Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren BudayıcıoğluYazarın Tüm Yazıları

Acil servis günleri

Geçen haftalarda yazdığım “Nöbetçi Doktor” adlı yazıdan etkilendiğinizi gösteren mesajları görünce, sizlere bu hafta da Hacettepe Acil’de çalıştığım zamanlara ait anılarımı anlatmak istedim.

Haberin Devamı

Bizim zamanımızda Hacettepe’de hangi bölümde ihtisasa başlarsanız başlayın, bir an önce doktor olabilmeniz için sizi acil rotasyonuna yollarlardı. Çok haklıydılar çünkü Tıp Fakültesinden yeni mezun olmuş biri, hastanelerde çalışmadan, hastalarla birebir ilişki kurmadan kendilerini doktor gibi hissetmez.

Üstelik ben Ankara Tıp mezunuydum. Ah o günler ah... Kitapların her biri tuğla gibiydi maşallah. Oku okuyabilirsen. Aman Tanrım! Bize neler öğrettiler neler...

Bu sözleri o zaman söylerdim. Zaten ihtisasta bilmemiz gereken her şeyi öğretecekler bize. Bunca ayrıntı, bunca teorik bilgiye ne gerek var ki, diye söylenir dururdum. Hocalarımızın her biri gerçekten de eli öpülecek hocalardı. Ne çok emek verirlerdi bize. Şimdi aradan yıllar geçince o öğrendiklerimizin hiçbirinin gereksiz ayrıntılar olmadığını, hangi ihtisası yaparsanız yapın, aslında doktorluğun bir bütün olduğunu çok daha iyi anlıyor ve herbirini saygıyla anıyorum.

Acil servis günleri

Haberin Devamı

İşte henüz arkamdan biri “Doktor Hanım” diye seslendiğinde, hiç üstüme alınmayan ben, Hacettepe acile girince doktor olduğumu anlayıvermiştim.

ACİLDE YILBAŞI

Acil nöbetleri tamı tamına 24 saattir. Bir gün çalışır, bir gün evde dinlenirsiniz. Tabii evinde dinlenecek zamanı olanlar içindi bu söz. Sabah sekizde girer, ertesi sabah yine sekizde uykusuzluktan, yorgunluktan sallana sallana çıkarsınız o kapıdan.

Benim gibi daha pek çok doktor çalışırdı acilde. Çoğu çömez, kimi de acilin uzman doktorları. Hepimize sırayla hasta verilirdi. O gün yeni bir yıla giriyorduk. Yani yılbaşıydı. Eşim Aydın da Ankara tıp acilinde nöbetçiydi. Arada bir onunla telefonlaşıyorduk.

BİR DAKİKALIK KUTLAMA

Saatler ilerledikçe, insanlar yılbaşı kutlamalarında kafayı buldukça, acile gelenlerin sayısı giderek artıyor; yaralanmalar, intiharlar, kazalar gırla gidiyordu. Doktorlar, hemşireler ve diğer acil çalışanlarının sabahtan beri canı çıkmıştı zaten.

Yeni yıla biz acilciler, hep birlikte içinde limonata olan kadehlerimizi kaldırarak, ortadaki pastadan birer lokma alarak girmiş, bir dakika bile sürmeyen bu kutlamanın ardından yine herkes bir yana dağılmıştı.

Haberin Devamı

ÜSTÜ KAN İÇİNDEYDİ

Bir saat kadar sonra, yani saat gece yarısı bire gelirken büyük bir gürültüyle zıpladık yerlerimizden. Kötü bir şey oluyordu ama acaba neydi. Hepimiz acilin ana giriş kapısına doğru koşarken camların teker teker, büyük bir şangırtıyla kırıldığını gördük. Acaba savaş mı çıkmıştı, acilin önünde bombalar mı patlıyordu?

Kapıların kırılan camlarından içeri siyahlar giymiş insanlar düşüyor, yumruklar havada uçuşuyor, içlerinde bir kadın avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Üstü-başı kan içindeydi kadının. Burnundan kan akmaya devam ediyor, içeri düşenlerden bir adam yumruğunu kaldırmış, hâlâ vuruyordu kadına.

