Özgürlük yargı mensuplarının lütfu mudur?

GEÇEN yaz bir FETÖ davasının duruşmasında, akademisyen bir tanık, bazı akademisyen sanıkların FETÖ’cü olmadığını kanıtlamak için “Meşveret cemaatindendir, hatta ... Hoca’nın talebesidir” demişti.

Haberin Devamı

Tanığın “Meşveret cemaatindendir” dediği bütün sanıklar tahliye edilmişti. Türk Ceza Kanunu (TCK) başta olmak üzere mevzuatımızda hiçbir karşılığı olmayan bu savunma bende kısa süreli şaşkınlık yaratmıştı. Ancak biraz düşününce savunmanın doğrudan mahkeme heyetinin duygularına ve cemaatler konusundaki bilgi birikimine hitap ettiği sonucuna vardım.

Belli ki başka hukuki mütalaaya gerek yoktu ve heyette “Meşveret cemaatinden olan FETÖ’cü olmaz” kanaati vardı.

*

9 Mart 2018 günü “Cumhuriyet davası”nın 6. duruşmasında mahkeme başkanı, Ahmet Şık’ı “Annesi ermişmiş, onu üzmeyelim” diyerek tahliye etmişti.

Gazeteci Soner Yalçın, 8 Mart 2018 günü Ahmet’in annesi Fatma teyzenin 1980’de kardeşi Ahmet’i kaybedişinin öyküsünü anlattığı yazıyı şöyle bitirmişti:

Haberin Devamı

“Tasavvufta abdal... Bedel sözcüğünden gelir, ‘bedeller’ demektir. Evliyalara mahsus mertebedir. Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi... Bu kaçıncı ölmesi Fatma Şık’ın... Ahmet’i bırakın! Yeter bu zulüm, bu bedel...”

Büyük ihtimalle o yazıya gönderme yapan mahkeme başkanı, Murat Sabuncu ile ilgili tahliye kararını da “Boğaz’ı görmek istiyormuş, görsün” diye duyurdu.

Akın Atalay’ın tutukluluğunun devamı ise “Gemiyi en son kaptanlar terk eder” sözleriyle ilan ediliyordu.

Özgürlüğü insanın en değerli hazinesi olarak gören ceza mevzuatımıza göre aslolan “tutuksuz yargılama”dır. Tutukluluk kaçma ve delilleri karartma riski varsa başvurulan “istisna” bir durumdur. Özgürlüklerinden yaklaşık 500 gün mahrum kalmış insanların tahliye ya da tutukluluklarının “espri” ile gerekçelendirilmesi kulağa hoş gelse de “hukuki” açıdan incitici olabilirdi ve sorgulanabilirdi.

*

Cumhuriyet duruşmasından iki gün sonra internet sitelerinde ilginç bir yargı haberi yayınlandı. Samsun’da bir savcının, sabaha karşı nişanlısının kaldığı öğrenci yurdunu bastığı iddia ediliyordu. Olay büyük tepki toplayınca devreye giren Hâkimler Savcılar Kurulu soruşturma başlattığını duyurdu. HSK’nın verdiği bilgiye göre savcı kendisini şöyle savunmuştu:

“Nişanlımla telefonda tartıştım. Tartışma sonrasında gönderdiği mesajlardan intihar edebileceği kaygısına kapıldım ve uygun olmayan bir saatte kız yurduna giderek, hayatından endişe duyduğum nişanlımla görüşmek istedim.”

Haberin Devamı

Yurdun kamera kayıtlarının istenmesi, o saatte yapılan şiddetli gürültüden öğrencilerin rahatsız ve tedirgin olduğu gibi detayları bir kenara bırakıp savcının savunmasına inanmak istiyorum. Ancak şu soruyu HSK’ya sormadan da edemiyorum: “Benzer bir olaya sıradan bir vatandaş imza atsa ve dosya yargının önüne gelse tavır ne olurdu?”

 

BAKAN GÜL: ADALET LÜTUF DEĞİLDİR

ADALET Bakanı Abdulhamit Gül’le dün yaptığımız telefon görüşmesinde Cumhuriyet davasındaki diyalogları ve Samsun’daki olayı konuştuk. Bakan Gül, önce “Adalet lütuf değildir” dedi ve ekledi: “Avukat olarak katıldığım duruşmalardan biliyorum, duruşma tekniği açısından bu tür diyaloglar yaşanabilir. O hâkimlerimiz kıdemli hâkimlerdir. Önemli olan kararlarıdır.”

Haberin Devamı

Daha önce de yazmıştım. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra en hızlı FETÖ temizliği yargıda yapıldı ve ihraçların neden olduğu boşluk ve FETÖ davalarının yarattığı büyük iş yükü nedeniyle yargı camiası sıkıntılı bir dönem yaşadı.

Sorunların aşılmasında ve FETÖ davalarında büyük mesafe kaydedildiğinin altını çizen Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Yargının bu konulara özen göstermesi, kararlarıyla konuşması lazım. Sonuçta önemli olan bu kararların toplumun maşeri vicdanını ikna etmesidir.”

Gül, Samsun’daki olayı değerlendirirken de yargı camiasının disiplin konusundaki hassasiyetine verdiği öneme dikkat çekerek, “HSK’nın başkanı olarak onlarca disiplin soruşturmasına imza atıyorum. Bu soruşturmalar kendi mekaniği içinde sürüyor” dedi.

Yazarın Tüm Yazıları