Doğa banyosu

2020’nin Aralık ayında, Goldwind Danka diye biri geldi evimize Moskova’dan. İki buçuk aylıktı.

Haberin Devamı

Gerçekten de altın bir rüzgara benziyordu. Biz ona kısaca “Misha” demeye karar verdik.
Kısa zamanda, sanki hep evdeymiş gibi tanıdık geldi.
Hatta ilk gördüğüm an bile tanıdık geldi. Olur ya. Sanki eski hayatımda kızımmış gibi.
Ve işte böylece ilk kez bir köpeğim oldu benim.
Ankara’da hayvanlardan uzak bir evde büyüdüm. Her görülen örümcek, böcek ve sineğin kafasına terlik patlatılan bir evde.
Hayvanlara uzaktan bakıp yakından kaçarak. Kedi tırmalar, arı sokar, köpek ısırır.
Tüylü bir şeye elimi değsem, gidip yıkardım çünkü belki mikrop kapardım.
Etrafımda da hayvan sahibi birileri yoktu.
Ne bileyim, evine gidince köpeği üstüme atlayan bir arkadaşım, iguanası olan bir komşum ya da apartmanın sadık kedisi... Yoktu hiçbiri.
Hayvanlar ormanların ve vahşi hayatındı. Sokaklarındı. Fareler, yatılı trenlerin ve gecelerindi. Baykuşlar da korku filmi gibiydi zaten.
Sonra, benim hayatım birkaç takla attı.
Yani hani, bir yemeği yaparken bazen alakasız bir sürü sosa batırırsınız ve öyle tatlanır ya, onun gibi.
Ve son batırıldığım sosta, hayvanlar alemine girdim.
Orman kenarında bir evde yaşamanın sonucu olarak, yılanı sopayla yoldan almayı, domuzların gece bıraktığı ayak izlerine basa basa yürümeyi, örümceği incitmeden bahçeye bırakmayı, kediler kucağımda kahvaltı etmeyi, koyunları otlatmayı ve arılardan bal almayı öğrendim.
Kuş sesleri ve kuşlar en merak ettiğim konu.
Acaba bu ormanda hangi kuşlar var, sesleri ne?
Bahçedeki kirpinin ve kaplumbağanın evlerini çok merak ediyorum.
Cesur tavuğum var bir tane, en uzağa o geliyor diye onu ödüllendiriyorum.
Derken Misha geldi.
Bir bebek daha geldi diyebilirim.
Yemeği, uykusu, çişi, kakası, hava alması, oyunu, sevmesi var.
Zaman istiyor, ilgi istiyor, oyun istiyor. Bir de çalışmak, çalıştırılmak istiyor Misha.
“Şimdi ne yapayım” diye gözünün içine bakıyor insanın.
“Git getir, yakala, otur, yat, kalk, bekle”yi hemen 10 günde öğrendi bile.
Evin bir tane daha sesi, soluğu, neşesi oldu.
Ben de her gün biraz daha öğreniyorum. Bir köpekle arkadaş olmayı, ona anne olmayı, yuva olmayı öğreniyorum.
Doğaya ilk defa kollarımı ve kalbimi açtığımı hissediyorum.
Ağaçlar, kendilerini mikroplardan korumak için fitonsit diye bir madde salgılıyorlarmış.
İnsanlar, ağaçların yanında bu maddeyi içlerine çektikleri zaman, bağışıklıkları artıyor, stresleri azalıyor ve vücutlarındaki beyaz savaşçı hücreler artıyormuş.
Orman yürüyüşleri bende bağımlılık yarattı. Belki de sebebi bu fitonsittir.
Japonların meşhur orman banyoları varmış, saatlerce ormanda geçirdikleri zamanlar...
Sakinleşmek için, tedavi için... En çok da hayatta olduğunu ve bütünün parçası olduğunu anlamak için.
Yürürken, ağaçlarla, kuşlarla ve hatta ormanda o sırada uyuklayan domuz yavrularıyla birlikte nefes alıp verince, bu ortak nefes, ortak bir bilince çağırıyor insanı.
Bir mantarın da seninle aynı topraktan, havadan, yağmurdan beslendiğini bilince, bir nevi komşu oluyorsun ona.
Senden çok farkı olmuyor orman canlılarının.
Misha’da bu duyguların açtığı kapıdan giren bir misafir.
Başka bir canlıya kalbini ve zamanını vermek için bir fırsat.
Ve bütün fırsatlar gibi bu da, şaşırtacak, büyütecek, değiştirecek.
Hem büyümeyip, şaşırmayıp ve değişmeyip ne yapacağız?

 

Yazarın Tüm Yazıları