Acil servis günleri


SAZCI-MÜŞTERİ KAVGASI

Hastane polisi çoktan gelmiş, olayı yatıştırmaya çalışıyor; acilde çalışan bütün görevliler, kavgacıları ayıralım derken bir yumruk da onlar yiyordu. Kadın hâlâ kavgacıların ortasında kalmış, kendini bir türlü onlardan kurtaramıyordu. Sonunda kavga bittiğinde, bizim doktorların bile her biri bir yerini tutarak ayrılıyordu oradan.

Haberin Devamı

Sonradan öğrendik ki, bir eğlence mekânında, sazcılarla müşteriler arasında kavga çıkmış, silahlar çekilmiş, mekânda iki kişi ölmüş, ölenlerin yakınları da yaralanan diğer ekibe saldırmak üzere hastanenin önüne yığılmış, o arada yine yaralananlar olmuştu. Bizim acil servis de bu kavgadan payını almış, ana giriş ve acilin açılıp kapanan bütün kapılarındaki camlar tuzla-buz olmuş, Allah’tan bizim hastaneden birkaç yumruk dışında ciddi yara alan olmamıştı. İşte o kadın da o mekânda çalışan kadınlardan biriymiş.

GÖZÜM HEP KADINDAYDI

Ortalık kan gölüne dönmüşken, camlar hâlâ kırılmaya devam ederken ben de donup kalmış, ne yapacağımı bilememiş, olayı uzaktan ama çok korkarak izlemiştim. Baştan beri gözüm kadındaydı zaten. Nasıl da acımasızca vuruyorlardı kadına. Pırıltılı bir şeyler vardı üzerinde ama kanla karışınca her yanı başka renk parlar olmuştu. Ortalık biraz yatışınca kadın kenarda, eli ağzında bekliyordu. Küçük bir sandalye bulup yavaşça otururken polislerden biri; “Otur oraya, sakın kıpırdama” diye bağırdı. Ortalığa bir anda dağılan beyaz kepli hemşirelerden biri ise aynı anda; “Sakın oturma, her yeri berbat edeceksin” diyordu.

Haberin Devamı

MEĞER NE KÜFÜRLER VARMIŞ

Hızla gelen sedyelerin gürültüleri arasında kavgada ciddi yara alanlar içeri taşınıyor, doktorlardan her biri ayakta kalabilen yaralıları koluna girmiş içeri taşıyordu. Yerdeki cam kırıkları bile kana bulanmış, içeri dışarı her girip çıkan, kenarda duran ve otursun mu, oturmasın mı, içeri mi girsin, dışarı mı çıksın bilemeyen o kadına çarpıyor, sonra da o pırıltılar içindeki kadına ters ters bakıyordu.

Zavallı ne yapacağını şaşırmıştı. Tam ben de onu içeri almak üzere ona doğru yaklaşmak üzereydim ki aniden yerinden fırladı, acilin ortasına geldi, iç çamaşırını indirdi, yere çömeldi ve acil servisin ortasına, herkesin gözü önünde işedi. Bu da yetmezmiş gibi bir anda bağırmaya, hepimize küfretmeye başladı. Ama ne küfürler... Hatrı sorulmadık ne anamız kaldı ne babamız. Küfrün bu derecesini daha önce ben de duymamıştım doğrusu. Meğer Türkçede ne küfürler varmış da haberimiz yokmuş.

Haberin Devamı

İŞ BAŞA DÜŞMÜŞTÜ

Acil servis bir anda yine karıştı. Zaten herkes gerginlikten burnundan soluyor. Kadının ettiği küfürler herkesi iyice çileden çıkardı. Bütün öfke okları bir anda o kadına çevrildi. Baktım durum kötü. Kadının yediği bunca dayak yetmezmiş gibi, bu sefer bir dayak da acilde yiyecek.

İş başa düşmüştü. Kadını bir an önce oradan çekip almalıydım. Bir yandan etrafımdaki herkesi itip kakarak acilin ortasında koşuyor, bir yandan da, “Durun durun, o benim hastam” diye bağırıyordum.

