Paylaş
FOTOĞRAFLAR: Mert Gökhan KOÇ
EKO-Nabız sayfasına bu hafta son dönemde gündemden düşmeyen tarım sektörünün önemli bir temsilcisi konuk oldu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Tarım Sektör Meclisi Başkanı ve Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Başkanı Ülkü Karakuş, “Üretici küserse gelmiyor. Bakın çiftçinin yaş ortalaması 57-58’i bulmuş. Millilik, milliyetçilik torununa ve çocuğuna iyi bir sistem bırakmakla olur. Tarım yönetilmez, yönlendirilir” yorumunda bulundu. Çok tartışılan zincir marketlere ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Karakuş, “Büyük zincirler üreticiyi adeta köle haline getiriyor” dedi. Karakuş ile yaptığımız sohbetten öne çıkanlar şöyle oldu:
BİR ŞİŞE MANTARI 5 LİRA, BİR YUMURTA 2.5 LİRA
-Niye biz sürekli olarak gıda fiyatlarını tartışıyoruz?
Ben bu sektöre girdim gireli fiyat artışları en fazla gıdada olur ama mevsimsel olarak en fazla düşüşte gıda da olur. Türkiye’de yıllık kişi başı tavuk tüketimi 25 kilogram, kırmızı et tüketimi 13 kilogram, yumurta tüketimi de 15 kilogram. Hayvansal ürünler hayati önemde. Burada üreticinin merkeze konulması gereken bir politika gerekiyor. Süt; 3-4 yıldır hedef fiyatın gerisinde. Örneğin bir şişe mantarı 5 lira ama en ucuz protein kaynağı yumurta 2.5 lira. Burada şöyle bir parantez açalım. Hayvansal üretimin yüzde 70’lik maliyetini yem oluşturur. Dolayısıyla bir üründeki fiyat artışını biz yem sektörü olarak önceden görürüz. Buradan yola çıkarak bakarsak, son 3 aydır yem fiyatlarında bir artış yok. Hatta dövizde olağan dışı bir şey olmazsa önümüzdeki birkaç ayda yem fiyatlarının stabil kalabileceğini de söyleyebilirim. Ama süt fiyatı 7.5 liradan 10 liraya çıktı. Neden? Çünkü süt fiyatlarına müdahale edildi. Bunun sonucunda kesilen hayvan sayısı çok olunca arz problemi oluştu, anası olmadan danası da olmuyor. Çünkü tarım yönetilmez, yönlendirilir.
SÜTTE OLAN ETTE DE OLACAK
-Bu fiyat artışları ete de yansır mı?
Sütte olan ette de olacak, hatta olmaya da başladı. Son birkaç haftadaki fiyat hareketlerine baktığınızda bunu görürsünüz. Bir yandan da tavukla veya balıkla ilgili böyle bir durum görüyor musunuz, görmezsiniz. Çünkü özel sektör kuralları işliyor. Et ve Süt Kurumu ve Süt Konseyi’nin açıkladığı fiyatlarda da üreticinin merkeze alınarak, düzenli ve yeterli kazanç sağlayacağı bir model oluşturulmalı. Üretim masrafları çok arttı. Bir kilowatt elektriğe 5 kat fazla ödüyoruz. Boş domates kutusunu taşla doldurup İstanbul’a göndermeye kalksanız, Zeytinburnu’nda reyona koysanız, manava maliyeti 5.5 lira olur. Hayvanların altına serilen talaşın geçen yılki fiyatı 650 TL idi, bu sene 4 bin 250 TL. Kömür 250 TL idi, şimdi 3 bin 500 TL. İlaç dört kat arttı, dönemlik işçi maliyeti 5 kat arttı. Yapılan zamları görmeden üreticiyi hedefe koymak haksızlık olur. Bir de ayrıca tüm dünyada da yeni bir durum var. Artık ucuz hayvan dönemi bitti, bir miktar daha artacak fiyatlar. Üretici küserse gelmiyor. Bakın çiftçinin yaş ortalaması 57-58’i bulmuş. Millilik, milliyetçilik torununa ve çocuğuna iyi bir sistem bırakmakla olur.
-Peki bu fiyat artışlarında zincir grupların etkisi ne?
Türkiye’de son 15 yılda alışveriş yapısı değişti. Üreticileri az sayıda piyasa oyuncusu teslim aldı. Büyük zincirler üreticiyi adeta köle haline getiriyor. Tüketiciler eğer gittiklerinde almak istedikleri ürünü buluyorlarsa, üretici üzerine düşeni yapıyor demektir. Ama devamlı üreticiyi baskılıyorlar. Üreticinin kendini korumaya gücü yetmiyor. Böyle bir piyasada ürününü vermeme şansı da ne yazık ki olmuyor.
YABANCI ÇALIŞANLARDAN İŞVEREN SORUMLU OLSUN
-Tarımda yabancı çalışanların payı tartışıldığı kadar yüksek mi?
