Zamansız İstanbul’u anlatıyor

Gökhan Akçura’nın İstanbul tarihini anlatan ‘Zaman Ötesi İstanbul’ kitabını okurken bazı satırların bugün de yaşadığını ve yaşatıldığını fark ettim. Türkiye’yi anlamak için İstanbul tarihini anlamalıyız.

Haberin Devamı

Türkiye’nin çeşitli alanlarındaki hareketlerin, yaşama biçimlerinin tarihini öğrenmek için mutlaka İstanbul tarihini bilmek gerekir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e baktığımızda hem Osmanlı’daki yaşama biçimlerinin ve düşüncelerinin hâlâ yaşadığını, ardından da Cumhuriyet’le gelen Batı’nın, hayatımıza ve zevklerimize yansıyışını görürüz. Elbette Doğu-Batı tartışmasında Osmanlı ile Batı değişik biçimlerde birbirinin içinde gelişmiştir çünkü Tanzimat’la başlayan Batılılaşma birçok alanda gelişimini Cumhuriyet’te bulmuştur.

Gökhan Akçura’nın kitabını okurken geçmişteki durumu yorumlayan bazı satırların bu-gün de yaşadığını ve yaşatıldığını görmekteyiz. Her zaman söyleriz; bugünü anlamak için dünü bilmek şarttır. Çünkü hiçbir gelişim birdenbire ortaya çıkmaz ve gökten inmez. Hepsi zamanın içinde oluşumunu tamamlar. Şimdi bize olağanüstü gelse de...
Bazı bölümlerden yapacağım alıntılar İstanbul tarihinin belkemiğini tanıtacaktır...
Lunaparklar nasıl başladı?
Zamansız İstanbul’u anlatıyor

“Lunaparklar yirminci yüzyıl ürünü. Bize girişi ise kırklı yılları bulur. Daha önceleri, mevsimlik olarak açılan panayırlardaki eğlence yerleri ile bayram günlerinde kurulan ‘Bayram Yerleri’ insanları eğlendirmekteydi. Bunlarda da atlı karıncalar, dönme dolaplar, çeşit çeşit salıncaklar vardır, ama hepsi el kuvvetiyle çalışır. Yaş ve kuru yemişçiler, şekerciler, helvacılar, şerbetçiler, muhallebiciler, aşureciler, dondurmacılar, hatta turşucular hazır ve nazırdırlar. Panayırlarda ayrıca tuluat tiyatroları, cambazlar, hokkabazlar da bulunur. Lunaparklar bu dönemden izler, miraslar taşır. Ama yeni bir yapılanmadır.”
Bugün çoğumuzun kullandığı, giydiği blue jean ne zaman hayatımıza girdi?
“Gene Vincent’ın rock’n roll şarkısı ‘Blue Jean Bop’ Vincent’ın aynı yıl çıkan üçüncü plağı ve ilk albümüne adını veren şarkısıydı. Rock’n roll’la barışık Ankara ve İstanbul radyolarında Gene Vincent plakları defalarca çalınmıştı. On dokuzuncu yüzyılın sonundan itibaren kovboylar ve madenciler için üretilen kaba ve dayanıklı blue jeans pantolonlarının yavaş yavaş kentlileşip bir Amerikan sembolü halinde bütün bir dünyayı sarması 1950’li yılların kimine göre hikmeti, kimine göre illetiydi. James Dean’ın beyaz tişörtü ve blucini, tıpkı meşin ceket gibi bir rock’n roll üniformasıydı.”
Gramofon salgını
Taş plaklardan başlayan, CD’ye, Longplay’e gelişen serüvende bizdeki ilk plak fabrikaları incelenmelidir. Yeşilköy’de bu plak fabrikalarından vardı. Odeon, Sahibinin Sesi ve bazı firmalar burada plak yaparlardı.
“Gramofon’un altın çağında Hikmet Feridun Es, İstanbul’da ‘en şayanı dikkat iş’in Sirkeci’de plak satıcılığı yapmak olduğunu söyler. Nasıl olmasın, dükkan dolup dolup boşalmakta,
her tür plak aranmakta, icabında dinlenmekte, işler de maşallah iyi gitmektedir. Sait Faik de pek sever gramofonu, ‘o arkadaştır, dosttur, mütevazidir’ der. Devam eder sonra: ‘Gramofon başlı başına, kendi namına medeni bir adamın zevk aletidir. İnsanoğlunun küçücük, temiz arzularına başeğen, onun zevkini düşünen bir alettir. Kimselere zararı yoktur. Bayılırım borulularına! Kırmızı, yeşil, mavi, turuncu borulularına!’ Gerçekten Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde bir gramofon salgını yayılır dört bir yana. Evler yetmez, balkonlara, kırlara yayılır gramofon.”
Gökhan Akçura’nın İstanbul’la ilgili diğer kitaplarını da okumanızı tavsiye ederim.

Yazarın Tüm Yazıları