Bir yaz sonu rüyası

Bir yaz daha bitti.

Haberin Devamı


Denizde kovaların kumu son kez akıtıldı.
İki top dondurmanın üçe çıktığı, çocukların uykusunun 12’lere uzadığı günler geride kaldı.
Plajda kayıp mayo üstünü beklerken, çay ikram eden Sena, “Bu sene son. Turizm sektöründe çalışmayacağım” dedi.
Aslında muay thai dövüş ustası olup da, sponsor bulamayan arkadaşı Ali de katıldı buna.
O da çalışmayacakmış bu sektörde.
Birkaç sene önce rubik küpü turnuvasında dünya birincisi olmuş. “Ah keşke yanımda olsaydı, öğretirdiniz” dedim.
Bir sabah erken, bunu öğrenmiş şekilde eve dönme fikri beni heyecanlandırmıştı.
“Bende var” dedi, hemen getirdi. Aşırı hızlı, ellerini göremediğim şekilde bozup defalarca yaptı.
14 yaşından beri her gün uğraşmış.
Okulla ev arası uzakmış, serviste sıkılınca başlamış yapmaya. Umudumu kestim öğrenmekten.
O ellerini arkaya almış, gözleri kapalı yapmayı gösterirken, yarım saat içinde “işte böyle papatya şekli, buradan da bir üç renk yan yana veee iki sağ bir sol, oldu” gibi kolay bir şeyle karşılaşma umudum çoktan bitmişti.
Bari mayo üstü bulunsaydı.
Mayo üstü bulunana kadar, kendi başıma kalmanın zevkine iyice varayım dedim.
Elimde çayla, yakındaki dergiciye yürüdüm. “En iyi yaz kitapları” gibi bir başlık aradım, bulamadım.
Moda dergileri vardı. Onlardan sıkılıyordum artık.
Elinde yıllardır duran kıyafetlerinden, kendine has kombinasyonlar yapan insanların bir dergisi yoktu.
Bu sezondan bir şey almamış olan. Kendi sezonlarında yaşayan. Bayılıyorum onlara.
Öyle birine uçakta rastladım. Beyaz converse ayakkabı ve beyaz çorapların üzerine, eski beyaz bir jean ve limon sarısı çizgili uzun kollu, ince triko giymişti.
Bu kadar sadelikte, bütün markaları utandıracak bir stile sahipti.
Böyle giyinmek parayla pulla olmazdı.
Sörf okulunun yanındaki gayet mütevazı bir pansiyondan, kıpkırmızı bir pantolonla çıkanlar onlar olurdu.
Sınıfsal etiketlere sığınmadan, özgürce uçarlardı.
Zaten güzellerdi, üstlerine bir logo yapıştırmasalar da güzellerdi.
Sudoku dergileri vardı birkaç.
Aslında zihnen yaşlanmamak için bunları yapmak, briç oynamak, bulmaca çözmek lazımdı ama ben hiç o insanlardan olamadım.
Zamanım mı çok kıymetliydi neydi... Alice’deki tavşan gibi telaşla koşturan biriydim hep.
Sanki aradığı kovuğu bulamamış ve acilen bulmanın peşinde bir sincaba benzerdi yüz ifadem.
Böyle bulmacaları çözmek için, zamana yayılmak gerekir.
Ah, keşke zamana şöyle bir piknik örtüsü serip yayılabilsem...
Yavaş hareketlerle, sohbet ederken çay koyabilsem.
Beklerken gökyüzüne, ağaçlara bakabilsem.
Bir lokantada kimsesiz gibi değil de, kendinin gibi oturup uzunca yemek yiyebilsem.
Dergicide benlik bir şey yoktu.
Eda Taşpınar’ın at kılından yapılmış selülit fırçasından aldım.
Tutku’ya da aldım. Gerçi benim selülitlerim bununla geçmezdi, Tutku’da da selülit yoktu zaten.
Derken mayo üstü bulundu. Çok sevindim.
Mayo üstü dediğim, denizde beyaz teni yanmasın diye oğluma giydirdiğim mayo tişört.
Kaybolsa alması zordu. Yoksa ben malına düşkün biri hiç olmadım.
Neyim nerede, kimde hesabını tutmam.
Eşyaların gidişine üzülmem, insanları üzüşüme üzülürüm. Ada vapurunun gidişine üzülürüm.
Çocukların çocukluğuna üzülürüm.
Eve döndüm. Yaz bitiyordu.
Ben rübik küpü yapmayı öğrenemedim, Emily’nin sorusuna güzel bir cevap veremedim, selülitlerim geçmedi.
Olsun mayo bulundu.

Yazarın Tüm Yazıları