Türkiye doğrudan veya dolaylı olarak 8 milyon insanı barındırıyor. Bu birçok Avrupa ülkesinin nüfusundan fazla ve normal değil. Şöyle bir gerçeklik var, iş gücünde sıkıntı çekiyoruz. Afganlar ve diğer göçmenlerle de bu açığı kapatmaya çalışıyoruz. Peki bu insanlar olmasa biz gerçekten çalışacak insan bulamaz mıydık? “Bulamazdık” denmesinin de biraz kolaylık olduğunu düşünüyorum.
SÜREÇ UZUN MASRAF ÇOK
Ama sonuçta bir gerçeklik var. Pratikteki işleyişe bakmak lazım. Yabancı bir işçi çalıştıracağımız zaman Göç İdaresi’nden İçişleri Bakanlığı’na geniş bir prosedür devreye giriyor. Birçok yer bunları merdiven altı çalıştırmaya yöneliyor, kaldı ki kayda alınması gerektiğinde süreç uzun oluyor, aynı zamanda masraflı da oluyor. Tüm işlemler tamamlandıktan sonra bir de bakıyorsunuz, 3 ay sonra bırakıp gidiyor. O yüzden burada süreç farklılaştırılmalı. Örneğin işverensiniz ve çalışan sizin işletmenize kadar gelmiş, bir iş ilişkisi kuruyorsunuz. Böyle bir durumda devlet desin ki “Tamam bu çalışan senin iş yerinde çalışıyor. Bir sorun olursa seni bilirim, sana gelirim. Sen sorumlu ol.” Böyle bir durumda sorunların büyük kısmı ortadan kalkar. Sonuçta o çalışanı benden iyi kimse bilemez. Her gün işe gelip gelmediğini ben bilirim. Ülkeyi terk etti örneğin, ikinci gün durumu ben bildiririm, işe gelmediğini ilk ben fark ederim.
ÇALIŞAN BULMA ZORLUĞU
-Yabancıların belli sektörlerde istihdam edilmemesi durumunda sektörde eleman açığı oluşacağı tezi sık sık işverenlerce dile getiriliyor. Eğer böyleyse işverenlerin de kendini sorgulaması gerekmiyor mu?
Şöyle bir durum var. Kendi işletmemden örnek verelim: Kümes bakıcılığı işi için ayda 14 bin liralık maaş veriyorum, artı lojman, elektrik ve su giderleri de bana ait. Ama bir yerden sonra gerçekten çalışan bulmakta zorlandım. Çünkü iş ve lojman kırsalda. Adam geliyor bir süre sonra çocukları büyüdüğünde, o çocuklar şehir hayatına karışmak istiyor, çalışanın kendisi gençse o da aynı şekilde bir sosyal hayatın içinde olmak istiyor. Kırsalda onları cezbedecek bir sosyal hayat ne yazık ki bulunmuyor.
ÇOCUKLUĞUMDA TURHAL’DA 8 SİNEMA VARDI
-Ülkü Karakuş’un çocukluğu nasıl geçti?
1960 doğumluyum. O dönemdeki yapıyı gözünüzde canlandırmanız için söyleyeyim, Tokat’ın Turhal ilçesinde 8 tane sinema vardı. İşçi çocukları konser verirdi. Biz iki kardeştik. Önce sanat okulunda elektrik okudum, o zaman meslek okulları sınavla öğrenci alırlardı ve başarılı öğrenciler meslek okullarına giderdi, sınavı kazanamayanlar düz liseye giderdi. Okuldan sonra bir yıl şeker fabrikasında işçilik yaptım, o sırada üniversite okumaya karar verdim. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde ‘Ziraat’ okuduktan sonra ilk görev yerim Turhal oldu. Turhal Yem Fabrikası’nda müdür olarak başladım, hatta hiç unutmam, ilk kartvizitime italik harfle ‘Fabrika müdürü’ diye yazdırdım. Askerlikten sonra Roche ilaca girdim. Hayatımı değiştiren de budur. 10 yıl Ankara Bölge Şefliği yaptıktan sonra kendi işimi kurdum. Yemcilik, tavukçuluk yapıyorum. Hem bitkisel üretim hem de hayvansal üretim var. Bir oğlum, iki kızım var. Eşim Emine Hanım da sektörden, veteriner hekim.
TELEFON ÇALDIĞINDA YA CENAZE OLUR, YA DA KÜMESTE OLAY
-Boş vakitlerinizde ne yaparsınız?
Müziği çok severim. Çocuklarıma da müzik sevgisini aşıladım. Seyahat diğer bir tutkum. Dünyayı gezdim. Roma ve Avustralya’dan çok etkilendim. Saint Petersburg da etkilendiğim yerlerden. Lübnan’ın eski halini görmeyi çok isterdim. Benim geçliğimde Halep, Şam, Beyrut, Bağdat ve Tahran beş önemli merkezdi ama Şam ve Halep’i eski halleriyle görme imkânım olmadı. Hafta sonları kümeslere giderim. Hem keyif hem de iş. Gece geç saatte telefon çaldığında da “Ya mahallede cenaze var, ya kümeste olay var” deriz.
Paylaş