Amaç ayıklamayı öğrendim bu ay

Geçen hafta çaresizlikten doğan amaçlarla, ilhamdan doğan amaçların farkını yazmıştım.

Haberin Devamı

Bunlar iki farklı anadan doğan iki farklı bebek.
Çaresizlik ana, mutsuz çocuklar doğuruyor.
İlham ana, mutlu çocuklar.
Peki, bir amacın, bir hayalin çaresizlikten mi yoksa ilhamdan mı geldiğini nereden anlarız?
Hepimizin avuçları istek dolu, amaç dolu, arzu dolu.
“Aç şu avucunu bir bakayım” dediklerinde açamayacağımız kadar sıkı tutuyoruz onları.
Sanki onlarsız bir hiçiz.
Hayat ancak ve ancak onlarla nefes alınacak bir yer olacak.
Her şey olabilir bu amaçlar...
İtibar, para, çocuk, ev, seyahat, iş, ün, güç, aşk...
Ne olursa olsun, onun gözlerinin içine bakıp, annesinin çaresizlik mi yoksa ilham mı anlamanın yolları var.
Anlamanın ilk yolu, yarattığı his.
Bu amacı düşündüğünüzde ne hissettiriyor? Ağır mı, ağdalı mı, boş mu, yorucu mu?
Yokluk hissinden, korkulardan mı çıkıyor...
Düşününce geriliyor mu beden...
Bir kıyıdan çekilen dalgalar gibi geri geri mi gidiyor ayaklarınız...
Hah, o zaman emin olabilirsiniz, koşarak gitmediğiniz bu şeyin anası çaresizlik!
Bunu yokluk hissinden yapacaksınız.
İstediğinizden değil, mecbur olduğunuzdan. Yaparsanız çoğalmış olmayacaksınız, azalmamış olacaksınız.
Halbuki ilhamla gelen bir amaçsa bu, sizi kanatlandırıyor olmalı inceden.
Hafif, tüy gibi uçuşan hislerle gelmeli. Çocuksu neşelerle.
Yaramaz heyecanlarla. Durdurulamaz akıntılar gibi, sizi de beraberinde alıp götürüyor olmalı.
Zorunluluktan değil, safi istekten yaptığınız şeyler gibi.
Yokluk hissinden değil, tam tersi kainattaki bolluk hissinden kaynaklanan bir taşma gibi.
Bir baskısı yok.
İçte bir sıkışması yok. Akması var. Mutluluğu, heyecanı var.
Sebebini sorsalar anlatması bile zor.
Akıl pek işin içinde değil. Bilinmez bir yerden gelen güzel haber gibi.
Koşa koşa gittiğiniz bir amaç.
İkinci yolu, düşüne düşüne mi geldi bu amaç, yoksa bir anlık bir düşünceden mi?
Bu ayrım karışık gibi görünüyor ama değil aslında.
Düşünmeye başladığımızda, geçmişten yola çıkıp geleceğe giden bir düşünce trenine biniyoruz.
Dünle yarın benzer şeyleri düşünüyor olmamızın sebebi, bu trende pek bir sürpriz olmaması.
Tekrardan, korkudan, metalden yapılmış raylarında giderken çoğu zaman kaygılanıyoruz.
Geçmişi analiz ediyor, geleceğe yansıtarak hesaplamalar yapıyoruz.
Kendimizi de bol bol eleştirerek aldığımız bu yol, bitmez tüneller gibi karanlık.
Bize umuttan çok, umutsuzluk veriyor. Çaresizlikten doğan amaçlar, çok düşünmekten geliyor.
Bu sebeple bizi endişeyle güdülüyor ve haliyle ona doğru giderken aslında ayak sürüyoruz.
İlhamdan kaynaklanan amaçlarsa bir anlık bir düşünceyle ateşlenen fişekler gibi.
Öncesi sonrası olmayan düşünceler vardır ya!
Bir ilham gibi, bir anda evrenin sana bir hatırlatma yapması gibi.
“Aklıma bir fikir geldi” deriz hani, onun gibi.
Güzel bir yerden duyulan bir çağrı gibi.
Haydi gel oynayalım.
“Şunu yapsak mı, şöyle bir şey nasıl peki” gibi bir sorular.
Hepimiz tanırız onu.
Unutmamışsak tabii düşünmenin yollarında.
Sorun düşüncede değil aslında, sorun düşünmekte. Düşünüp durmakta!
Adı üzerinde düşünüp durmak. Durdurur çünkü. Fren sever. Neme lazım.
Avucumuzdaki amaçların geliş yerini anlamak önemli bence.
Bu yüzden iki haftadır bu konuyu yazıyorum.
Ben de yeni öğrendim bunları ve amaçlarıma, hayallerime başka bakar oldum.
Bazı hedeflerim vardı, bıraktım. Bazı hırslarım vardı, tasma taktım onlara.
Geldikleri yerin fazla düşünmekten kaynaklandığını, kaygılı hislerle beni heyecansız yerlere sürüklediğini fark ettim.
Şanslıyım. Hayatım boyunca yolda parıldayan taşlar buldum. Aramayınca bulunanlardan.
İlhamın hesapla gelmediğini biliyorum. İlhamdan gelen bir amacım olduğunda, sabah yataktan nasıl kalktığımı biliyorum.
Amaç ayıklamayı öğrendim bu ay.
En az pirinç ayıklamak kadar önemli buldum onu.

Yazarın Tüm Yazıları