ÖFKE DE SEVİNÇ DE ANLIK

Şimdi herkes susmuş bana bakıyordu. Kadıncağızın yanına gittim ve yavaşça koluna girdim. Ben onun koluna girince herkes şöyle bir baktı, “La havle...” der gibi başını sallayarak dağıldı. Şimdi artık onu da yatıracak bir oda bulmalıydım ama nasıl? Acil ağzına kadar dolmuş, sedyeler, serumlar, şişe şişe kanlar, dikiş atmak için gerekli malzemeler oradan oraya taşınıyor, kimsenin gözü artık kimseyi görmüyordu. Acilde böyledir işler. Öfkeler de, sevinçler de anlıktır. Doktorların ve hemşirelerin, hiç birini devam ettirmeye vakti yoktur.

BÜTÜN ODALAR DOLUYDU

Kadınla kol kola girmiş yürüyoruz. Burnuma kötü kokular geliyor. Alkol, ter, kan, idrar, ne isterseniz var. İşin kötüsü nereye gittiğimiz de henüz belli değil. Sağa sola bakıyorum, bütün odalarda işlem yapılıyor. Tam çıkış kapısının orada, biz doktorların, hastayla işimiz bitince dosyalara gerekli talimatları yazmak için kullandığımız küçücük bir oda vardır. Baktım boş. Doktorların dosya yazacak hali mi kalmış. Her biri can kurtarma derdinde. Kim bilir, belki de kurtarmaya çalıştıkları adam, biraz önce onlara yumruk atanlardan biridir.

Masanın hemen yanındaki sandalyeye oturtuyorum kadını. Şöyle bir bakıyorum. Her yanı kan içinde. “Çek elini burnundan” diyorum, çekiyor. Bakıyorum burnunda kan var ama kan akmaya devam etmiyor. Demek durmuş. Bu iyi işte diyorum içimden.

Acil servis günleri

ARTIK KONUŞMA ZAMANI

“Ayağa kalk ve hemen soyun” diyorum. Neresinde ne var, görmem gerekiyor. Dik dik bakıyor yüzüme ama hemen soyunuyor. Dikkatle inceliyorum her yerini. Sağ gözü biraz sonra kapanacak. Belli ki fena bir yumruk yemiş. İki kolunda ve sol bacağında morarmalar, çizikler ve yüzünde açık bir yara var. Muhtemelen bıçak yarası. “Otur şimdi, bekle beni” diyerek çıkıyorum odadan. Bana öncelikle bir hemşire gerekiyor. Bu yaraların temizlenmesi, dezenfekte edilmesi için. Yüzündeki yaraya cerrahi müdahale gerekir. Ona sonra sıra gelecek. Ama yok. Hemşireler de meşgul.

Arıyorum, tarıyorum derken bulabildiğim ne varsa alıp geliyorum yanına. Bir saat kadar uğraşıyorum yaralarını temizleyebilmek için. İşim bitince ona bir hasta gömleği getirip giydiriyorum. Ben de masanın başına geçip oturuyorum. Artık iki insan gibi konuşma zamanı.

* Adınız neydi?

- Canan.

* Geçmiş olsun Canan Hanım. Ben Dr. Gülseren.

Boş boş bakıyor yüzüme. Bense konuşmaya devam ediyorum:

- Tuvalete gitmek istediğinizi söyleseydiniz biz sizi götürürdük. Ama önemli değil. Arkadaşlar şimdi orayı temizlemiştir bile. Zor bir gece olmuş galiba. Her yerinize baktım. Kırık olmaması büyük şans. Yüzünüzdeki yaraya ilk fırsatta müdahale edilecek. Sizi bir süre hastanemizde misafir edeceğiz. Oda boşalır boşalmaz da sizi bir odaya alacağım. Bir ihtiyacınız olursa seslenin. Ben buralardayım.

ADETA KÜSMÜŞTÜ BİZE

Ben odadan çıktığımda hâlâ boş boş bakıyordu yüzüme. O gece sabaha kadar onunla uğraştım. Üç-dört gün yattı acilde. Yüzündeki yaraya gerekli cerrahi işlem yapılmış, bir ünite kan verilmiş ve sonunda taburcu olacak hale gelmişti. Ama o dönemde ne arayanı, ne de soranı olmuş, hastane işlemlerini bile kendisi yaptırmış, birkaç kez polise ifade vermek zorunda kalmıştı.

