığı menü mevsimsel olarak değişiyormuş.
Ben de tam menünün değiştiği o günlere denk gelmişim.
Ama herkesin tavsiye ettiği “morel mantarlı orzo risotto” menüde sabit kalmış, bir tek onu değiştirmemişler.
Gerçekten de herkesin tavsiye ettiği kadar varmış bu tabak.
Denediğim diğer yemeklerin ise tuz oranı biraz fazla geldi bana. Lezzeti öldürecek denli.
Onun dışında Aşeka; yanı başındaki Galataport’un iddialı, marka restoranlarına göre çok daha kimlikli ve samimi.
Ve gecenin son durağı:
Soho House.
Meğer ünlü kulüp İstanbul’a geleli 8 yıl olmuş.
O gece kalabalık bir kutlama partisi vardı.
Her katta ayrı bir müzik, katlar arası inip çıkan insanlar, “Aşağı kat daha iyiydi, yukarısı baydı” diye kıyas yarışına girenler...
Tanıdık simalardan Cüneyt Özdemir’i gördüm bir ara. Sonra Şevval Şahin’i.
Evet, Soho’nun ilk yıllarındaki görkemli kutlamaları ya da kulüpteki temalı partileri görmüş geçirmiş biri olarak beni çok açmadı bu kutlama partisi.
Ama kutlamalar gelir geçer; bu toprakların onca gündem çalkantısına dayanıp istikrarı sağlamış Soho House’u tebrik etmeliyiz nihayetinde. Dayandılar ve oldu.
Neyse bambiler (bu sesleniş de bir diziden takıldı dilime, geçmiyor) yarına bir başka turlamada görüşmek dileğiyle...

 

Yazarın Tüm Yazıları