Tanrının affettiği tek günah oburluktur

Bu bir Katalan atasözü. Barselona’da 2 gün geçirip tapaslardan, deniz mahsullü paellalardan, Iberico jambonundan tadınca, neden söylenmiş anlıyorsunuz.

Haberin Devamı

Geçen hafta, yolum İspanya Barselona’ya düştü. İki gidiş amacım vardı. Resmi amaç, bir araba markasının dünya tanıtımına şahit olmaktı. İkinci amaç ise damak çatlatan Katalan mutfağını yeniden keşfetmekti. Mazda MX-5’in lansmanından hemen sonra“Otomobil bahane, yemek şahane” diyerek kendimi sokaklara vurdum.
Katalan mutfağını şöyle özetleyebilirim: Pirene Dağları’nın otlaklarında beslenen kuzular, ormanlardaki yabani mantarlar, Akdeniz’in sunduğu bol bol deniz mahsulü. Yani malzemesi bol, hazırlanması yalın, çok lezzetli bir taşra mutfağı.
Barselona’daki yemek turumda, amacım geleneksel mekânlarda, Katalan yemeklerini yemekti. İlk gün öğle yemeğine Ramblas Caddesi üstündeki pazar yeri ‘La Boqueria’ya gittim. Burası Katalan mutfağının ruhunu yansıtan bir pazar yeriydi: Manavlar, şarküteri dükkânları, balıkçılar, kasaplar, peynirciler. Kalabalıkları yara yara, bir ayaküstü lokantasının masalarından birine oturdum ve sofrayı donattım: Zeytinyağı içinde ançuez, tereyağında kızarmış jumbo karides, bir lokmalık küçük mürekkepbalıkları, tabii ki insanı kendinden geçiren Iberico jambonu, Katalan sosisi. Tabakların içinden yükselen sarmısak kokusu, önce burnuma doluyor, oradan tüm pazar yerinin tavanına çörekleniyordu.
Akşam yemeği için kentin en eski lokantalarından biri olan Casa Leopoldo’ya gittim. Başlangıç olarak zeytinyağı içine yatırılmış ançuez istedim. Ançuezler, bir tabak dolusu domatesli ekmekle ‘Pa Amb Tomaquet’ ile birlikte geldi. Kızarmış ekmeğin üstüne yarıdan kesilmiş domates sürülüyor, sonra zeytinyağı gezdiriliyor, bir miktar tuz serpilerek servis ediliyordu. Ardından, kızarmış Iberia jambonu, sarmısak ve maydanozla tatlandırılan iç börülcenin tadına baktım. Akşam yemeğini, mantar sosuyla sunulan Pirene Bonfilesi’yle sonlandırdım. Sos öylesine lezzetliydi ki, içine ekmek batırmaktan yoruldum.

Mastroianni’nin masasında

Ertesi gün öğle yemeğini, kuruluş tarihi 1840 olan ‘Seven Portes- Yedi Kapı’ adlı lokantada yedim. Önünden kuyruk eksik olmayan bu lokantanın Barselona yemek tarihinde önemli bir yeri vardı. Yaşlı garson beni Marcello Mastroianni’nin yemek yediği masaya oturttu. Hemen yanımda ise Che Guevera’nın masası yer alıyordu. Oturmadan önce duvarlardaki fotoğrafları, imzalı yazıları incelemenizi öneririm. Krallar, devlet başkanları, sanatçılar, politikacılar, yazarlar... Kimi ararsanız var.
Yemeğe denizsalyangozu, istiridye, tuzlanmış morina balığı salatası esqueixada ile başladım. Ardından erişte ve deniz mahsulleriyle yapılan Katalanların ünlü paellası Fideua’dan ısmarladım. Yemeğin sonunda yediğim ‘Krem Katalan’ adlı tatlıysa damağımda unutulmaz tatlar bıraktı.
Akşam yemeğindeyse kentin önemli lezzet duraklarından biri olan ‘Los Caracoles’e gittim. Lokantanın dış tarafındaki ızgarada dönen tavuklardan yükselen koku, sokaktan geçenlerin ağzının sulanmasına yetiyordu.
Serano jambonu, Katalan sosisi Butifarra’yla başlayan yemeğim, 12 baş sarmısakla pişen süt kuzusu yahnisiyle son buldu. Damağıma sıvazlanan lezzetler geceyi mutlu kıldı.
Son gün ise ‘Cal Pep’ adlı, kentin en ünlü tapas barında, çoğunluğu deniz mahsullü olmak üzere bir sürü tapas yedim. Dönüş uçağına bindiğimde kendimi iki gün öncesine nazaran daha ağır hissediyordum.



Yazarın Tüm Yazıları