Damlanın efkarı…  

Hak gelende zail olanın adıdır “batıl”. Boştur. Doğru ve gerçeğin karşıtıdır. Yokluğuyla vardır, o da mecazen. İçimizde hissettiğimiz o boşluktur işte bize acı veren. Gebedir aslen, dolmak isteyen. Hakikatle…

Haberin Devamı

Bu tesbitin ardından bir arayış başlar ki rehbersiz olmaz. Yoksa neyi referans alacaksın? İlk iş neyin hak neyin batıl olduğunu saptamak değil mi zaten? O da ancak kalpleriyle akletmeyi becerenlerin marifeti. Vicdanlı insanlar; kendileriyle yüzleşmekte cesur, yanlıştan dönmesini bilen, iyi niyetli, fedakar, samimi.. Aklıyla sevebilenler sevilesini…

 

Sevilesi değerleri içinde uyandırmaya başlayan kişiye sınavlar kadar, o vasıfları taşıyan güzel insanlar da tanış olmaya başlar. Ve içteki mücadele dışa da sarkar. Ki aynalan… Kendi hakikatini, dolayısıyla da derununda açığa çıkmayı bekleyen yaradılışın en harika vesilesi “mürşid-i kamil”in kendindeliğini sevişin, dışta da beliresi ve tasdik edilesidir. Keza onu tanıyıp sevemezsen anlaşılır ki sevişin enaniyetle(bencillik) karışıktır. Düzelmesi gereken bazı hasletler bu şekide yansıtılır ve sınanır. Lûtfen farkettiğin potansiyelini zayi edersen bilmem bir daha ne zaman fırsat tanınır?

 

Haberin Devamı

Hakikatin olan mürşidinde senin batıl olan “nefs-i emmare”nin(nefsin kötülüğü emreden boyutu) eriyip yitmesiyle, aynaya bakınca artık (nefsin olan)kendini değil de mürşidini görmeye başladığında, aslına(hakikatine) olan yolculuğunun bu ilk aşaması tamamlanır. Aynı biçimde bu, tevhid(birleme) evrelerinde seyre girişen “salik”in(yolcunun) önceleri herşeyi “fark”(ayrılık) gözlüğüyle görür olma (dolayısıyla sürekli şirk koşma) halinden, artık varoluşu “cem”(birlik) gözlüğüyle görebilmeye geçişinin de bir alametidir. Yol devam edecektir..

 

Ancak birlik niyetiyle “cem’âl”e muhatap olma arzusu, bu yolculuğun usülünce yapılmasına karşı direnen ukala nefsin “ben bilirim, ederim, herşeyin en alasını zaten kendim kendime bulurum” iddiası tarafından fesada uğrarsa, kişinin kendini bazı yanlış anlamalar(hem vesveseler) ve -lûtfen- aldığı bazı manevi lezzetler dolayısıyla “cem” makamında tamam zannedişi onu zındıklığa kadar sürükler. Herşey bir ise, Allah’tan başkası da yoksa, (haşa) “ben Allahım” demeye getirir. Ki bu durumun ne Tasavvuf’taki “seyr-i süluk”(hakikatine yolculuk) usülünce meşruiyeti ne de “vahdet-i vücut”(varlık birliği) anlayışının esasıyla alakası yoktur.

 

Haberin Devamı

“Fena”da(yokoluşta) “beka”(kalıcı varlık) bulmak öyle kendi kendine bir kitap okuyup iki mana görüp birkaç hal yaşamakla olacak iş de değildir. Kıblesi kendisi olan nefs kandırır, ayakları kaydırır. Gelenekle bağlantısı olmayan nev-i zuhur düzme mürşitlere ayrıca duyurulur! Meselenin aslı, Hz.Peygamber’in(sav) ashabına rehberlik etmesi örnek hadisesindeki gibidir. Ve Rableri onları hidayete erdirdi… Usûl erkan da “Kitab”a göre, sahabenin tabiine, tabiinin tebeü’t tabiine(sonraki nesillere) rehberlik etmesiyle olabildiğince devam etti. Ve Sufiler vasıtasıyla günümüze kadar geldi.

 

Yine ve her zaman rehberlik eden Hz.Peygamber(sav), hidayete erdiren Allah’tır. Nitekim yolculuğuna edebiyle devam etse Hak yolunun sadık izdeşi, sonraki aşamada Peygamberi’nin(sav) ruhaniyetinde fena bulmakla, bir kat daha nefsinden soyunur ve bütün lütufların Hakikat-i Muhammedi’nin tecellileri oluşuna şeksiz şehadette bulunur.. İlkin “cemsiz fark”ta kah inkar kah şirk üzereyken, sonra “farksız cem” makamından geçerek zındıklık tehlikesini savuşturdukta, “cemden sonra fark” makamında batıldan tam anlamıyla arınılınca; arzulanan tevhid hali ancak böyle zevk olunmakta.

 

Haberin Devamı

Biri diğerine engel olmadan kesrette vahdet, vahdette kesret; herşeyin yerli yerindeliği… Hak Erenler hakikatten mevzubahis etmeyi ancak buradan sonrası için uygun bulmuşlardır. Adına da “cem’ül cem” demişler. Olmayan yokluk ve daimi olan varlık; fenafillahta bekabillah… Artık hakiki mürşidin “Hakk Teala” olmaklığı anlaşılmış, riya ortadan kalkmıştır. Kullukta karar kılan salik, Allah’ın Allahlığını kimseye vermeyeceğini bilir. Ona verilen tasarruf eşyanın doğası gereğidir. Yapana değil yaptırana bakılır. Görünen saf aynadır, bakılmaya hazır..

 

Çıkış kavsi ve iniş kavsiyle daire tamamlandı. İblisin kaldığı sınav aşıldı. Kul ne haddi aştı, ne gözü şaştı. Döndük geldik en başa, aynı ama farklı. Yaşanır huşu ve muhabbet faslı. Olması gereken yine yapılmalı. İbadet, hizmet, iyiliği emrile kötülükten sakındırma; marifet… Batılı bilerek, Hakk’ı seçerek. İşte şimdi herşey gerçek. Vefalı damla okyanusta.. Onu yoketmek için okyanusu kurutmak gerek, ona da kimsenin gücü yetmeyecek. Ve nihayet “Onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler”.. Haklanmıştır batıl! Darısı başımıza… Hu

 

Haberin Devamı

Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ

Yazarın Tüm Yazıları