Canan Hanım orada yattığı dört gün boyunca hiç konuşmamıştı benimle. Oysa ben sık sık başına gidiyor, halini hatrını soruyor, ondan hiç cevap alamıyordum. Ya önüne bakıyordu ya da başını kaldırırsa pek de iyi bakmıyordu gözleri. Sadece benimle değil, hemşirelerle ve diğer doktorlarla da konuşmuyordu. Küsmüştü bize.

Bazen gözlerinde yaş görüyordum. Hemşirelerin bazıları, “Bir teşekkür bile etmiyor, ne çok uğraştık bu kadınla... Arayanı, soranı yok diye giysi bile getirdik. Bunlar nankör olur,” derken bazıları “O gün yaptığından utandı besbelli. Baksanıza, başını kaldırıp yüzümüze bakamıyor” diyordu.

Hepsi de benden daha tecrübeliydi. Benim hastalara gösterdiğim ilgiyi ve şefkati acemiliğime veriyorlardı. Haklıydılar, gerçekten henüz acemiydim.

‘BİZİM GİBİLERE BÖYLE YAPMA’

Taburcu olacağı gün Canan Hanım işlemlerini bitirince yanıma geldi ve hiç beklemediğim halde benimle konuşmaya başladı;

- Sen benim ne olduğumu, kim olduğumu biliyor musun?

* Yoo, bilmiyorum.

- Ben adi bir o.....yum. Anladın mı şimdi? Bir daha bizim gibilere böyle yapma. Bak bana, iyi bak... İnsan yerine konmaya tam alışıyordum ki, beni taburcu ettiniz. Siz benim yaralarımı kanattınız. Demek bir zamanlar ben de bu hayatta iyi bir şey yapmışım ki, Allah karşıma sizi çıkardı.

ARKASINA BAKMADAN GİTMİŞTİ

Sadece doktorluğun değil, hayatın da acemisiyim henüz. Galiba o zaman o kadının bana ne demek istediğini yeterince anlayamadım. Biz onun yaralarını sardık, o bana yaralarımı kanattınız demişti. Ama hem böyle demiş, hem de elinde çıkını, boynuma sıkı sıkı sarılıp “Allah razı olsun” diyerek, hiç arkasına bakmadan çıkıp gitmişti acilden.

Arkasından bakakalmıştım Canan Hanım’ın. Eğer hâlâ hayattaysa kulakları çınlasın.

İYİLİK SEVGİ ŞEFKAT DE BULAŞICI

Şimdi aradan yıllar geçti. Ben tecrübeli bir psikiyatrist oldum. Şimdi onu daha iyi anlıyor ve bana öğrettiklerini hiç unutmuyorum. Şimdi artık biliyorum ki, sadece virüsler değil, her şey bulaşıcı. Şiddet, kötülüğün her çeşidi ne kadar bulaşıcıysa, iyilik de, sevgi, şefkat de bulaşıcı.

Canan Hanım madem bizim ona gösterdiğimiz ilgiden, şefkatten bu kadar etkilendi, eminim ki o günden sonra bir daha eski Canan olamadı. Hayata duyduğu öfke birazcık da olsa azaldı.

Yüzündeki yaranın mutlaka küçük de olsa izi kalmıştır. O iz, ona ne kötü şeyler hatırlatacakken belki biraz da bizi hatırlatır. Ne demişti; “Demek ki bir zamanlar ben de bu hayatta iyi bir şey yapmışım ki, Allah karşıma sizi çıkardı”. Yaptığı iyi şeyleri hatırlayan insanı kötü yapmak zordur, derler. Hatta kötüler arasında iyi olmak kadar, iyiler arasında kötü olmak da zordur, derler.

Diyenler doğru demiş.

Haftaya görüşmek üzere,

Hoşça kalın,

Sevgiyle kalın.

Yazarın Tüm Yazıları